En çok para harcayan en başarısız!
Ajansspor köşe yazarı Ahmet Çakır, Süper Lig 2019-2020 sezonunu değerlendirdi. Şampiyon Başakşehir, Galatasaray, Fenerbahçe, Trabzonspor ve Beşiktaş hakkında ne dedi? İşte detaylar...
İkisinin de hak ettiği düzeyde eleştirilerle karşılaşmayışı ilginç bir durum. İki kulübün sahibolduğu potansiyel nedeniyle medya ve yorumcular, bu işin üzerinde pek durmak istemez gibiler. Muhakkak ki çeşitli nedenlerle bu fiyasko dile getiriliyor ama uzun boylu üzerinde durulmuyor. Ayrıca sezon içinde bu durumlar üzerinde bir yığın boş laf edildiğinden, yenilerine gereksinme de yok!
Fenerbahçe, Ali Koç döneminde umutsuz bir vak'a olma yolunda. Koç göreve geldiğinde Aykut Kocaman'ı takımın başında tutup tek transfer bile yapmasa, Fenerbahçe geride kalan iki sezonda ilk 3'ten düşmezdi. Tam 16 futbolcunun gelip-gittiği önceki sezonun büyük bülümü küme düşme endişesi içinde geçip 6.lıkla sonuçlandı. Yine rekor sayıda transferin yapıldığı bu sezon da öyle bir endişe yaşanmadı ama Sarı-Lacivertli takım 7.sırada kaldı.
Galatasaray bu sezona yeni bir dörtlemenin üçüncüsü için başladı. Ndiaye ve Fernando gibi iki önemli kaybın yanında Onyekuru'nun yerinin doldurulması da zordu ama yapılan transferlerle uzak ara ligin en pahalı kadrosu oluşturuldu. Özellikle son dakikada Nzonzi, Seri ve Lemina'nın kiralanması müthiş bir işti. Şampiyonluk rastlantılara bırakılmayıp garantilenmiş gibi görünüyordu.
Ancak hazırlık döneminin yeterince iyi geçmediği maçlar başlar başlamaz ortaya çıktı. Daha ilk maçta TFF 1.Ligden yeni yükselmiş ve pek transfer de yapamamış Denizlispor yenilgisi, sezon boyunca yaşanacakların kanıtı gibiydi. Sonrasında Galatasaray'ın özellikle kendi evinde son dakikalarda yediği gollerle yitirdiği puanlar, ligin ilk yarısında şampiyonluk çizgisinin çok gerisinde kalmasına yol açtı.
Şunu kabul etmek zorundayız: İlk yarıyı 27 puanla bitiren hiçbir takım şampiyonluk olamaz! Bu bir matematiktir. Bugüne kadar şampiyona olan takımların tümü maç başına ortalama 2 puanın üzerinde toplamıştır. 3 puanlı lig tarihinin en az puanını geçen sezon Galatasaray alırken, ortalama yine kılpayı da olsa 2'nin üzerindedir (69 bölü 34). Bu sezon da Başakşehir aynı puanı toplamıştır.
Bu açıdan bakıldığında Galatasaray sezon boyunca hiç şampiyona adayı olamadı. Sadece 24.haftada 48 puanla zirve yaptı. Bu 8 maçlık galibiyet serisinin sonuydu ve artık herkesin şampiyonluk adayı Galatasaray'dı. Nasıl ki geçen sezon epeyce geriden gelip bu işi başarmıştı, bu kez de aynısı olacaktı. Hatırlayalım, “fark 8 değil, 18 puan da olsa kapanır”dı.
Salgın öncesi deplasmandaki Sivasspor maçındaki 2-2'lik beraberlik kayıp olarak görülemezdi. Ancak kazanılabilecek bir maçtı ve bu açıdan bir kırılma yaşanmıştı. Hemen ardından hangi koşullarda oynanacağı bir türlü belli olmayan Beşiktaş derbisinin, seyircisizlik uygulamasının kurbanı oluşu ikinci darbe idi. Sonrasındaki çatışma ortamı da Galatasaray'ı yıpratan bir başka etkendi.
Salgın döneminde Sarı-Kırmızılı takımın nasıl hazırlandığını bilme olacağı yok çünkü bu çalışmalar kapalı olarak yapılıyor. Ancak takım Ç.Rizespor karşısında sahaya çıktığında o çalışmaların yeterli olmadığı çok açık biçimde ortaya çıktı. Ligin zayıf ekiplerinden biri olan Ç.Rizespor, geçmişte yaşananlar nedeniyle Sarı-kırmızılı taraftarın da tepkisini çekmişti. Bu açıdan da kritik bir maçtı.
Bu karşılaşmada yapılması gereken en önemli iş, rakibin sertliğine aynen karşılık verebilmekti. Oysa Cimbom rakibi karşısında çok yumuşak kaldı ve dağıldı. Üstelik, Muslera'nın sakatlığı şampiyonluğa malolabilecek kadar ağır bir sorundu. Ardından Andone de sakatlandı. İnanılması zor biçimde kazanılamayan Gaziantep maçında da Falcao sezonu kapattı ve Cimbom darmadağın oldu.
Bu süreçte özellikle Ankaragücü gibi rakipler karşısında bile kaybetmek çok pahalıya maloldu. Böylesine ağır maliyetli bir kadroyla Avrupa'ya ancak Trabzonspor'a verilen cezayla çıkabilmek düpedüz skandal. Bunun üzerinde hemen hiç durulmuyor gibi bir ortamın oluşu daha da şaşırtıcı. Şunu hepimiz biliyoruz ki, Terim değil de dünyanın en iyi teknik direktörü Galatasaray'ın başında olsa bu sonuçlar nedeniyle vedalaşılırdı.
Sarı-Kırmızılı takım iki dönemde de iyi hazırlanmamak yüzünden böyle bir sonuçla karşılaştı. Elbette ki bir yığın talihsizlik de yaşandı. Çok önemli sakatlıklar, yıkıcı hakem hataları, TFF ile çatışmadan doğan sıkıntılar görmezden gelinebilecek durumlar değildi. Fakat yapılan hatalar daha belirgindi. En güçlü şampiyonluk adayının sezonu rekor yenilgiyle kapatması olacak iş değildi. Teknik direktörün de bununla bir ilgisi yokmuş gibi görünmesi, tuhaftı.
Terim'in tartışılmaz başarısının yanında onunla çalışmanın zorluğu da bilinen bir gerçek. Başka bir gerçek de İmparator'un transferi sevmesi. Hiç yapılmadığı sezon bile bu sayı 10'dan aşağı düşmüyor. Ancak bugünkü mali koşullarda bu iş belli bir disiplinle yapılmadığında ortaya yıkıcı bir tablo çıkıyor. Üstelik, yapılan transferler kimi zaman faydadan çok zarar getirebiliyor.
Örneğin, son dakikada Lemina, Seri, Nzonzi gibi transferlerin yapılması, o bölgede oynayacak adamların düşmesine yol açtı. Ömer Bayram, Taylan Antalyalı gibi oyuncular arka planda kaldı. Hem Falcao hem Andone alınınca Adem Büyük'ten yararlanma şansı kalmadı. Şener ve Jimmy Durmaz gibi oyuncular hemen hiç yararlanılmaz duruma getirildi. Bu yüzden de hepsi geri gitti. Daha önceki hatalı tercih yüzünden Linnes'ten yararlanılamadı. Onun da durumu aynıydı.
Sezonun en başarılı takımları Sivasspor ve Alanyaspor bu işi çok geniş kadroyla değil 14-15 oyuncuyla yaptılar. Oturmuş kadro ve ezberlenmiş oyun anlayışıyla daha kolay hedefe ulaştılar. Onlar, gereksiz harcamalarla mali durumlarını daha da ağırlaştırmaktan kaçınmış oldular. Galatasaray ve Fenerbahçe ise bunun tersini kanıtlama telaşında gibiydi. Bedeli de ağır oldu.
Gereğinden fazla transfer her kulübü perişan, takımı da darmadağın eden bir etken. Geçmişte 1996-2000 arasındaki büyük zaferler döneminde Faruk Süren buna çok dikkat ettiklerini açıklamıştı. Bugünkü yönetimin böyle bir gücü yok. Fenerbahçe'nin dramı da aynı, kendilerini felakete sürükleyen transferi çare olarak görmekten bir türlü vazgeçemiyorlar. Bunun bedeli de her geçen yıl biraz daha ağırlaşan borç yükü oluyor. Yazarken bile insanın içini karartan bu durumdan ne zaman ve nasıl kurtulacaklarını da kimse tahmin bile edemiyor.
Böyle korkunç bir ortamda liglerde düşmenin kaldırılmasıyla ortaya çıkacak olan sorunlar tam anlamıyla ‘futbolun ölümü' anlamına geliyor. Kim bilir belki de hepimizi bu dertten kurtaracak olan çare de budur. Artık kimsenin görmezden gelemeyeceği mutlak bir iflas durumundan sonra belki işlerin düzelmesiyle ilgili bişeyler yapılabileceğinden umutlanabiliriz.