"Kuntz'a veda mesajı samimiyetsizdi"
Fatih Cumhur Sarıkan, Türkiye Futbol Federasyonu'nun teknik direktörlük görevi için Vincenzo Montella tercihini değerlendirdi.
Tüm olan bitenden bağımsız, Milli Takımın yeni teknik direktörü Vincenzo Montella’nın, dolayısı ile Milli Takımımızın başarılı olmasını elbette çok istiyorum. Japonca’da kriz sözcüğü, tehlike ve şans karakterleri yan yana getirilerek yazılırmış. Avrupa Şampiyonası’na katılmak için azımsanmayacak bir avantajımız, ayrıca kucağımızda yeterince krizimiz varken, kısa vadeli, hızlı, kararlı çözümlerle şansımızı kullanabilmeliyiz. Sanırım ilk iş, çoktandır artık “Bizim olmayan Çocukların” yeniden ekip haline gelmelerini sağlamak. Ekibin tanımı belli: aynı amaç için bir araya gelmiş, birbirini tamamlayan yetkinliklere sahip, görev tanımları belirlenmiş, ilkeleri, iş yapış metodu olan, birbirine güven, bağlılık hisseden, belli sayıda adanmış (atanmış değil!) insan topluluğu.
Sonuç analizi yapılmadan, organizasyon ve süreçler gözden geçirilmeden, yalnızca yetkili kişilerin değiş(tiril)mesiyle çözüme ulaşılabileceği beklentisi, ister istemez Einstein’ı hatırlatıyor. Albert Einstein’a atfedilen söz, bu yazıdaki ikinci tanım olsun: “Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp, farklı sonuçlar beklemektir!”
Bir yerden başlamak lazım:
- 2020-‘21 sezonunda 6.292 olan TFF bünyesindeki toplam hakem sayısının, 2023-’24 sezonunda 4.743’e düşmesi (-%25) acilen ele alınması gereken bir konu değil mi? Hakemlik mesleği, lisans derecesinde ve sonrasında düzenli verilecek eğitimlerle yalnızca atletik değil, belli düzeyde zihinsel ve psikolojik donanıma sahip olunan, alt liglerde de makul gelir sağlayan, cazip, saygın bir hale gelemez mi? Babadan oğula geçen, hep aynı soyadların var olduğu bir tür kast sisteminin ötesine yaygınlaşamaz mı?
- Süper Lig’de 6. hafta henüz bitmişken birçok saha zemininin bozulması, tüm tarafların hemen ilgilenmesi gereken bir başka acil konu değil mi? Milano’nun meşhur, Inter’e göre Giuseppe Meazza, Milan’a göre San Siro stadı nasıl oluyor da yıllardır her sezon iki kulübe birden ev sahipliği yapabiliyorken, Antalya Belek’te dünyaca ünlü golf alanlarımız varken, saha zeminlerimiz 6 haftada bozulabiliyor? Ülkedeki bütün ziraat fakültelerinin konuyu onur meselesi yapmaları, ortaya çıkmaları gerekiyor...
- Halen geçerli, sahada en az 3 yerli oyuncu kuralına kulüpler dahice(!) çözümler ürettiler. Altyapıdan oyuncu yetiştirmek yerine, Avrupa’daki Türk asıllı “yetişmişleri”, daha önce Avrupa’ya gidip kariyerinde durgunluğa girenleri, Mavi Kart sahibi futbolcuları önemli bedellerle transfer ettiler. Kural, amaçladığı durumdan epey savrulmuş durumda. Hal böyleyken amaca yönelik hızlı bir gözden geçirme neden mümkün olmuyor?..
Futbol kamuoyunun yeniden yapılanma, temiz sayfa, sil baştan başlama, köklü reform gibi büyük büyük beklentileri bir tarafa bırakması gerçekçi bir tavır olur. Futbol, yarattığı ekonomi, gördüğü ilgi ve yaptığı etki ile diğer spor branşlarıyla kıyaslanmayacak ölçüde büyük. Sevgili Yiğiter Uluğ’un, Simon Kuper’in ünlü kitabına bulduğu harika başlıktaki gibi, gerçekten de sadece futbol değil! Bu büyüklükte bir ekosistemde hayat, sosyal bilimlerdeki “diğer faktörler sabitken...” varsayımıyla modelleme yapmayı mümkün kılmıyor. Diğer faktörlerdeki çarpıklık, günlük hayatımızın içine soktuğumuz, mutluluğumuzu endekslediğimiz, üzerinden kim olduğumuzu bile tariflediğimiz futbolu -sudaki halkalar gibi- büyürken şiddetlenen darbelerle etkiliyor.
Bu yazıyı yazarken, Montella’nın kendisi için bugün düzenlenen imza törenindeki sözleri dikkatimi çekti: “...Futbolda bütün taraftarlara neşe getirmek istiyoruz... Takım oyunuyla ilgili birkaç şey belirledik. Bu kriterler üzerinden yeni bir plan yapmayı düşünüyoruz. Belli bir sistem değil, bir oyun metodu üstüne çalışacağız...”
Demek ki kulüp mantığı ile sabit bir kadroya, kafasındaki oyun sistemini yerleştirmeyecek. Kısa vadeli hedeflere ulaşmak için eldeki havuzun en iyilerine odaklanacak, birlikte oynayabilecekleri, en uygun, en iyi oyunu tasarlayacak. Uzun vadeli, stratejiye dayanan, organizasyonu olan bir futbol devrimi, futbol seferberliği, zaten Montella’yı çok aşan, ancak hepimizin ısrarla ve samimiyetle talep etmesiyle gündeme gelebilecek bir ütopya.
10 Kasım 2003’ü hatırlıyor musunuz? İlk kez katıldığımız dünya kupasında, kadın voleybol milli takımımızın İtalya maçı sırasında, saat tam 9’u 5 geçe mola alarak, Atamıza saygı duruşunda bulunmasını?.. Marka çalışmalarıyla kulakları dolduran unvanlar elbette bulunabiliyor ama bunların kişilerin, ekiplerin üstüne oturması için kalpleri de doldurmaları gerekiyor. Milli Takımın gerçekten “Bizim Çocuklar” olmaları, saha sonuçlarının ötesinde, birlikte ortak bir kişilik, bir tavır göstermeleriyle mümkün. O zaman hayat, ofislerde tasarlanmış unvanlardan çok daha anlamlılarını zaten hediye edecektir.
Dilerim Milli Takımımızın 2024 yolculuğu Almanya’ya varmakla kalmasın, 14 Temmuz’da Berlin’deki finale kadar sürsün.