Avrupa enflasyon yaptı, Süper Lig fakirleşti
Futbol endüstrisinde, Avrupa'da para bolluğu yaşanırken Süper Lig fakirleşti. İşte Berk Arival'in "Avrupa enflasyon yaptı, Süper Lig fakirleşti" yazısı...
Berk AVİNAL - KONUK YAZAR
Enflasyon, günlük hayatımızda çok kez işittiğimiz iktisadi bir terimdir. Özellikle son yıllarda gerek ülke siyaseti gerekse ana akım medyada sürekli gündem maddesi olmasından dolayı, birçok kişi bu kelimeye oldukça aşina olmuş durumda.
Enflasyon nedir?
Enflasyon’un sözlük anlamına bakacak olursak, tarifi şöyle. “Fiyatlar genel düzeyinin sürekli ve hissedilir artışını ifade eden bir durum.” Ancak halk arasında enflasyon deyince akla gelen basit ve kısa bir tanım bulunmaktadır: "Alım gücünün düşmesi ve hayat pahalılığı." Enflasyona etki eden birçok faktör bulunmaktadır. Para bolluğu bunlarda birisidir. Yani piyasada dolaşan paranın çok olması durumu. Piyasada gereğinden fazla para olmasıyla, gereksiz harcamalar arttıracağından dolayı, arzı sınırlı olan tüm ürünlerin fiyatlarında artış meydana gelmektedir.
Avrupa futbolunda para bolluğu var
Konumuz futbol olmasına rağmen, ekonomik tanımlamaların içine fazlaca girdiğimin farkındayım, ama son 10 yılda Avrupa futbolundaki para bolluğunun transfer piyasasını nasıl şişirdiğini anlamamız için ekonominin temel olgularına değinmemiz kesinlikle gerekmektedir. Günümüzdeki transfer piyasasında oluşan hareketlenmeyi daha iyi anlayabilmemiz için geçmişe kısa bir yolculuk yapıyoruz.
Abramovich geldi piyasa alt üst oldu
Takvimler 2003 yılını gösterirken Rus milyarder Roman Abramovich, Chalsea’yi 140 milyon Sterlin’e satın aldı. Kulübü devralmasının ardından Abramovich, Chalsea’yi bir futbol devine dönüştürmek için servetinden milyonlarca Euro harcamaktan kaçınmadı. Zamanının en iyi futbolcularını transfer etmek için kesenin ağzını sonuna kadar açtı ve bu harcamaların üstünden çok zaman geçmeden Chalsea, 50 yıl aranın ardından 2004-2005 sezonunda İngiltere Premier Ligi şampiyonluğunu kazandı. Abramovich’in bu hamlesi paranın futbol dünyasında başarıyı satın alabileceğini kanıtlamıştı. Chalsea yıllar içinde bir futbol devi haline gelerek Roman Abramovich’in en büyük hedeflerinden biri olan UEFA Şampiyonlar Ligi’ni 2011-2012 yılında müzesine götürmeyi başardı.
Rus oligarkına karşı Arap Şeyhi!
Takvimler 2008 yılının Eylül ayını gösterdiğinde ise spor medyası bir başka satın alma haberiyle yankılanıyordu. İngiliz kulübü Manchester City, yaklaşık 200 milyon Sterlin’e Birleşik Arap Emirlikleri merkezli Abu Dhabi Gruba satılmıştı. Bu satın alma işleminin hemen ardından kulübün yeni sahibi Şeyh Mansour, 32,5 milyon Sterlinlik rekor bir bonservis bedeliyle Real Madrid’den Robinho’yu kadrosuna kattı. Yapılan bu sansasyonel transfer gösteriyordu ki tıpkı Rus oligarkı Roman Abramovich gibi Arap şeyhi Mansour’un da hedefi Manchester City’i dünyanın en büyük kulübü haline getirmekti. Manchester City transfer harcamalarına ertesi sezon vites arttırarak devam etti. 2009-2010 sezonu için Carlos Tevez, Emmanuel Adebayor, Kolo Toure ve Joleon Lescott transferlerine tam 94 milyon Sterlin harcadı. Manchester City 44 yıldır Premier Lig şampiyonluğu hasreti çekiyordu. Bu uzun süren hasreti ise 2012 yılının son haftasındaki Queens Park Rangers maçında attığı son saniye golüyle 36 milyon Sterlinlik Sergio Agüero sona erdirdi. Manchester City için inanılmaz bir gündü. Dört gözle beklenen şampiyonluğun yanı sıra şehrin kırmızı tarafı olan Manchester United da dize gelmişti.
Para başarıyı satın alırmış!
Chalsea ve Manchester City’nin kısa vadede başarıya ulaşması, paranın başarıyı satın alabileceğini tekrar kanıtlamıştı. O tarihten itibaren futbol dünyasında hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Paralarını nereye harcayacağını bilemeyen milyarderler şeyhler ve işinsanları için futbol yeni bir hobi olarak önce çıkmıştı. Başta Arap petrol milyarderi olmak üzere, Çinli ve ABD’li işinsanları, milyonlarca Euro’yu gözlerini kırpmadan harcamakta tereddüt etmedi. Özellikle İngiltere merkezli kulüplerin hemen hemen hepsinin arkalarında güçlü sermaye olması ve Premier Lig’in devasa yayın hakları havuzu sayesinde İngiliz kulüpleri transfer dönemlerinde milyonlarca Euro’yu saçmaya başladı. İngiltere Premier Ligi’de küme düşen bir takımın Şampiyonlar Ligi şampiyonuna denk bir meblağda gelir elde etmesiyle oluşan bu para bolluğu, tüm dünyada transfer piyasasını çok derinden etkiledi. Orta sıra İngiliz takımları bile Real Madrid, Juventus ve Bayern Münih seviyelerinde bonservis bedelleri ödeyebilecek finansal seviyeye ulaştı.
Milyon Euro'lar havada uçuyor
Oluşan bu durumla birlikte küresel transfer piyasası yıllar içerisinde bir balon gibi şişmeye başladı. 2001 yılında dünyanın en iyi orta sahası olarak gösterilen Zinedine Zidane’ı 77 milyon Euro’ya kadronuza katabilirken, günümüzde Paul Pogba için 100 milyon Euro gözden çıkarmanız bile büyük ölçüde yeterli olmayacaktır. Ballon d'or kazanmış ve dünyanın en iyisi seçilen Cristiano Ronaldo’yu 2009 yılında 94 milyon Euro’ya transfer edebilirken günümüzde João Félix’e 127 milyon Euro, Antoine Griezmann için ise 120 milyon Euro’yu gözden çıkarmanız gerekmektedir. Birçok futbol severin ezbere saydığı 'efsane' Milan kadrosunu sırtlayan en önemli oyuncularından biri olan Kaka, 2009 yılında 67 milyon Euro’ya Real Madrid’in yolunu tutarken, 2018 yılında vatandaşı Philippe Coutinho için Barcelona 135 milyon Euro’yu bir çırpıda gözden çıkardı.
Bolluk Süper Lig'i vurdu
Tabii ki transfer piyasasındaki para bolluğundan oluşan bu enflasyon belki de en çok Süper Lig kulüplerimizi etkiledi. Türk Lirası’nın son dönemlerde döviz kurları karşısındaki dalgaları hareketlerinin yanı sıra, ortalama bir oyuncu için istenen yüksek bonservis bedelleri, Türk Lirası kazanıp Euro ile ödeme yapan kulüplerimizi çok zor durumda bıraktı. Yıllarca son derece kötü yönetilip başarısız transferler yapan Süper Lig kulüplerimiz Avrupa ile açılan makası kapatamaz hale geldi. Yazımın sonuna gelmeden önce tüm okurlarımıza bir soruyu yöneltmek istiyorum: 25 yaşındaki Neymar için 222 milyon Euro ödenen bir transfer döneminde, aynı yaşta olan Ronaldinho için acaba ne kadar ödenirdi? Bence cevap belli, paha biçilemez.