Cavit Altunay ile kapanan perde
CAVİT ALTUNAY İLE KAPANAN PERDE
ÖLÜM DOĞANIN SON YASASI O ZAMAN!
Ünlü psikanalist Erich Fromm’un çok güzel bir cümlesi vardır: “Sevdiklerinize sıkı sıkı sarılın, bir gün o sevdiklerinizden birini kaybederseniz artık onu bulmaya hiç bir gücünüz yetmeye bilir!” Evet Türk Basketbolundan bir yıldız daha kaydı. Basketbol bir spor dalı. Türkiye’ye gelişi, benimsenmesi, kulüplerde oynanmaya başlaması, liglerin kurulması, minicik salonlarda adeta sporcu aileler arasında oynanan basketbolun milyonlara sevdirilmesi! Öylesine bir süre aldı ki. Yıllar birbirini tüketti. Ankara’da TED ve Mülkiye’nin 250-500 kişilik salonları, İstanbul’da ise Kadıköy Halk Eğitim ve Amerikan dersanesi’nin yine bir kaç yüz kişilik salonlarından “BASKETBOLU HALKIN SPORU YAPMAK!” hiçte kolay bir iş değil di! Yokluk içinden basketbolu ve basketbolcuyu çıkarmak. 15 kişilik basketbol adayından 12 kişi Milli Takıma seçiliyordu. 35 yaşında bulunan rahmetli Hüseyin Alp, basketbolu kısa sürede öğrenip, karpuz atışı ile tamamladığı faul atışlarından sonra oynadığı ilk Deplasmanlı Liginde Altınordu, ardından İTÜ takımlarını hep şampiyonluklarında en büyük emeği geçen oyuncu olarak Türkiye’de en önemli oyuncu kariyerine sahip oyunculardan biridir. Türkiye’de bir gün basketbol müzesi kurulursa mutlaka heykeli olacak oyuncuların başında Hüseyin Alp gelmelidir.
Basketbol hiçte kolay bir oyun değildir. Hele basketbolcu olmanın bedeli çok ağırdır. Yıldız bir basketbolcu olmak, hem Allah vergisi kabiliyet, hem de çok çalışmaktan geçer. Ancak iyi bir eğitmenin eline düşmeyen oyuncunun yıldız olması çok zordur. İşte Cavit Altunay bireysel beceriyi geliştirmek ve yıldız oyuncu yetiştirmek üzerine ülkemizin gelmiş geçmiş en önemli Coachlarından biridir. Galatasaray başta, bir çok takımda alt ve üst yapılarda antrenör olarak çalıştı. Eskiler çok iyi bilir. Basketbol camiası ona Tıp Fakültesini yarıda bıraktığı için; “Doktor Cavit” diye hitap ederdi. Yaşamı boyunca sadece basketbola endeksliydi. Hiç bir iş yapmadı ömrü boyunca, minik takımlardan başlamak kaydı ile ne kadar basketbol maçı varsa izlerdi. Basketbol iyi ve yıldız basketbolcular ile güzelleştiğini bildiği için, gözüne kestirdiği oyuncuları alır onlarla teke tek çalışırdı. Asla çalışma saati mefhumu olmazdı. Sabah, akşam ne vakit olursa olsun, karşısında bulduğu oyuncu ile fundamental çalışır, oyuncunun tüm eksiklerinin üzerinde saatler tüketirdi. Bireysel gelişimler sonunda bir çok oyuncuyu yıldız seviyesinde ülkemize kazandırdı. Hiç isim yazmayacağım. (Unuttuğum dostlarım kırılır) Bu yazıyı yazarken Beşiktaş’tan takım arkadaşım Battal Durusel ile Cavit Abiyi uzun uzun konuştuk. İyiydi, eşsizdi ama zor adamdı! Yalçın Granit ile sürtüşmeleri sonunda hep arka planlarda kaldı. Yalçın abi, bir kaç sene evvel, “Cavit Altunay’a çok yanlışımız oldu, Türk Basketbolu ondan yeterince istifade edemedi.” diye bizzat bana söylemişti.
Tersti, kolay kolay kimsenin fikrini kabul etmez, uçuk düşünürdü. Ancak çok önemli maçlar öncesi kara tahtaya yazdığı maç sonuçları çoğu zaman “cuk” diye tutardı. Evet Battal’ın söylediği gibi artık vefat edenlere üzülmememiz gerekli. Bunu öğrenmeliyiz. Yakında bizde öleceğiz, arkamızdan kimsenin üzülmesini istememeliyiz. Çünkü bu evrenin kanunu: “Doğduk-yaşadık ve öldük.” Çünkü bu kuralı bu güne kadar kimse “hiç edemedi!” Karadeliğin sırrını çözdü çözecek olan: “Prof.Dr. Sephan Hawking bile 10 senelik ömrünü 70 li yıllara taşıdı ama o kadar! Sonunda oda ölüme teslim oldu!”
Cavit Altunay’a bir gün sordum “Hiç ailen olmayacak mı? evlenmeyecek misini? Çocuğun olsun istemez misin?” dedim. Cevap olarak: “Hayır hiç evlenmeyeceğim, benim tek ailem basketbol” demişti! İşte burada duruyorum. Akşam eve döndüğü zamanlar ilk önce annesi vardı. Onu kaybedince çok sarsıldı ve çok yalnız kaldı. Yalnız, geldiği spor salonlarında yalnız maç seyreder, sonunda yalnız salonu terk ederdi. Sonunda öylesine yalnız kaldı ki, Galatasaray camiası sahip çıktı. Ve sonun da hepimizin ağabeyi Doktor Cavit Altunay yapayalnız göçtü gitti. Kendi tercih ettiği yaşamında ne kadar mutlu oldu? Neden aile kurmadı? Neden bu kadar yalnız kaldı? Bir kızı veya oğlu, hatta torunları olsaydı! Başka türlü mutlu olamaz mıydı? Bu ancak benim görüşüm. Çünkü o sadece kendisi gibi yaşadı ve gitti. Allahtan rahmet dilerim mekanı cennet olsun.
Yeni nesil bir çok genç ile tanışıyorum. Öyle cümleler kuruyorlar ki, “Basketbolu çok seviyorum. Basketbol benim hayatım! Ondan başka bir şey düşünemiyorum!” diyorlar! Hem ede çok ciddi boyutta, sabahlara kadar basketbol için dirsek çürütüyorlar! Vallahi de, Billahi de, yapmayın arkadaşlar. Bu evrende sadece basketbol ile yaşamınızı sınırlandırmak bazen çok tehlikeli olabilir. Bu kadar emek verdiğiniz basketbol sizi yapayalnız bırakabilir. O yalnızlık ise çok tehlikelidir. Basketbol tek hayat değildir. Önemli bir çoğunluk olan gençlere, bu vesile ile sesleniyorum. Aman dikkat. Bu dünya ve hayat geçici, bir güne kalmaz, geçer gider ve elinizden bir sabun köpüğü gibi kayıp gitmesine asla müsaade etmeyiniz.
Çok sevdiğim Can Yücel ne güzel söylemiş:FARKI FARK ETMEK: şiirinden beğendiğim bölümleri aldım.
“Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli/ Anne karnına sığarken, dünyaya neden sığmadığını ve en sonunda/ Bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli/ Şu çok geniş görünen dünyanın ahirete nisbetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli/ Ezrailin her an sürpriz yapabileceğini/ Nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan/ Eşine SENİ ÇOK SEVİYORUM demenin, mutluluk yolunda ki, müthiş gücünü fark etmeli/ Ömür dediğin, üç gündür, dün geldi geçti, yarın meçhuldür/ O halde ömür dediğin bir gündür/ O da bu gündür.