"Brezilya'nın zaferi hayal gücü ve doğaçlamanın zaferiydi"
1970 Meksika Dünya Kupası bugünden bakınca futbolun masalsı ve belki gerçekten de doruk noktası olarak görülüyor. Yaygın inanışa göre, turnuva bir hücum futbolu şenliğiydi ve kupayı alan Brezilya - Pele, Tostao, Gerson, Rivellino, vb.- günümüzde de eşi benzeri olmayan bir paradigma, dünyanın gördüğü ve muhtemelen görebileceği gelmiş geçmiş en iyi takım olarak değerlendiriliyor.
"Brezilya'nın topla elde ettiği zafer Amerikalıların ayı fethetmesini andırıyor"
Brezilya kadrosu turnuva hazırlıkları kapsamında bir NASA eğitim programında geçmişti ve bunun mecazi önemini herkes fark etmiş görünüyordu. Normalde ciddi gazete olan Jornal do Brazil bile, 22 Haziran 1970'te cüretiyle şaşırtan şu gözlemiş yapmıştı: "Brezilya'nın topla elde ettiği zafer Amerikalıların ayı fethetmesini andırıyor."
"Topla elde edilen zafer... Ayın fethedilmesi"
İlk bakışta bu gülünç bir karşılaştırma gibi görünse de içinde doğruluk payı da yok değil. İlk olarak, soyut tabirlerin kullanılması söz konusu: "Topla elde edilen zafer... Ayın fethedilmesi". Amerikalılar uzay yarışında Sovyetleri, Brezilya ise Dünya Kupası finalinde İtalyanları yenmiş olmasına rağmeniki rakibin de adı geçmiyor. Daha ziyade, bir yıldan kısa bir arayla gerçekleşmiş olan bu başarılar, daha büyük bir uğraş, cismani rakiplerden çok, sanki o mükemmeliyet seviyesinde futbol oynamak bütün insanlığın bir zaferiymişçesine, harici, insanlık-dışı unsurlara karşı elde edilmiş birer galibiyetmiş gibi görülüyorlar.
Pele'nin orta sahadan yaptığı aşırtma vuruş
Elbette 1970'teki turnuvanın unutulmaz anların hepsinin temelde pek de sonucuna varmış, yarışmacı şeyler olması dikkat çekici: Pele'nin Çekoslovakya karşısında orta sahadan yaptığı aşırtma vuruş gol olmadı; yarı finalde Uruguay kalecisi Ladislao Mazurkiewicz'i gösterişli bir çalımla terse yatırdıktan sonra boş pozisyonu kaçırdı. Finalde Carlos Alberto Torres'in meşhur golü bile sonuç artık belli olduktan sonra, maçın bitimine dört dakika kala geldi. Bu kelimenin gerçek anlamıyla futebol arte idi: Sonucu belirleyen pozisyonların değil, parçası oldukları maçların o anki bağlamının ötesine geçen pasajların alkışlandığı bir futbol - gerçi bununla birlikte, Brezilya turnuvayı kazanamamış olsaydı, şimdiki gibi hayranlıkla değil, verimlilik düşmanı bir ölçüsüzlük örneği olarak da hatırlanabilirdi.
İkinci ay seferi ve Pele'nin 1000. golü
Aya ayak basmanın yirminci yüzyılın en üstün teknolojik başarısı, Brezilya'nın 1970 Dünya Kupası zaferinin de en üstün sportif başarısı olup olmadığı tartışılabilir, ama her iki alanda da başka hiçbir olayın etkisi bu kadar ani, hiçbir olayın sembolik önemi bu kadar evrensel olmadı. Bunun nedeni basit aslında: televizyon. Bütün dünyada televizyonları başındaki milyonlarca izleyici için birdenbire, Neil Armstrong'un o adımı ve Carlos Alberto'nun fırtına gibi şutu, gerçekleştirdikleri anda birçok farklı biçimde tekrar tekrar dolaşıma sokulmaya yazgılı birer ikon haline geldiler. Bu ikisi tele-kültürel çağın ilk iki büyük kürese olayıydı. Söz konusu sembolik bağlantıyı onaylarcasına, ikinci ay seferi de Pele'nin Santos formasıyla Vasco de Gama karşısındaki penaltıyı gole çevirip kariyerindeki 1000. golü attığı güne denk geldi.
Sarı formalar ve kobalt mavisi şortlar
Brezilya'nın canlı sarı formalar ve kobalt mavisi şortlarla sahaya çıkmasının da katkısı olmadı değil: Yeni renkli televizyon çağı için biçilmiş kaftandılar. Meksika güneşinin parıltılı ışığında, gelecek bizzat buymuş gibi görünüyordu.: Parlak ve harikulade. Brezilya turnuvada sadece bir maçta gol yemedi, ama kimin umurundaydı. Kusurları da cazibelerinin bir parçasıydı: Onlara evrensel bir çekicilik katan-belki Arjantin haricinde-bir naiflikleri vardı. Hugh McIIvanney final maçıyla ilgili yazısında şöyle diyordu: "O son dakikalar futbolun, onun güzelliği ve şevkinin imbikten geçirilmiş bir halini ve neredeyse su katılmamış bir keyfi içeriyordu. Başka takımlar bizi heyecanlandırıp onlara saygı duymaya sevk eder. Brezilyalılar ise kendi zirvelerine çıktıklarında bize öylesine doğal ve derinbir zevk verdiler ki bu canlı bir fiziksel deneyimdi adeta... Futbolu takım oyunlarının en zarifi, heyecan vericisi ve duygulandırıcısı yapan özellikleri hepsi gözümüzün önünde sergileniyordu. Brezilyalılar kendilerine has yetenekleriyle gurur duyuyorlardı ama kendileri hakkında olduğu kadar futbol hakkında da bir söz söylemek için yanışıp tutuştuklarını görmek de çok da zor değildi. Onu sevmeksizin bir oyunda dünyanın en iyisi olamazsınız ve Azteka tribünlerinde heyecandan içi içine sığmayan herkes karşımızdakinin bir çeşit adak olduğunu seziyordu."
"Brezilya'nın zaferi hayal gücü ve doğaçlamanın zaferiydi"
Aya ayak basılması ABD'nin bilimsel, teknoloji, mali ve duygusal kaynaklarını yoğunlaştırdığı bir projenin zirvesine erişmesiydi. 1962'de Kennedy'nin uzay yarışının başladığını kabul etmesiyle birlikte, ayın fethi ABD'nin en büyük hedefi haline gelmişti. 1962 yılında Brezilya ise ikinci Dünya Kupası'nı kazandı ve kaynaklarını bir üçüncüsünü de kazanmaya yönlendirmek için yola çıktı. 1970'e gelindiğinde askeri hükümetin de futbola el atmasıyla birlikte, oyuncular önceleri kimsenin düşünemeyeceği titizlikteki hazırlık programlarına tabi tutuldular. Avrupa uluslarının bu alanda ilerlemiş olduğuna dikkat çeken Gerson, "Fiziksel kondisyonumuzu geliştirmek için bir şeyler yapmamız gerektiğini biliyorduk," diyordu. "1966'da kondisyonumuz iyiydi, ama onlarınki kadar iyi değildi." Brezilyalı oyuncuların hepsi Meksika'ya kendileri için özel olarak yapılmış el yapımı kramponlarla giderken, hareketlerinden iki gün önce katı şekilde kontrol edilen birbeslenme ve uyku programı çerçevesinde Meksika saatinde yaşamaya başladılar. Formaları bile terden ağırlaşmayacak şekilde yeniden tasarlandı. Brezilya'nın zaferi hayal gücü ve doğaçlamanın zaferiydi, ama bilim ve hazırlık süreci- ve ekonomik şartlar-tarafından da desteklenmişti. (Futbolun Taktikleri Tarihi - J.W, Bölüm-1)