Asıl elden giden, "çocuk ve oyun!"
Ajansspor.com yazarlarından Kaan Polat Cüreklibatır'ın yeni yazısı yayında: Asıl elden giden, "çocuk ve oyun!"
Babam sporu seven bir insandı. Sporcu bir yapısı vardı. Hafta sonları fırsatını düşürdükçe, siyah spor eşofmanlarını giyer, Levent’in yeşil tepelerinde koşar sonra yere uzanır, bir takım cimnastik hareketleri yapardı; omuz genişliğinde, elleri yerde açık, dirseklerini bükerek, gövdesini toprağa değdirir, ellerini başının arkasına alır, vücudunu öne doğru iterdi. Bu iki hareketi büyük bir hevesle, birçok defa tekrarlardı. Bu, bende, büyük merak uyandırmıştı. Henüz ilkokul öğrencisi bir çocuğum; buna rağmen, ondan gördüğüm her hareketi uygulamaya çalışıp dururdum. Başardıkça, nedense kendi dünyamda güçlü, kuvvetli bir çocuk olduğumu düşünürdüm. Hele, o büyük ve sert yayları olan trambolinle, ben havalara uçmaya hazır, yayın gerilip boşalmasıyla sarp dağları devirip, bulutlara değebilecek miydim, değemeyecek miydim? Kadir Kök abimiz, -Yeşilçam’ın emekçilerinden- Levent'teki evimizde bizimle birlikte kalır, hafta sonları bahçeye trambolini kurardı. Sonradan öğrendim ki o trambolinde babam antrenman yapıyormuş. Takla, denge, akrobasi hareketleri... Çekimler öncesi, sahne planlarını tasarlar, planladığı bütün hareketleri, trambolinde çalışırmış!
Anahtar kavramlar, "çocuk, oyun hakkı ve gelişim!.."
Babam mahallenin çocuklarıyla futbol oynamayı çok severdi ve bu oyunlar bende apayrı bir anlam kazanıyordu. Çünkü; ilk defa kalabalık bir çocuk grubuyla oynuyordum. Nasıl eğlenceli, nasıl özgün, nasıl kendimi özgür hissettiğim bir yerdi o? Çocukluğumla futbol, heyecanlı bir duygu ve davranış bileşimi içinde, nasıl birbirine karışıyor, ne büyük bir kolaylıkla kaynaşıyordu? Tüm benliğinle özgür olmak, hiçbir yerde hissetmediğin kadar kendini yaratıcı hissetmek, hiçbir yerde olmadığı kadar kendini rahat hissetmek, işten bile değildi sahada: Kazanmak, kaybetmek, keyif almak, sevmek, yetenek, eğlence, paylaşım, aidiyet… Bütün bunlar, buna benzer daha nice kavramlar… Onları yaşıyordum, bu duygu durumu futbolla çocukluğum arasındaki ilişkiyi güçlendiriyordu. Beni saran bunlar olmuştu zaten. Aynı duyguları, bir bakıma hayatımda yaşamıyor muydum? İçim, aklımın bildiğinden daha fazla şey biliyordu. Allah bilir sizde yaşadınız; sıradan bir oyun, mahallede çocuklar arasında, vakit geçsin diye oynanıyor; duygularınızı, çevrenizi ve yeteneğinizi keşfediyorsunuz.
Adetimiz malum, gelişmeyi, geleneksel olarak ‘üstyapı’ya, yanlış bir yönteme ve yetenek anlayışımıza bağlarız; oysa, sorunu toplumsal çerçevesine oturttukça, durum aydınlanır. Kilit kavram galiba oyun hakkı, çocuğu oyunu ve gelişimini öncelikli hak olarak tanımak; ne var ki çağdaş ‘ileri’ toplumlarda ‘oyun oynama,’ ‘gelişim’ ya da ‘oyun hakkı’ gibi önemli kavramlar, modern şehircilik anlayışıyla birlikte geliyor.
Bu yazıyı neden yazıyorum? Bizim sosyal bir sorunumuzu, eski bir anlayışımızı incelemek için! Yıllardır, herkes, lafla vakit geçiriyor, buna karşılık çocuklar, şehirlerde, sokağa çıkamıyor, oyun oynayacak toprak alan bulamıyor ve dar bir çevreye sıkışmış bir yaşam sürüyor. Örneğin, 1980 ve 1990’lı yıllarda, toprak alanlarda mahalle futbol maçlarını, yurt ölçeğinde yaşayabiliyorken, bugün, kaçınız mahallenizde, çocuklarınızla toprak alan bulup, futbol oynayabiliyor?
Kentler, "çağdaş" değil, "beton" olursa…
Sorunu, hem toprak alanların tahrip edilmesi, hem çocukların gelişimine olumsuz yansımasını hem şehirleşme anlayışımızı göz ardı etmeden tartışmak istiyorum.
Önce, Türkiye’de şehirleşme anlayışımızın ‘kendisini’ çağdaş ve ileri diye almak mümkün değil! Bir kere etrafımızı saran ‘beton’ yığınlarına bakarak sonunun nereye vardığını görmek, sistemin gelişmeye elverişsizliğini, çağdaş bir kent planlamasına uymaktaki yetersizliğini, yeterince gösteriyor. Zira bu sistem, toprak alanları koruma ya da yeşil bir kalkınma planlaması üzerine değil de diğer bütün sistemler gibi, daha çok para kazanma ilkesi üzerine kurulmuş. Sistemin tam anlamıyla ‘yap, işlet, sat’ bir yönetim anlayışıyla; öyle ki bir yandan, çocuklarımızın oyun oynama ve spor yapma haklarını ellerinden alıyor, bir yandan da şurada burada kalmış yeşili, toprak alanları acımasızca tahrip ediyor. Peki, sistem hiç insancıl nitelikler taşımıyor mu diyeceksiniz; toprak alanların yerini halı sahalara, açık oyun alanlarının yerini kapalı spor tesislerine bırakması, ekonomik gelişmemizin sonucu değil mi, elbette sonucu; ne var ki çocukların sosyal gelişimleri açısından bakılırsa tartışmalı. Tartışmayla ilgili çocuk psikologları ve doktorlar ne kadar açık ifade ediyor "…dış mekandan yoksun, kapalı alanlarda oyun oynamanın çocukların zihinsel, fiziksel ve sosyal gelişimlerini olumsuz etkiler. Çocukları doğa ile buluşturan, yaratıcılıklarını geliştiren çocuk oyun alanlarına ihtiyaç vardır…" ifade, açık: Peki, besbelli iyi niyetli, üstelik çocuklarımız için her türlü fedakarlığı yapmaya hazır olan bizler, neden aksine bir yol izliyoruz? Doğal ortamda oyun oynamanın, çocuk gelişimi içindeki yerini, tam kavrayamamışız da ondan!
Para verip, "görev robotlarına" dönüşen çocuklar…
Birkaç gün oluyor mu? İstanbul’da bir AVM’de kızımla yürürken onlarca çocuğun kapalı oyun alanında, plastikten tasarlanmış yapay bir tepeye tırmandığını gördüm. Durup gözlemledim. Dikkatimi çeken şu oldu; bir şema vardı, tepeye tırmanmak için! Çocuklar da şemada gösterileni ‘aynen uygulayıp’, tepeye tırmanmaya çalışıyorlardı. İlk bakışta eğlenceli bir spor etkinliği gibi gözüken oyun, dikkatlice bakıldı mı, birbirine benzer, belki de aynı gibi görünen hareketlerle, inanılmaz bir tekdüzeliğe bürünüyordu. Çocukları görüp de içten içe sezdiğim bir gerçekti bu; çocuklar şemada gösterileni aynen uygulayan ‘görev robotlarına’ dönüşmüşlerdi. Oyun, bu çağa dair ne çok şey anlatıyordu! Bir baba olarak son derece şikayetçi bir çaresizliğe düşmüştüm; beni çaresizliğe düşüren neydi, genel idraksizliğimiz mi yoksa bu idraksizliğin ezdiği çocukların görev robotlarına dönüşmesi mi?
Evet, görev robotları oldular: Şehirleşmenin amacıyla, -bu anlayış teknolojiyi de içerir- şehir yönetimlerinin çocuklar için planladıkları arasındaki çelişki, bir baba olarak, sezdiğim gerçekte haklı olduğumu gösteriyordu. Şehirleşme basitçe, hayatın kolaylaşması, insanı geliştirecek olanaklara kavuşmasıydı. Oysa bizim toplumda bir defa tabiat yok edilmiş, insanla tabiat arasındaki ilişkiler bozulmuş, daha kötüsü, gelişmiş teknoloji, hayatın sosyal anlamını sanallaştırmıştı ya; bununla da yetinmeyip, insanları, çocukları hareketsiz, duygusuz, mutsuz, hayal kuramayan, yeteneğini keşfedemeyen, asık suratlı, verilen görevi aynen uygulayan tek tip insanlara dönüştürmüştü!
Bugün çocuklar için birçok yeni kapalı oyun alanlarımız, yeni sahalarımız, yeni tesislerimiz var, teknolojide en gelişmiş teknikleri kullanıyoruz ama hayatımızdaki temel unsurları kaybediyoruz. Bizi hayata hazırlayan, geliştiren mahalleyi, toprağı kaybettik. Hayatın bir parçası olan ‘doğal oyun’ sürecinin işlevini görecek başka bir yapı da oluşturamadık.
Bu kayıpların farkına varıp, çözümler üretmedikçe, bırakın çocuklarımızı, Türkiye’nin gelişimi olur mu sanırsınız.