Çare bulamadığımız bir dert
Tekrarlamakta yarar var: Fransa galibiyeti futbol tarihimizin en büyük başarısıdır. Ondan sadece 3 gün sonra İzlanda’ya yenilmek de bizim için hiç şaşırtıcı bir durum değildir. Elbette ki bunun bir yığın nedeni vardır. Ancak temelde, bizim futbol tarihimiz boyunca sağlam bir gelişme ve ilerleme yoluna girememiş olmamız yatıyor.
Yendiğimiz Dünya Şampiyona Fransa’nın belki de son 10 yılın en berbat maçını oynadığı gibi bir gerçeği görebilenler yok değildi. Teknik direktörümüz haliyle bu gerçeği en açık şekilde değerlendiren kişiydi. Dolayısıyla o galibiyetten dolayı hava girmiş olmak türünden gevezeliklerin herhangi bir yorum değeri yok. İzlanda’ya başka nedenlerle kaybettik.
İzlanda bizim için çare bulamadığımız bir dert durumunda. Maç öncesi soranlara, daha önce deplasmanda mental olarak utanılacak durumda maça çıkıp yenilmeyi beklediğimizi, bu maçın kesinlikle öyle olmayacağını söylemiştim. Daha da kötüsü oldu. İlk yarım saat, Milli Takımın alışkın olduğumuz denilebilecek utandırıcı dağınıklıklarından birinin bir kez daha ortaya çıkmış olmasıydı. Yediğimiz iki gol de öyle.
Rakibin fizik güç olarak üstünlüğünü, çabukluk ve hızla birleştirip her topa bizden önce gidebilmesi, o gollerdeki temel etkendi. Biz topa sahip olduğumuzu sanıp bununla avunurken onlar nasıl sonuca gideceklerini biliyordu. Kişisel hata boyutunda, iki golde de Kenan’ın uyuduğunu söylemek gerekiyor. Bir hücumcunun böylesi savunma görevlerinde yapacağı hatalar bilinmeyen durumlar değildir.
3 gün içinde bu kadar geri gitmemizin nedeni, İzlanda’nın bir türlü çözüm bulamadığımız oyunu kadar, Mahmut ve Cengiz gibi yerlerine eşdeğer adamlar koyamadığımız iki kilit oyuncunun yokluğuydu. Bu yüzden ilk 30 dakika ortaalanda hemen hiç top tutamadık ve rakip kaleye gidemedik. Sonrasındaki 15 dakika ve ikinci yarı değişikliklerle biraz kendimize gelip futbol oynamaya başladık ama geç kalmıştık.
Sosyal medyada görüşlerini açıklayan doğuştan teknik direktörlerin hedef aldığı 1 numaralı adam olan Ozan Tufan’ın, hocasının verdiği görevi tam olarak yerine getirdiği kanısındayım. 3-4 pas hatası dışında etkiliydi. Rakip hücumlar karşısında dalgakıran görevi yapabilecek başka adamımızın olmayışı şaşırtıcıydı. Bu tür bir beklentimizin olduğu Dorukhan attığı golle büyük iş yaptı ama asıl görevinde epeyce aksadı.
90 dakika oyunda kalması eleştirilebilecek tek adam Burak’tı. Milli Takımdaki en verimsiz maçını oynadı ama Güneş onu oyundan almak istemedi. ‘Golü atar, bütün görüşleri değiştirir’ diye düşünmüş olabilir. Hakan Çalhanoğlu’nun da ‘Bu adam Milan’da nasıl oynuyor?’ diye sorulabilecek maçlarından biriydi.
Böyle bir maça Yusuf Yazıcı ve Abdülkadir ile çıkılamazdı çünkü rakibin doğal olarak daha diri başlayacağı maçta fizik olarak ezilip teknik kapasitelerini ortaya koyamazlardı. Nitekim Yusuf, ikinci yarı girmesine karşın 3 kez top kaptırdı ve hepsi de pozisyon oldu. Abdülkadir’in de böyle bir maçın gidişatını değiştirebilecek bir etkinlik göstermesi sözkonusuydu olamazdı. O ancak birkaç yıl sonra olabilecek bir iş.
Fransa maçından sonra da henüz bizim henüz sağlam bir Milli Takım kadromuzun ve oyun anlayışımızın olmadığını belirtmeye çalışmıştık. Nitekim o maçta güçlü rakibe pozisyon vermeyen savunmamızın İzlanda karşısında darmadağın oluşu, görmezden gelinebilecek gibi değildi. Zeki, Kaan, Melih ve Hasan Ali, dördü de felaketti. Rakibin hızı, çabukluğu ve sertliği karşısında neye uğradıklarını şaşırdılar. Birarada oynamışlıkları o kadar az ki bunu doğal saymak gerekiyor.
Hemen bütün kafa toplarını rakip alır, ikili mücadeleleri kazanır, dönen topları tekrar kullanır ve her yerden etkili şutlar atarken durumdayken maç kazanmanın imkanı olmadığı açık. Bizim bu konulardaki eksiklerimizi gidermek için daha çok çalışmamız gerekiyor. İstanbul’un bir mahallesi kadar nüfusu olan, gibisinden muhabbetleri de geçelim. Onlar, neyi nasıl yapacaklarını bizden çok daha iyi bildiklerini defalarca gösterdiler, bizse sadece konuşuyoruz.
İlk 4 maçımızdan 1’ini kaybetmiş olmanın yaslara bürünülecek bir tarafı yok. Hedefe ulaşma konusunda mümkün olabilecek en iyi yerde bulunduğumuzu dahi söyleyebiliriz. Ancak daha yapılacak çok iş olduğu da gün gibi ortada. Öncelikle, ‘evet, bizim Milli Takımımız budur’ denilebilecek bir kadro oluşturmak ve sağlam bir oyun anlayışı geliştirmek gerekiyor. Yoksa tek maçlık başarılar ve böyle berbat zikzaklarla daha uzun yılları harcarız.