Adebayor: "Hayatım Arsenal'de başladı"
Medipol Başakşehir'in dünya çapındaki yıldızı Emmanuel Adebayor, Futbol Federasyonu'nun Tam Saha dergisine özel açıklamalarda bulundu.
Metz, Monaco, Arsenal, Manchester City, Real Madrid, Tottenham, Crystal Palace'da şekillenen kariyerinin ardından yeteneklerini Spor Toto Süper Lig'de Türk futbolseverlere sergiliyor. Ligimizde kısa süreye sığdırdığı gollerle isminin hakkını veren güler yüzlü santrfor, futbol hayatının başlangıç noktasını Arsenal'e transferi olarak değerlendiriyor ve Arsene Wenger'le yaptığı ilginç telefon konuşması da dâhil olmak üzere kariyerinin dönüm noktalarını TamSaha'ya anlatıyor.
Tüm dünya seni tanıyor ancak biz hikâyeni en başından ve ayrıntılarıyla öğrenmek istiyoruz.
26 Şubat 1984'te Togo'nun Başkenti Lome'de doğdum, Çok çok rahat bir çocukluğum olmadı. Şansım, yaşadığım yerin deniz kenarında olmasıydı. Biz Afrika'daki çocuklar çok erken yaşta futbolla tanışırız. Deyim yerindeyse çocuklar yürümeye başladıktan hemen sonra futbol topuyla tanışıyor. Gerek evde, gerek evin bahçesinde, gerekse de sokaklarda yani her yerde küçük çocukları top oynarken görebilirsiniz Afrika'da… Benim de şansıma sürekli dörde dört, beşe beş kumsalda maç yapabileceğim arkadaşlarım vardı.
Afrikalı oyuncular genel olarak zor şartlarda büyümüş ve tırnaklarıyla kazıya kazıya bugünlere gelmiş insanlar olarak karşımıza çıkıyor. Bu pencereden de bakarak aileni tanıyabilir miyiz?
Afrikalı aileler geniş oluyor. Benim annem ve babamdan olan kardeşlerimin sayısı beşti. Ancak birini kaybettik. Erkek kardeşlerimden birisi 2013'te öldü. Aynı anneden ve babadan 2 kız, 2 erkek kardeşim var. Onun dışında da bir erkek ve 1 kız kardeşim daha var. Babamı da geçtiğimiz yıllarda ne yazık ki kaybettik.
Bugün tüm dünyaya adını ezberletmiş bir oyuncusun. Küçük bir çocukken seni ilk kim keşfetti?
Amcam da profesyonel bir futbolcuydu. FC Metz takımında oynadı. Yıllar sonra onun ayak izlerini takip ettim ve ben de o takımda oynadım. Kendisi profesyonel oyuncu olduğu için beni topla oynarken gördüğünde, "Benim daha önce yetiştiğim kulübe git ve eğitim al" dedi. Ben de gittim. Beni denediler ve beğendiler.
Kariyerin 1994-1999 yılları arasında formasını giydiğin Sporting Club de Lome'de başladı. O günleri bize anlatır mısın? Genç bir futbolcu adayıyken nasıl bir eğitim aldı?
Futbol Afrika'nın bir kültürü ve parçası. Biz Afrikalı çocuklar için bir tutkudur futbol. Başlangıçta bu seviyelere gelebileceğimi asla düşünmemiş ve hayal etmemiştim. Benim şansım, bugün futboldaki babam diyebileceğim Mr. Aqusa'nın varlığıydı. Sürekli kendisini geliştiren bir insandı. Sık sık Avrupa'ya gidiyor ve her gidişinde yeni şeyler öğrenmiş olarak geliyordu. Kendisiyle beraber yeni şeyleri de Togo'ya getiriyordu. Ben o zamanlar sadece en iyi arkadaşlarımla futbol oynamaktan zevk alan bir çocuktum. Bu seviyelere gelmek ve profesyonel futbolcu olmak ilk etapta kafamda yoktu.
19 yaşındayken Fransa'nın Metz takımına transfer oldun. Metz aslında senin staj gördüğün bir okuldu sanki. 44 maçta 15 golün var. Metz günlerin nasıl geçti?
Kendinizi benim yerime koyun. 15 yaşındaki bir çocuk Afrika'nın bağrından kopuyor, Fransa'ya geliyor ve Fransa'nın göbeğine değil, kuzeyine geliyor. Afrika'nın güneşini, kumlarını geride bırakıp, Avrupa'nın soğuk havasına, özellikle daha da soğuk olan Fransa'nın kuzeyine geliyor. Zor dönemlerdi. Çünkü en iyi arkadaşlarımı, ailemi, herkesi arkamda bırakmıştım. Bambaşka bir kültür, bambaşka bir ülke ve bambaşka insanlarla beraberdim. Normalde denenme sürem 1 aydı ama 10 gün sonra takımda kalacağımı söylediler. Açıkçası benim için çok zordu ve kalmak istemedim. Çünkü bizim Togo'da kendi dilimiz var. Fransızca da resmi dil ama kendi dilimiz var. Oraya geldiğimde Fransızcam çok iyi değildi. Kültüre ve havaya alışmakta da zorluk çekiyordum. Geldiğim zaman Ekim ayıydı. Zaten kış başlamıştı. Her şey çok zordu. Alıştığımın tam tersiydi ama orada bana sürekli yardımcı olan birkaç insan vardı. Orada ağabeylerim oldu. O Afrikalı ağabeylerim de benimle sürekli konuşuyor ve yol gösteriyorlardı. Zor günlerdi, Fransa'daki başlangıç günlerim hiç kolay olmadı.
2003-2004 yılında kariyerinde çok önemli bir basamak atladın ve Monaco seni 3.2 milyon euro bonservis bedeli karşılığında transfer etti. 104 maçta 23 gol attın. Bu dönem içinde Avrupa futbolunda kendine önemli bir yer edindin. Basamakları hızla tırmanırken neler yaşadın? İlginç anları da bize anlatır mısın?
Monaco'ya gelişim artık benim bir profesyonel futbolcu olduğumu ve çok daha farklı seviyelerde futbol oynadığımı anlamamı sağlayan günlerdi. Ludovic Giuly, Fernando Morientes, Shabani Nonda gibi büyük isimlerle idman sahasını paylaşmak, aynı ortamda bulunmak gerçekten bambaşka bir duyguydu. Mesela o dönem Morientes, Real Madrid'den gelmişti ve ben bu tarz oyuncularla bir arada olduğum için bir rüyada gibiydim. O günlerin bana çok katkısı oldu. Morientes hava toplarında çok etkiliydi. İdmanlardan sonra beni hava toplarına çalıştırması için özellikle ricada bulunurdum. Onun yardımıyla havadaki etkinliğimi daha da arttırdım. Shabani Nonda bana çok yardımcı oldu. Halen çok sevdiğim bir ağabeyimdir. Onunla teknik konusunda çok çalışıyorduk. Çok gençtim ve bana çok yardımcı oluyordu. Shabani Nonda aynı zamanda evime alışveriş yapmamdan tutun, dışarıya çıktığımda hayatımın önemli noktalarında birçok şeyi paylaştığım bir ağabeyim olmuştu. Monaco günlerim, benim profesyonel futbolu nasıl oynadığımı tüm dünyaya gösteren bir zaman dilimi olmuştu.
Şimdi gelelim kariyerinin belki de en önemli anına… Monaco'da 2005-2006 sezonunda çok fazla şans bulamasan da yaptıkların Arsene Wenger'in dikkatini çekti. Wenger'le olan ilişkini ve Arsenal'e transfer hikâyeni bizimle paylaşır mısın?
Arsenal'e transferimi "hayatımın başlangıç noktası" olarak görüyorum. Benim hayatım Arsenal'de başladı. Çok da ilginç bir hikâyesi var. Monaco'da çok fazla şans bulamıyordum ve Fransa'da kış arası vardır. Aralık'ta ben tekrar Togo'ya dönmüştüm. Togo'ya döndüğümde eğlenmek için kendi aramızda futbol oynuyorduk. O arada arkadaşlarımdan birisi geldi ve "Emmanuel telefonun çalıyor. Bu adam seni daha önce birkaç kez daha aradı. İsminin Arsene Wenger olduğunu söyledi. Ben de dalga geçiyor diye düşündüm ve telefonu kapattım. Aynı adam tekrar aradı. Bu kadar ısrarla arayınca kendisine, 'Benim tanıdığım bir tane Arsene Wenger var; o da Arsenal'in menajeri' dedim. O da bana, 'İyi o zaman bana çabuk Emmanuel'i ver' deyince telefonu sana getirdim" dedi. İnanamıyordum. Birisinin benimle dalga geçtiğini düşünüyordum. Sonra bana telefonu verdiği zaman sesini duyar duymaz tanıdım. Çünkü Arsene Wenger televizyonlarda da oldukça boy gösteren, İngiltere'de çok büyük ağırlığı olan, herkesin tanıdığı bir insan. Futbolun en tepesindeki isimlerden birisi. Sesini duyar duymaz o olduğunu anladım. Başka birisinin beni işletmediğini anladım. Kendisinin Arsene Wenger olduğunu söyledi. Ben de ona, "Evet, sizin için ne yapabilirim?" diye sorduğumda "Benim için oynamanı istiyorum" deyince, "Bunu gerçekten mi istiyorsunuz yoksa şaka mı yapıyorsunuz?" diye sordum. İnanamadım çünkü. O da, "Hayır gerçekten istiyorum" dedi. Ben de, "Eğer gerçekten istiyorsanız yarın ilk uçakla geliyorum ve Londra'da imzamı atıyorum. Ben de sizin için oynamak istiyorum" karşılığını verdim. Akabinde menajerimin telefonunu verdim. İki gün içinde görüşmeler bitti ve Arsenal'e imza attım. İlk başta inanamamıştım.
Arsenal'de hepsi birbirinden muhteşem 3.5 sezon geçirdin. 138 maça çıktın ve 63 gol attın. Dünya senin adını Arsenal'de ezberledi. O günlere geri döndüğün zaman sevinçlerini ve hüzünlerin nelerdi?
Benim çocukluk kahramanım Nijeryalı Nwankwo Kanu'ydu… Kendisi millî takımda 4 numarayı giydiği için ben de Togo Millî Takımı'nda 4 numarayı giyiyorum. O ayrıldıktan sonra Arsenal'e geldim ve ondan boşalan 25 numaralı formayı aldım. Benim için böyle de bir anısı var. Çünkü çocukluk kahramanımın boşalttığı yeri doldurdum. İyi de sezon geçirmiştim. Benim tek bir hatam vardı. Belki de taraftarlara kendimi çok iyi anlatamadım. Oradaki bütün gerçeği en yalın haliyle Arsene Wenger biliyor. Çünkü o dönem Barcelona, Real Madrid, AC Milan kulübün kapısını çaldılar. Arsene Wenger de bana, "Eğer gitmek istiyorsan böyle teklifler var" dedi. Ben de kendisine, "Hayır ben kalmak istiyorum. Daha çok başarılı olmak istiyorum" diye net bir karşılık vermiştim. 31 gol attığım bir sezondan sonra ufak sakatlıklar yaşadım. Bileğim döndü, kas sakatlığı yaşadım. Ama taraftarlar bunu hep, "Adebayor Arsenal'de kalmak istemiyor. Sürekli yeni bahaneler üretiyor" diye algıladı. Halbuki ben kendimi çok açık bir şekilde Arsene Wenger'e ifade ettim. Ama ne yazık ki taraftarlara çok fazla ifade edemedim. Bu tarz şeyler olduktan sonra bir gün Wenger'le konuştuk ve bana, "Adebayor, bak artık taraftarlar seni istemiyor. Sen de artık yoluna bakabilirsin" dedi. O zamanlar Arsenal kadar göz önünde olmayan Manchester City'den bir teklif almıştım. Bana projelerini anlattılar. O zamanlar şu anki büyüklüklerine ulaşmasalar bile bu projeyi sunumlarından ötürü tekliflerini kabul ettim.
Özellikle Thierry Henry'nin ayrıldığı 2007-2008 sezonunda herkesin gözü senin üzerindeydi. Herkes senin ne yapacağını merak ediyordu. Ancak sen güçlü duruş sergiledin ve 36 Premier Lig maçında 24 gol attın. Bu sayede Afrika'da Yılın Futbolcusu seçildin. Nasıl hatırlıyorsun o günleri?
Afrika'da yılın futbolcusu seçildiğimde Tanrı tarafından kutsandığımı hissettim. Çünkü baktığınız zaman Togo'nun sokaklarından, mahalle arasından çıkmış bir çocuk 10 sene sonra bunu gerçekleştiriyor. Çok özel bir andı. Takdir edersiniz ki bu oyu veren de Togolular değildi. Oyu veren koskoca bir kıtanın insanlarıydı. O yüzden bunlar benim çocuklarıma, torunlarıma anlatabileceğim çok özel anılar oldu. Togo futbolu, Afrika ve dünya futbolunda çok ileri seviyelerde değil. Ama buna rağmen bir Togolu olarak Afrika'da yılın futbolcusu ödülünü almak çok büyük bir olay. Çünkü baktığınız zaman Jay Jay Okocha, Afrika'nın yetiştirdiği en önemli oyunculardan birisidir. O bile bu ödülü alamamışken benim almam, ülke futbol tarihine, Afrika futbol tarihine ismimi kazımam benim için Tanrı'nın bir lütfuydu.
O sezonki müthiş performansın sonrasında Milan ve Barcelona'nın senin için astronomik rakamlar teklif ettiklerini medya uzun günler yazmıştı. Ancak sen bir sezon daha Arsenal'de kaldın. Dünyanın birçok ünlü kulübünden baş döndüren teklifler alan 25 yaşındaki bir oyuncu, bu durumla nasıl baş edebildi ve Arsenal'de devam etme kararını nasıl aldı?
Ben hiç tereddüt etmedim. İlk geldiğim günden beri Arsenal'de çok istekliydim. Çocukluk kahramanım Kanu orada oynamıştı. Onun pozisyonunda oynamak benim için çok büyük bir olaydı. Ben sadece hocama, "Teklifler beni ilgilendirmiyor. Benim işim saha içinde… Saha dışı idari kısım size ait" dedim. Benim için çok da zor olmadı bu kararı vermek.
Manchester City'ye artık kendisini kanıtlamış bir oyuncu olarak transfer oldun. Ancak burada Tevez, Santa Cruz, Jo, Balotelli gibi rakiplerin vardı. Buna rağmen 1.5 sezonda 45 maçta 19 gol attın. Bu kadar güçlü forvetlerin arasındaki çekişmeyi ve yarışı bize anlatır mısın?
Bu da futbolun güzel yanı. Rekabetin içinde olmak… Ben her zaman şuna inanırım. Bir insan, bir futbolcu, bir kulübe gittiği zaman sahip olduklarını o kulübe vermeli evet ama o kulüpten de bir şeyler öğrenmeli. Ben Manchester City'de de çok şey öğrendiğime inanıyorum. Belki insanlar o sezonu çok başarılı bulmuyor olabilir. Ama yine de baktığınız zaman 45 maçta 19 gol yazıyor istatistiklerimde. Orada şu an futbolun efsane diyebileceğimiz isimleriyle oynadım. Craig Bellamy, Tevez, Patrick Viera, Yaya Toure, Kolo Toure gibi oyuncular var. Bu insanlarla beraber oynayıp, hepsinden bir şeyler öğrenmek benim için büyük bir keyifti. Bu oyuncularla hâlâ görüşüyorum. Arsenal günlerimde başka bir efsanenin bana bir tavsiyesi vardı. O bana hep, "Emmanuel futbolda bir sır yoktur. Futbolun en büyük sırrı çok çalışmaktır" derdi.
Kimdi o efsane?
Bunu söyleyen Thierry Henry'ydi. Onun tavsiyelerine uydum. Orada da çok sıkı çalışmaya devam ettim.
Real Madrid'in o dönemki teknik direktörü Jose Mourinho seni çok istedi ve İspanya'nın dünyaca ünlü kulübüne kiralandın. İspanya'da nasıl bir ortam buldun? Jose Mourinho ile ilişkin nasıldı?
Bugün futbol dünyasından hâlâ görüştüğüm, fikir alışverişinde bulunduğum birkaç hoca vardır. Harry Redknapp, Tim Sherwood, Mourinho… Ve tabiî ki Arsene Wenger… Bunlar hâlâ irtibatta olduğum hocalar. Çünkü bu hocaların hepsi benden ne istediklerini en iyi şekilde açıkladılar. Benden alabilecekleri en iyi performansı aldılar. Mourinho da bunlardan birisiydi. Benden en iyi şekilde yararlanmayı bilen hocalardan birisiydi.
Kariyerindeki tek kupayı, yani İspanya Kral Kupası'nı Real Madrid'le kazandın. Bu muhteşem kariyere dönüp baktığın zaman şampiyonluklar ve kupalar kazanamama konusu hakkında ne düşünüyorsun?
Bunu bir şanssızlık olarak adlandırıyorum. Çünkü baktığınız zaman dünya üzerinde profesyonel oynayıp, belki de kariyerlerinin çoğunu yedek kulübesinde geçirip, oyuna sonradan giren bir sürü oyuncu benden daha fazla kupa kazanmıştır. İnsanların benim kadar tanımadığı ancak ona rağmen benden daha fazla lig şampiyonluğu, kupa şampiyonluğu, UEFA hatta Dünya Şampiyonluğu bulunan, belki benim yarım kadar gol atmamış oyuncular var. Ama bu futbol… Futbolun bir cilvesi… Ben çok yaklaştım lig şampiyonluğuna… Arsenal'de ikincilikler yaşadım. Bir tane kupam var. Ama bir sonraki kupayı bana Başakşehir verebilir. Buna inanıyorum…
Real Madrid'den sonraki dört sezonun Tottenham'da geçti. İngiltere'ye dönme sebebin neydi? Ayrıca Tottenham günlerini bize anlatır mısın?
Beni bu zamana kadar anlayan en iyi hocalardan birisi, daha önce de söylediğim gibi Harry Redknapp'tı. Onun isteğiyle Tottenham'a gittim. Çok iyi performansla oynadığımı düşünüyorum Tottenham'da. Ondan sonra Mauricio Pochettino gelmişti. İlk başlarda işler onunla da iyi gitti ama bir dönem sonra istediğini verememeye başladım. O da benden istediğini alamamaya başlamıştı. Sonra bir gün oturup iki yetişkin gibi konuştuk. Güzel bir ilişkimiz vardı ama bazen işler yolunda gitmez, zorlarsın, zorlarsın yine de olmaz. Benim için en iyi yolun kulüpten ayrılmak olduğuna karar verdik. Bu şekilde Tottenham'dan ayrıldım.
Biraz da millî takıma dönelim. Togo'da doğdun ama aslen Nijeryalısın. Ancak Nijerya'yı değil, doğduğun toprakları seçtin. Bunun sebebi neydi?
Bunun özel bir sebebi yok. Annem, babam Nijeryalı ama ben Togo'da doğdum. Dünyaya gözlerimi Togo'da açtım. Orada büyüdüm, orada arkadaşlarım oldu. Sahip olduğum tüm hayat tecrübesini Togo'da aldım. Onun için Nijerya'yı seçmek için hiçbir neden görmedim.
Genelde futbolun gülen yüzü olarak biliyoruz seni. Ancak maalesef ki çok üzücü olaylara da şahit oldun. 8 Ocak 2010 tarihinde Togo Millî Takımı otobüsüne silahlı saldırı yapıldı. O zor günlerden sonra Togo Millî Takımı'nı bırakmak zorunda kaldın. Bir dönem ara verdin. Zor günlerle nasıl başa çıktın? Bu saldırı hayatını nasıl etkiledi?
Benim için çok zor anlardı o saldırının yaşandığı zamanlar. Gözünüzün önüne şunu getirin; bir otobüstesiniz ve üzerinize kurşunlar yağıyor. Kurşunlarla beraber benim aynı ortamı paylaştığım kişisel asistanım kollarımda can verdi. Hayat bir kurşun uzaklığındaydı. Herkes için geçerliydi bu. İğrenç bir saldırıydı. Ölenler olmuştu. Dediğim gibi ölenlerden birisi de bana çok yakın bir kişiydi ve kollarımda can verdi. Çok dramatik anlardı. Bu travmayı herkes kolay kolay kaldıramazdı. Bu nedenden dolayı millî takımı bırakmak istedim belli bir süre. Taraftarlardan da çok mesaj aldım, "Bizi bırakma" diye. Ama sonuçta hepimiz insanız. Yaşananlar gözümüzün önünde oldu. Gözümün önünde tanıdığım kişilerin ölmesi benim için kolay anlar değildi. Ama sonra bir yandan da şunu fark ediyorsunuz. Hayat size bir kurşun uzaklığında. Bu olay 2010'da yaşandı. Şu an 2017 ve ben size şu anda röportaj veriyorum. Tanrı'nın takdiri ki, hayatta kaldık. O günden sonra şunu fark ettim. İster zengin ol, ister fakir ol, en iyisi sağlıklı olmak. Sağlıklı yaşayabilmek. Ben her gün Tanrı'ya şükrediyorum. Belki de o yüzden beni sürekli gülen yüzümle görüyorsunuz. Çünkü şu anda TV izlemek istediğiniz zaman kumandaya basıp TV izleyebiliyorsunuz. Elini kıpırdatamayan insanlar var. TV açık olsa bile göremeyen, duyamayan insanlar var. Ondan dolayı en önemli şey sağlık. Sağlıklı olmak, sağlıklı yaşayabilmek. Yaşadığım her güne sağlıklı olduğum için şükrediyorum.
Yaşadığın kötü günler arasında Marc Vivien Foe'nin 2003 yılında Konfederasyon Kupası'nda kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmesi de var. Hatta Foe ile formalarınızı değiş-tokuş etmiştiniz. Bu olayın da seni derinden etkilediğini biliyoruz. Yaşadığın duyguları anlatabilir misin?
Afrika Kupası Ocak ayında olmuştu. O kupanın kazananı, Konfederasyon Kupası'na gidiyordu. Ben Ocak ayında formayı değişmiştim Foe ile… Marc Vivien Foe tüm Afrika'nın saygı duyduğu bir isimdi. Ne yazık ki aramızdan genç yaşta ayrıldı. Ben ilk Afrika Kupası'nda oynamaya başladığım zamanlarda Patrick M'Boma, Marc Vivien Foe, Olambe büyük isimlerdi. Foe'nin vücut yapısı çok farklıydı. Kısacık bir şort giyerdi. Çorapları dizine kadar çekerdi. Çok uzun bir oyuncuydu. Aramızdan erken yaşta ayrılması üzücü. Umarım ailesi şu anda iyi bir şekilde yaşıyordur.
Kötü günler artık çok geride kaldı ve hayatında yepyeni bir sayfa açtın; Medipol Başakşehir'e transfer oldun. Bu karar Türkiye için de bir hayli sürprizdi ve büyük yankı uyandırdı. Medipol Başakşehir ile yolun nasıl kesişti?
Afrika Kupası'ndan önce beni menajerim vasıtasıyla arayan takımlar vardı. Afrika Kupası'nda maçlar oynadıktan sonra arayanların sayısı daha da arttı. Hepsini süzgeçten geçirdim. Ama en belirleyici olan, Alioum Saidou ile yaptığım görüşmeydi. Saidou bana kulübün plan ve projelerini, nasıl bir evrim geçirdiğini anlattı. Ondan sonra daha da fazla ikna oldum. Başakşehir'e gelmemle beraber gülümseyen yüzümü herkes görmeye başladı. Bunu insanlara sunmaya başlıyorum. Umarım ilk senemde bir kupa kazanırız.
Başakşehir'de bugüne kadar geçirdiğin zamanı bize özetler misin? Nelerle karşılaştın?
Buraya 31 Ocak'ta imza attım. Başakşehir, Avrupa ve dünyanın tanıdığı bir kulüp değil. Ancak bunu nasıl sağlarsınız? Şampiyonlar Ligi'nde oynayarak, üst turlara çıkarak, başarılı sonuçlarla isminizi duyurursunuz. Neden olmasın? Şu an biz Türkiye'nin en popüler kulüplerinden birisiyiz. Buradaki oyuncu grubu beni çok iyi karşıladı. Kaliteli bir oyuncu grubu var. İnsan kalitesi ve oyuncu kalitesi çok iyi. Zaten takım kaptanı Emre ile İngiltere'de çoğu kez karşı karşıya geldim. Emre gibi futbola daha farklı bakabilen bir Türk oyuncuyla aynı takımda olmak bana çok yardımcı oluyor. Onun dışında Attamah var. Attamah ilk kez Süper Lig'de oynuyor. Ondan da Türk insanının bakış açısını ve Türkiye'de işlerin nasıl gittiğini öğrenebiliyorum. Onun dışında zaten kulüp içindeki herkes, "Nasıl daha iyi bir noktaya gelebiliriz?" sorusunun cevabını düşünen insanlar. İnanıyorum ki zaman içinde iyi yere geleceğiz. Her ne kadar çok fazla taraftarımız olmasa da sahip olduğumuz az sayıda taraftar bana çok sahip çıkıyor. Şu ana kadar çok güzel bir zaman geçirdim.
Abdullah Avcı ile nasıl bir ilişkin var?
Böyle bir hocayla çalışmak benim için çok güzel. Kısa süredir beraberiz ama şu süreçte hocayla ilgili şunu söyleyebilirim. Diyaloğa çok açık. Kendini kapatmıyor. Bazı hocalar kendisini kapatır, diğer görüşleri benimsemez, "Benim dediğim doğru" prensibini savunur. Ama Abdullah Hoca asla böyle değil. Sürekli "Takımı nasıl geliştirebiliriz?" sorusunu soruyor. Aynı zamanda oynadığımız futbolu dünya futboluna entegre etmeye çalışan, insanların tavsiyelerini dinleyen, değer veren bir hoca. Böyle bir hocayla çalışmak ayrıcalık.
Dünyanın birçok şehrinde yaşadın. Senin gözünden İstanbul nasıl bir şehir?
Dünyanın büyük şehirlerinde oynadım. Londra büyük bir şehir. Madrid büyük bir şehir. Ama İstanbul kocaman! İstanbul çok büyük! Açıkçası ben şu anda kendimi İstanbul'un her yerini öğrenmek için yormuyorum. Çünkü bunun imkânsız olduğunu biliyorum. Ben daha önce buraya Arsenal'le geldim. Fenerbahçe ile Şampiyonlar Ligi maçı oynamıştık. O zaman İstanbul'u tanıma şansım olmadı. Ama şunu biliyorum ki, İstanbul gerçekten çok büyük. Emre, İstanbul doğumlu. Uzun yıllardır Türkiye'de… Ama Emre'ye "İstanbul'u biliyor musun?" deseniz, o bile "Hayır bilmiyorum" yanıtını verecektir. Benim burada yapmaya çalıştığım şey Türk kültürü, adetleri ve yaşayış tarzını öğrenmek, gerisini Türk insanına bırakmak.
Türk insanı demişken senin gözünde Türkler nasıl insanlar?
Bundan önce çok fazla Türk oyuncuyla oynama şansım olmadı. Arsenal'de Mesut Özil'i biliyorum. Ama şunu hep duyardım. Biz Afrikalılar sıcakkanlı insanlarız. Dışardan geleni içimize alırız hemen. Türklerin de misafirperver insan olduklarını duyuyordum hep. Şimdi kendim bunu tecrübe etmiş oldum. Geldiğim günden itibaren herkes bana çok iyi davrandı. Yabancı-Türk ayrımı asla yaşamadık. Burada Türk hocalar bile yabancı oyuncuları kendi milletinden bir oyuncuymuş gibi sahipleniyorlar. Bu da bence çok güzel bir şey.
İstanbul'da boş zamanlarında neler yapıyorsun?
İstanbul'da en iyi bildiğim yer kendi evim. Bundan dolayı da evime gidiyorum. Dizilerimi izliyorum. Artık 20'li yaşlarda değilim. Kendime iyi bakmam gerekiyor. Bazen ekstra idmanlar yapıyorum. İstanbul'daki hayatım idman sahası ve ev arasında geçiyor.