Belarus'ta ne oldu?
Maçların yeniden başlaması heyecanı artarken, yaklaşık 3 aylık futbolsuz dönemde spor medyası hem yıkılırcasına kayıplara uğradı hem de yıllardır yaşadığı ataletten kurtulamamış göründü.
Maçsız dönemde televizyonlar eski karşılaşmaları vererek idare etmeye çalıştı. Özellikle TRT, muhteşem arşivi sayesinde öne geçti. Ancak bu işi daha canlandırma konusunda bir çaba gösterilmedi. Oysa bunun bir örneğini yine TRT vermişti. Köln'de oynanmış olan 1989 yılındaki Galatasaray-Monaco maçının yayınının ardından Ersin Düzen kardeşimiz, o maçın iki kahramanı olarak teknik direktör Mustafa Denizli ve unutulmaz golün kahramanı Cevad Prekazi ile sosyal medya aracılığıyla program yaptı. Çok da güzel oldu ama arkası gelmedi. Oysa böylesi önemli maçlarla ilgili olarak birkaç program yapılabilirdi. Halil İbrahim Kırkayak kardeşimizin çalışkanlığıyla kotarılan ‘Bir Zamanlar…' adlı program dışında birşey göremedik.
Habercilik açısından da gazete ve televizyonlar epeyce tutuk kaldılar. Evet, Koronavirüs nedeniyle yaşanan zorluklar açıktı ama bunu fırsata çevirmek de mümkün olabilirdi. Çok önemli birtakım durumlar görmezden gelindi. Örneğin, ben bir gazete okuru ve tv izleyicisi olarak bu süreçte Belarus'taki maçların nasıl oynanabildiğini merak ediyorum. Bütün dünyada virüsün dehşet saçtığı günlerde orada seyircili olarak maçlar yapıldı ve yapılıyor. Bunun dayanağı neydi, bu maçlar oynanırken ve sonrasında neler yaşandı? Dünya Sağlık Örgütü'nden gelen bütün uyarılara karşın bu maçlar nasıl oynanabildi? Bunların hiçbirini öğrenebilmiş değiliz.
Daha önceki yıllarda maçlar için gittiğimizde gördük ki Belarus'da bir yığın Türk yaşıyor. Orada tek Türk olmasa bile büyükelçiliğimiz aracılığıyla mutlaka haber almak mümkün olabilirdi. Kaldı ki Belaruslu gazetecilerle temas edilerek de bu haberler alınabilirdi.
Ne yazık ki buna benzer noktalarda spor basını artık tamamen dükkanı kapatmış gibi görünüyor. Çünkü mesele sadece Belarus değil, Almanya gibi bir yığın Türk gazetecinin bulunduğu ülkede maçların hangi koşullarda oynandığı ve nelerin yaşandığı yolunda hemen hiçbir haber gelmiyor. Sadece maçların verilmesi yeterli görünüyor. Önünden ve ardından bitmez-tükenmez yorumlar ve bahislerle ilgili değerlendirmeler… Oysa işin daha bir yığın boyutu var. Özellikle haber tamamen unutulmuş gibi, laf olsun kabilinden birkaç ıvırzıvırın verilmesi yeterli sayılabiliyor.
Sosyal medya ile bağlanıp virüslü günlerin nasıl geçtiği yolunda hep aynı soruların sorulup benzer yanıtların alındığı standart birtakım işler çok önemli etkinlikler sayıldı. Ancak bir süre sonra bundan herkes sıkıldı çünkü ortaya ilginç tek satır bile çıkmıyordu. Haliyle vazgeçildi.
Bunun gibi örnekler sayılamayacak kadar çok. Rahmetli Doğan Koloğlu, meslekte yetersiz olan muhabirleri tanımlarken “Haber gözüne yumruk atar, görmez!” derdi. Günümüz spor basını da tam anlamıyla bu durumda. Virüs olayı bir tembellik vesilesi olarak kullanılmış oldu. Oysa yığınla iş yapılabilir ve yapanlar da meslekte önplana çıkardı. Bütün görebildiğimiz, maçların oynanmaması yolundaki ağlaşmalar oldu. Bunun ötesine geçilemedi.
Gerçi yorumları insanın içine sıkıntı vermekten başka birşeye yaramayan bir grup meslekdaşımızı bu süre içinde tv ekranlarında görmemek de fena olmadı, biraz kendimize geldik. Fakat onlardan tamamen kurtulabilmek mümkün değil. Maçlarla birlikte birer-ikişer ortaya çıkarlar,
Futbolsuz dönemde kalan maçların oynanmaması yolundaki görüş büyük ağırlık kazanmıştı. Özellikle teknik adamlar bu konuda çok endişeliydi… Yöneticilerin pek sesi çıkmadı çünkü kulüplerin durumu ortada. Zaten batık durumdaki kulüpler neredeyse tek soluk alma şansları olan yayıncı kuruluş gelirine şiddetle muhtaç.
Ayrıca maçların oynanmamasının ortaya çıkarabileceği sonuçlar, gelecek yıllarda bu ülkede futbolun belli bir düzen içinde oynanmasını güçleştirecek kadar ağır olabilirdi. İşte görüyorsunuz, başta basketbol ve voleybol olmak üzere pek çok spor dalında sezonun kalan bölümünün iptal edilmesi başlangıçta çok doğru bir karar gibi göründü ama şimdi hiç de öyle olmadığını düşünenler artıyor. Özellikle basketbolda hiç değilse ligimizin oynanması, sezon boyu pek şans bulamayan yerli oyuncular için mükemmel bir fırsat olabilirdi. Bu sayede çok değişik bir deneyim yaşayabilirdik.
Bütün bunların görmezden gelinip ‘insan sağlığı herşeyden önemlidir' argümanıyla herşeyin halledilebileceğini sanmak, bize özgü bir düşünce ve davranış biçimi. Sanki maçların oynanmasını isteyenler insan sağlığına hiç değer vermiyorlarmış gibi bir hava yaratarak sorunlarımızı çözebileceğimizi sanıyoruz.
Çözümün değil de sorunun bir parçası olmayı yeğleyen bir insan topluluğu olmayı marifet sanıyoruz. Almanya'nın öncülüğünde maçların oynanabiliyor olması, futbol dünyasının bu virüs belasına karşı kazandığı bir zaferdir. Dünyanın çok büyük bölümüyle birlikte bizim de buna katılmamız bir zorunluluk. Onu bile anlamakta zorlanıyoruz.