Bızdıkspor’la Çarşafspor karşı karşıya gelirse!
Ajansspor yazarlarından Kaan Polat Cüreklibatır'ın yeni yazısı yayında: "Bızdıkspor’la Çarşafspor karşı karşıya gelirse"
Okuldan sonra, odamda video oynatıcı da betamax kasetler ardı ardına dönerken, ben, on iki on üç yaşında bir ‘Yeşilçam’ çocuğu, koltuğun üzerine boylu boyunca uzanmış, babamın filmlerinin birini bitirir ötekine başlardım. En çok tarihi filmlerine düşkündüm ya, güneşin doğduğu yerden gizemli bir kahraman beyaz bir atın üzerinde bana doğru gelir, beni en heyecanlı serüvenlere taşırdı. Hem de nasıl serüvenler; ‘Kara Murat, Battal Gazi, Malkoçoğlu’, Türk halkının kahramanlıklarını anlatıyorlardı; ‘Komiser Cemil, Vatandaş Rıza, Yarınsız Adam’ daha toplumsal ve iddialıydılar. Küçük Sevgilim, Aşk Mabudesi, Arım Balım Peteğim, daha duygusal ve melodram!
Beni başlangıçtan beri bu filmlerin içine belki bana daima iyiyi, doğruyu düşleten ve en güzel serüvenleri yaşatan film kahramanlarının babam olması itiyordu. Sonraları o filmlerin derinliklerine girdikçe, tüm bu kahramanların görünüşleri, yaşamları ve kişilik özellikleriyle ‘bizden’ insanlar olduğunu daha iyi anlayacaktım.
Sıcak bir yaz akşamında, bir bakarsın; çınar ağaçlarının altında, buğulu gözleri; ceplerinde, mektuplarıyla, içlenen aşıklar; bir bakarsın, sırtlarında yoksul yağmurlukları, ellerinde tahta valizleriyle, İstanbul’a okumak için gelen gurbet çocukları; bir bakarsın, omuzlarında mavzer, dev gövdeleriyle vatanını savunan kahraman Mehmetler, görünür kaybolur. ‘Mucize’ Yeşilçam’ın yükseliş dönemindeki ‘beşeri’ konu hazineleri, yerini, gece kimbilir nereden aklıma gelen bir dijital platformdan izlediğim ‘İstasyon’ filmine; 70’li yılların sonuna çıplak bir toprak zeminde, harıl harıl top peşinde koşan çocuklara bırakıyor. Çocukluğum olanca, ‘naifliği ve güzelliğiyle’ gözlerimin önüne seriliyor. Geçmişe dönüp aralarına bir girebilsem, topu önüme alabilecek, 18'in içinden ayak içi bir plaseyle, kalecinin ağlamaklı yüzünü sanki görebileceğim.
İstasyon filminin düşündürdükleri!
Kalede Gırgırspor’un cesur kalecisi Çarşaf, sahanın tam ortası, topun başında tombul Bızdıkspor kaptanı, arkada beş bızdık iddialı hazır, topun öbür tarafında Gırgır Ali ısınıyor, birazdan oyunun tansiyonunu düşürecek, ‘’... sert oynamak yok çocuklar, şunun şurasında gırgırına maç yapacağız...’’
1977’lerde bir yaz günü, o gün Bızdıkspor’la Çarsafspor karşı karşıya geliyor. Heyecanlı, pırıl pırıl bir çocuk kalabalığı, ortalığı tezahürata boğuyor, ‘’... ya ya ya şa şa şa Gırgırspor çok yaşa!..’’ Saha engebeli üzerinde iki taş üst üste kale; Gırgırspor’un kalecisi Çarşaf, Bızdıkspor kaptanının çok sert bir şutunu ağzıyla yakalıyor.
Filmden, hafızama nakşedilmiş sahne, buydu! Gırgır Ali’nin, köpeği Çarşaf’la, mahallenin bızdıklarına karşı ‘gazozuna’ top oynaması; Gırgır Ali, eski bir mahkum, hapisten çıktıktan sonra hayatı ‘gırgırına’ yaşıyor; mahallenin çocuklarıyla top oynuyor, sahilde balık tutuyor. ‘Gırgırına’ kelimesinin üzerinde durmak istiyorum. Futbolun daha çok duygularla oynandığı,-- ya da daha amatör ve romantik mi diyelim— dönemde, bunun özel bir anlamı var; bunun ne olduğunu, ‘Futbol Yeşilçam gibidir’ başlıklı yazımda şöyle anlatmaya çalışmıştım.
‘’... bir film karesi gibidir futbol. Bir toprak saha, iki kale ve topun peşinde koşan onlarca çocuk. Bir duygunun peşinden koşarlar. Pantolonlar bol paça, alacalı hırkalar giymiş farklı mahallenin çocuklarıdırlar onlar. Ama amaçları aynıdır... Oyun oynamak.
Topa vursun, gol olsun ister. Gol olunca sevinir, mutlu olur. Hislenir. Futbol hissiyattır. Hislerle oynanır. Hislerle anlam kazanır. Zemin ve zamandan bağımsızdır.’’
Futbola olan ‘tutkum’; İstasyon filmindeki mizansen gibi; 80’li yılarda Levent’in yeşil tepelerinde çıplak bir toprak alan üzerinde mahallenin çocuklarıyla top oynayarak oluştu. Destan, kurt köpeğimiz, babamın uzaktan bir ıslığıyla dikkat kesilir, o ne söylerse adeta bir emir misali yerine getirirdi. ‘’... haydi Destan otur, biz maça başlıyoruz...’’
Bu tutkum, okulda da büyüyerek devam etti; lisede futbol takımının seçmelerine katılmıştım. Birkaç top sektirmeden sonra beden eğitimi derslerine giren Raşit hocama hünerimi kanıtlamış olacağım ki, beni takımın vazgeçilmez solağı olarak üç sene kadrosuna almıştı. O zaman antrenmanlarımızı haftanın üç günü okulun basketbol sahasında, hafta sonları ise İstanbul Teknik Üniversite’sinin Maslak’taki toprak sahasında yapardık.
Acaba bir yerlerde öyle toprak sahalar kalmış mıdır?
‘Topraktan yoksun çocuklar!’
Güneşten, temiz havadan yararlanmanın ve toprakta oyun oynamanın ne olduğunu, bizim neslin çocukları- özellikle erkekler- ikisi arasında organik olduğu kadar tutkusal bir birlik mevcut olduğunu çok iyi bilir. Biz, elde killi toprak, farklı şekiller ortaya çıkarır, engebeli toprakta misketleri dizer, uzaktan baştaki misketi vurmaya çalışır, ya da komşu bahçelerden, incir yerdik. Bugün, kimse o toprak alanların, çocuklara hem yeni bir dünya bahşettiğini, hem de yaşadığı dünyaya yeni anlamlar kazandırmaya imkan sağladığını düşünmüyor. Toprakta oyun oynamak; çocukların öğrenmesi ve gelişmesini destekleyen, gerçek hayatın bir parçası olan çok önemli bir süreç özellikle toplu grup oyunları oynuyorlarsa; çocuk önce çevresini ve arkadaşını tanıyor. Fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duygusal yönden doyuma ulaşırken yeteneğini geliştiriyor. Ben, yeteneğini geliştirip, daha ileriye taşımış, başarılı olmuş insanların ortak en önemli özelliğin, ‘toprakla’ haşır neşir olmuş insanlar olduğuna inanıyorum. Çünkü bu insanlar, toprakla uğraşırken, yaratıcılıkları gelişiyor, sorunları da daha kolay çözümleyebiliyorlar.
Konuyla ilgili yeri gelmişken babam ‘‘...toprakla uğraşmak, insana bakmayı ve görmeyi öğretir oğlum...’’ derdi. bu sözü hatırladıkça, çocukluğumda, babamın bana niye, bahçe sulattığını daha iyi kavrayabiliyorum.
İdraksizlik mi, vurdumduymazlık mı?
Çocuk psikologların ortak kanısı, dış mekandan yoksun kapalı alanlarda oyun oynamanın çocukların fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişmelerini olumsuz yönde etkilediği, bunu açıkça kanıtladıkları halde, hala neden yanlışta ısrar edilmesi, acaba neden: idraksizlikten mi, vurdumduymazlıktan mı yoksa çocuklara değer verilmemesinden mi?
Ülkemizin çok önemli bir sorunudur bu! Toprak alanlar, hayatımızdan çıkıyor. Tabii, çocuklarında. Bugün çocuklar, top oynayacak, boş alan bulamıyor. Çünkü o toprak alanlar yok, ya ‘avm’, olmuş, ya ‘residans’. Şurada burada kalmış toprak alanları da, asla yeşil bir kalkınma tasarımı, ya da çağdaş bir kent projeksiyonu sunmayan; sadece nasıl yapılırsa daha çok para kazanabileceğini hesaplayan, ‘beton’ bir yönetim anlayışla yok ediyoruz; üstelik bunu gelişim sanıyoruz.