Ahmet Çakır yazdı! 'UEFA’ya sözüm var!'
Bugünden itibaren ligin ilk yarısıyla ilgili çeşitli değerlendirmeler medyada geniş biçimde yer alacak. Onlara katılalım. Tartışmasız ilk yarının en önemli olayı, Fenerbahçe’nin yaşadığı dramatik düşüştü. Bunun nedenleri-niçinleri sezon içinde gerektiği kadar konuşuldu ve yazıldı, bundan sonra da bir süre gündemde kalacak. Her bakımdan tarihi bir seçim sonrasında göreve gelen Ali Koç’un, daha çağdaş bir düzen kurma girişiminin müthiş bir fiyaskoyla sonuçlanmış olması, sadece Fenerbahçe için değil futbolumuz adına da talihsizlik.
Aslında Fenerbahçe’nin yaşadığı durum akla ve gerçeklere aykırı. Herhangi bir yönetim bundan çok daha büyük yanlışlar yapmış olsa bile Sarı-Lacivertli takımın kaybettiği maçlardan en az 2’sini kazanıp şu andaki tatsız durumdan uzak kalması gerekirdi. En şiddetli eleştirilen noktalar dahil olmak üzere herşey aynı kalarak bu yapılabilirdi. Niçin yapılamadı? Herkes aklının erdiği kadarıyla birşeyler söylüyor.
Fenerbahçe’nin dışında Galatasaray ve Beşiktaş’ın da ilk 3’ün dışında kalmış olması, tarihi bir başarısızlık. Bunun nedenleri hem aynı hem değişik. Aynı olan nedenler tek bir başlık altında toplanabilir: Kötü yönetim. Değişik nedenler ise yönetimle birlikte teknik heyeti ve futbolcuları da kapsıyor… Yaşanan sorunlarla ilgilenen bir federasyonumuzun olmayışı da çok ciddi bir sıkıntı.
Lige damgasını vuran olay, UEFA’nın getirdiği birtakım kısıtlamaların verdiği sonuçlar oldu. Büyükler transferde akılalmaz paralar saçma cinnetini sürdüremedi. Bu, bir ölçüde zayıflamalarına do yol açtı. Ötekiler de onlardan korkacak birşey olmadığını gördü… Asıl önemli gelişme, henüz sağlam bir işleyiş haline gelmiş olmasa da gençlerin takımlarda yer bulabilmeleriydi.
Bu ligde azımsanmayacak sayıda şampiyonluk yaşamış ve önemli yatırımlar yapmış Trabzonspor’un yükselişi sürpriz değil ama kendi içinde çok şaşırtıcı yönleri olan bir olay. Deplasmanda Malatyaspor’dan 5 yedikten sonra, Bordo-Mavili takımın dağılıp gitmesi, beklentilere daha uygun bir gelişme olurdu, oysa tam tersi yaşandı. Üstelik, takımın en önemli iki silahı sayılan oyuncuların kadrodışı bırakılması sonrasında bu başarı geldi. Tek başına bir yazıyı hakediyor.
Evkur Yeni Malatyaspor’un yükselişinin spor basınında belki de sadece benim savunduğum bir fikri kanıtlayan tarafı var. Teknik adamlığın yükselen değeri Erol Bulut’un “Sezona 13 adamla başlarken haliyle endişeliydim” mealindeki sözleri bana 15 yıl öncesini hatırlattı. C.Daum, Fenerbahçe’nin başına geçtiği günlerde elbette ki değişik nedenle benzer bir durum yaşamıştı. O sezon Sarı-Lacivertli takım en rahat şampiyonluklarından birini kazandı.
Bunun, “önemli hedefleri olan takımların buna uygun geniş kadro kurmaları gerekir” şeklinde herkes tarafından kolaylıkla kabul edilen görüşün pek de doğru olmadığını anlatan bir yanı var. Üstelik, içinde bulunduğumuz koşullarda bu bizim için çok daha değerli. Bizde futbol yorumculuğu basmakalıp birtakım görüşler üzerinden yürüyor ve bunun da futbolumuza çok büyük zararı dokunuyor. Onun da ayrı bir yazısı olacak.
Başarı listesinde elbette ki Kasımpaşa’yı da ilk sıralara yazmak gerekiyor. Kemal Özdeş ile geçen sezon başlayan olumlu gelişmeler ve transfer başarısı, bu sıçramanın görünen nedenleri. Sadece transferde değil her noktada çok fazla para harcamadan da neler yapılabileceğini göstermek açısından önemli Kasımpaşa’nın başarısı. Futbol bilgesi Mustafa Denizli ile de başka bir boyuta geçme sürecinde.
Herkesin banko düşme adayı olarak gösterdiği Antalyaspor’un başarısı da görmezden gelinebilecek gibi değil. Galiba işin en eğlenceli yanı, daha önce bu işlerin Eto’o-Nasri gibi dünya çapındaki yıldızlarla yürüyeceğini düşünen genç başkanın, şimdi çok değişik bir konseptin başarısından kendisine nasıl bir pay düşeceğini kestiremeyişi… Hayat insana çok şey öğretiyor.
Sizi ne kadar ilgilendiriyor bilmem ama ilk yarının beni en çok sarsan olaylarından biri de Ankaragücü teknik direktörü İsmail Kartal’ın görevi bırakmasının ardından kulüp başkanının son derece yersiz ve yakışıksız sözleri oldu. Bunca yıllık yaşamımda öğrendiğim en önemli gerçeklerden biri, iyi bir yöneticinin neyi söyleyeceğini değil neyi söylemeyeceğini iyi bilmesidir. Ankaragücü başkanı bu konuda çok kötü bir sınav verdi. Üstelik sıkıntı bununla kalmaz; İsmail Kartal’ın bıçak kemiğe dayandı durumunda bırakmak zorunda kalmasına yol açan sorunlar süregidecek olursa bu takımı hiç olmayacak yerlerde görebiliriz. Kendi evlerinde sayılan maçtaki farklı Göztepe yenilgisi çok ciddi bir alarm.
En başarılı, yani ligin zirvesindeki takımın uzun boylu sözü edilecek bir yanı yok çünkü neredeyse kendi klasiğini oluşturmuş durumda Medipol Başakşehir. Elbette ki çoğumuza antipatik gelen durumlar var bu takımla ilgili olarak. Bunlar da büyük ölçüde futbol dünyamızın saha dışındaki çarpık gelişmelerinden kaynaklanıyor. Ancak Abdullah Avcı’nın ve oyuncularının hakkını vermeliyiz. Şampiyonluk halinde daha çarpıcı durumda ortaya çıkacak olan seyircisizlik konusundaki düşünce ve endişelere katılmamak elde değil.
Galatasaray’la ilgili olarak sezon içinde yeterince değerlendirme yaptık. Fenerbahçe maçı sonrasındaki Fatih Terim öfkesinin bedelini çok ağır ödedi Cim Bom. ‘Golcü alınmadı da ondan böyle oldu’ mazereti her geçen gün geçerliliğini yitirdi. Sarı-Kırmızılı takım sadece Trabzonspor’a 4-0 değil de 2-0 yenilse 2.sırada olacaktı! Konyaspor, Çaykur Rizespor ve Beşiktaş maçlarının sonuçlarının hakemler tarafından değiştirilip 7 puanın çöpe gittiği de hemen tüm yorumcular tarafından ifade edildi.
Şimdilik burada keselim derken başlığı unutmuş değilim. 2005 ile 2015 arasındaki 10 yılda dünyanın ve Türkiye’nin ekonomik durumuna da koşut olarak futbol dünyamızda bir ‘transfer cinneti’ yaşandı. Kendi dinamiklerimizle bunu önleyemeyeceğimiz ortadaydı. UEFA’nın bu konuda çok daha şiddetli cezalar vermesinden yanaydım ve bunu yapmaları halinde kendilerine bir teşekkür mektubu yazacağımı söylemiştim. O sözümü unutmadım.