Eskişehirspor Amatör Kümeye Nasıl Düştü, Nasıl Kurutulur?
Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’a karşı Anadolu ihtilal ateşini ilk yakan kulüp Eskişehirspor, amatör kümeye düştü. İşte bir devin çöküş öyküsü..
Eskişehir iki sebepten amatörde
Daha önce de alt liglere düşmüş, üçüncü liglere kadar gitmiş ve fakat küllerinden doğan kulüp bu kez ne olmuştu da toparlayamamış, neden Amatör Lig’e kadar yuvarlanmıştı? Bu can alıcı sorunun cevabı tek yanıtta gizli değil elbette. Temel iki başlığa indirgemek belki de kolaylaştırıcı olacaktır: İç ve dış dinamikler…
İstanbul’un büyükleri düşmemeye oynuyordu
Dış dinamiklerden başlamak daha uygun olacak. Çünkü, bir spor kulübünü içinde bulunduğu ülke sporundan ayrı ele almak, sağlıklı sonuçlar doğurmayacaktır. Bilindiği üzere, ülke futbolu 80’li yıllara gelinceye değin kurumsal yapıya sahip nitelikte değildi. Genelde iş insanlarının parasal güçleri, kamuoyundaki etkileri çok daha belirleyiciydi. Nitekim, 70’lerin ortasında patlayan petrol krizinin iş dünyasını sarsması, İstanbul’un namlı kulüplerinin bırakınız şampiyonluğa oynamasını, ligden düşme potasına girmelerine neden olduğu malumumuz.
Sektörleşmeyle adil rekabet yara aldı
80 sonrası ise, iş dünyası kadar futbolun da toparlanması, çıkarılan dersler, altyapının önem kazanması, korsan olarak yayınlara başlayan ülkenin ilk özel kanalı Magic Box’la gelen yayın gelirleri ve daha sonrasında ise Avrupa gelirleri… Yani, TFF’nin bağımsız örgütlenmesiyle koşut giden “sektörleşme” dönemi. Fakat, değineceğimiz üzere, sektör olmanın temel koşullarından olan adil rekabetin ve finansal denetimin pek de yaşanmadığı, kulüpler ve ligler arasında derin uçurumların meydana geldiği bir dönem… Zaten, ülke futbolunun 3. Lig’e düşmesi, şampiyonunun üç ön eleme oynaması sektörün başarısını göstermiyor mu?
Es-Es’in son düşüşü felaket oldu
Eskişehirspor’un ilk düştüğü 1982 söz konusu uçurumun oluşmadığı, yeni sistemin yeni yeni uç vermeye başladığı bir dönemdi, Lige döndü ve toparlandı. Ha keza, dönüşünün daha uzun süre aldığı 1995 yılından başlayan süreç, kulüp fırsatları ıskalamış olsa da, kent dinamiklerinin takımı yukarı ittirmesine yetecek gücü olduğu bir dönemdi. Fakat, sonuncusu felaket oldu. Çünkü, bir takımın artık büyük paraların döndüğü, gelirlerin yüksek olduğu Süper Lig’den düştüğünde, mali yapısını döndürmesi mümkün değildi. Karabük, Mersin, Malatya gibi takımlar bunu yaşamamış mıydı? Ligde var olmak için, büyük para harcamak, bunu karşılamak için başta futbolcu satmak gibi ekstra gelirlere sahip olmak gerekirdi. İşte Eskişehirspor tam da bunu yaşadı.
Başarı para, para da başarıyı getirirdi!
Geldiğimiz nokta, belirttiğimiz çerçeve içinde Eskişehirspor ne yaptı? Belki daha doğrusu, neyi yanlış yaptı? noktasıdır. Uzun yıllar boyunca “küçük ölçekte”, “kendi yağıyla kavrulan” Es Es, borç-harcama seviyesini nispeten artırarak, ölçeğini büyütmüş, bunun neticesinde 1. Lig’in orta halli takımı kimliğine bürünmüştü. Esasında bu ortam kurumsallaşma açısından bir fırsat sunmuyor değildi. Yani, altyapısıyla, tesislerdeki mevcut sorunların çözümü yanında, mali sistemin oturması, katılımın bünyeye uygun hale getirilmesi gibi risk teşkil edebilecek unsurlar halledilebilirdi. Ancak, sistemin önerdiği salt başarıydı, başarı para, para da başarı getirirdi. Takımı tekrar 1. Lig’e getiren de bu değil miydi? Zaten, kim kurumsaldı ki? Tam bu sırada, imkân doğmuş, Sergen (Yalçın) dahil çok sayıda futbolcu bünyeye katılmıştı. Şampiyonluğa kimse “Hayır” demezdi. Denmedi de.
Bisiklet acı bir fren yaptı ve yapıyı bozdu
Fakat, bu şartlarda başka model olanağı kalmamış, Eskişehirspor tek seçenekle baş başa kalmıştı: Başarı. Bu ise, artık kurumsal bir yapılanmayla gerçekleşmeyecekse, kişisel becerilerle, piyasayı bilen bir isimle olurdu. İsim hazırdı: Halil Ünal. Gerçekten de, Halil Ünal ile ilk sene ligde kalma başarısını gösteren kulüp, sonraki yıllarda yaptığı flaş transferlerle adından söz ettirmeye, büyük ve coşkulu taraftarının desteğiyle, UEFA’ya gitmiş ve Türkiye Kupası’nı zorlamaya başlamıştı. Bunda hiç kuşkusuz Rıza Çalımbay’ın da etkisi olmuştu. Ligin sağladığı ayakbastı parası, galibiyet primleri, İddaa geliri vb derken Alper Potuk, Tarık Çamdal gibi isimlerin satışlarından elde edilen gelirler kulübün döndürülmesini sağlıyordu. Borç büyüktü, fakat takımın toplam değeri bunu karşılıyordu. Artık “win-win”den (kazan kazan) başka yöntem, başarıdan başka yol yoktu. Bisiklet hızla yol alıyor, pedala bastıkça mesafeler aşılıyordu. Durmak düşmek demekti, bu döngü bozulmamalıydı. Çan eğrisinin tam tepesine gelmişken, bisiklet fren yaptı, sürücü değişti, ne olduysa da ondan sonra oldu. Yapı doğru olmayabilirdi, belki revizyon yapılabilirdi, fakat yolda iz bırakan o acı “fren” var olan yapıyı bozdu, hasar alan mekânizma biraz daha yol aldı, ama o kadar… Mali portföy döndürülemedi, futbolcular bedelsiz gitti, takım değeri borcun ardına geriledi.
Hesap veren olmadı, herkes yoluna gitti
Alt ligde sırtında kamburla eski günlere dönmek, en başta ifade ettiğimiz sistem icabı mümkün değildi. Son şans, Göztepe Play-off finaliydi ki penaltılarla kaybedilen maç aslında Es Es’in finali oldu. “Kurumsallaşma yoktu” dedik, fırsat alt ligde kaçmıştı. “Pastanın büyüdüğü” Süper Lig’de “kurumsallaşma, açıklık, katılımı” beklemek safdillik olurdu. Nitekim, bu yapıyla hesap veren olmadı, Genel kurullarda el kalktı, ibra yapıldı, sepet koluna herkes yoluna denildi ve bu günlere gelindi.
Başkan tipi değişti, belediyeler de yetmez artık
Kuruluştan bugüne geçen 58 yıllık süredeki başkanları incelediğimizde, bir özeti görmek mümkün: Kenti temsil eden bir ism olan Aziz Bolel’in başkanlığında başlayan ve fakat özellikle Yalçın Kılıçoğlu’nun mali desteğiyle ilerleyen; daha sonraki kısımlara irili-ufaklı iş insanlarıyla sürdürülen; sıkıştığı anlarda Selami Vardar ve Aydın Arat gibi belediye başkanlarının müdahalesinin yeterli olduğu zamanlar… “Yeterli olduğu zamanlar” diyoruz, çünkü, kentin ülke ekonomisindeki yerinin iyi düzeyde olduğu kadar, belediye bütçelerinin Süper Lig takımlarını ayakta tutmaya yettiği zamanlardan bahsediyoruz. Şimdi ise Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin bütçesinin tümünün dahi herhangi bir İstanbul takımının borcuna yetişmeyeceği bir hal var. Kısacası kenti aşan bir durum söz konusudur artık.
Başkanlardan söz ediyorduk, artık iş insanları da yok, başkanlar taraftarın içinden gelenler. Yani, kaderiyle baş başa. Düşenin dostu olmazmış derler, bu yalnızca iş insanlarının talip olmamasından değil, hakemlerin daha özensiz kararlar almasından tutun da, Finansal Fair-Play’in tek işlediği takım olarak Eskişehirspor’un süreklilik arz eden transfer yasağına, puan silmelerine kadar kendini göstermişti zaten. Yani, düşene bir tekme çokça yaşandı.
Eskişehirspor yeniden ayağa kalkabilir
Veee, Es Es artık Amatör Lig’de. Öncü taraftarı, önemli futbol kültürü ile hem de… Bu tarihsel altyapısıyla yeniden ayağa kalkabilir mi? Neden olmasın? Önce borcunu temizlemesi, otokontrolü olan bir sistem oluşturması, “akil adamlar” yerine, profesyonel unsurlardan oluşan bir yapıyla elbette mümkün. Bunun şirket yahut dernek çatısı altında olması çok da önemli değil. Yaşanan tecrübeler bunu sağlayacaktır. Eskisinin cenaze namazı anlamına gelecek “yeni” ön-eki ve müdahalesiyle bu günlerinden mesul olan “siyaset” işin içinde olmasın yeter.