Fatih Terim'den 20 yıl önceki Fatih Terim'e mektup
"Her kazandığında bitecek mi sanıyorsun?"
Fatih Terim'in mektubu şöyle:
"Sevgili Fatih... Akşam saatlerinde, hayallerinin takımı, vazgeçilmezlerinden biri olan Galatasaray'ın başında, bugüne kadar Türk futbol tarihinde en büyük maça çıkacaksın...
Biliyorum, o kadar merak ediyorsun, o kadar heyecanlısın ki, saat gece yarısını geçmiş olsa da birazdan yerinden kalkıp, yardımcılarınla beraber muhtemel tüm senaryoları birkaç kez daha konuşacak ve uyuyamayacaksın.
Sana bir sır vereyim, oyuncuların da uyumuyor. Şu an onlar da 10-12 kişi bir arada ve onlar da aynı senin gibi biliyorlar ki, akşam sahada ne olursa olsun inancını kaybetmeyen bir takım olacak.
Biraz eskiye gitmek istiyorum, 1974 yılına. Metin Oktay'ın Adana'daki baba ocağına gidip, el öptüğü geceye. Babanın çıkarken Metin ağabeyin kulağına eğilip, 'Allah utandırmasın, yolunuz açık olsun' diyerek ettiği duanın üzerinden tam 46 yıl geçti.
Merak etme, Allah utandırmadı, yolunu hep açık etti. Sen ise hayal kurdun, hedef koydun ve bunlar için çok çalıştın, vazgeçmedin. Hiç kolay olmadı ama emanet edildiğin yuvayı sen emanet aldın, ona her zaman gözün gibi baktın. Yüreğini ferah tut.
Galatasaray ile 1974'te başlayan ve 11 yıl süren futbolculuk kariyeri sonrasını hatırlıyor musun? 'Dinlenmek istiyorum, çok yoruldum' demiştin kendi kendine. Sana bir haber vereyim 2020 yılındayız ve belki de o günler dinlendiğin son zamanlardı.
1986 Dünya Kupası. Güneş Gazetesi'ne Dünya Kupası izlenimlerini yazacaktın ama iki kişinin yan yana geldiği fotoğrafların gazetelerde röportaja çevrildiği o zamanlarda dahi, benim bu organizasyonu yerinden takip etmem gerekir diyerek gitmiştin Meksika'ya.
O zaman anlamıştın, senin kaderinde futbol vardı ve ondan asla kopmayacaktın. Ankaragücü, Göztepe, milli takım... Her biriyle hep bir üst seviyeyi yakalamak istedin. Hedeflerin hep yüksekti. İlk gittiğinde kümede kalma mücadelesi veren Ankaragücü'nde 2. sezonda topladığınız puan, hala kulüp tarihindeki en iyi sezonlardan birine karşılık geliyor..
Türkiye Olimpik Milli Takımı ile 1993 yılında kazanılan Akdeniz Oyunlarındaki ilk altın madalya, 2020 yılında dahi, ülkenin futbol referanslarından biri. Kurulan o kadro, sonra ülke futbolunun kaderini değiştirdi. Tüm bunlara rağmen, aklının hep bir köşesinde Galatasaray vardı. Hayallerinin takımı, babanın seni emanet ettiği camia..
Futbolu bıraktığın 1985 yılından sonra kulüp tesislerine hiç gitmemiştin, ta ki 1995 yılında Galatasaray'a teknik direktör olana kadar.. Sevgili Fatih, biraz daha hafızamı tazelemem lazım, 2000'deki UEFA Kupası finaline kolay gelmediniz. İlk gün, Florya'da yaptığım o toplantıyı hatırla. Ne demiştim takıma? 'Burada hiçbir zaman ikincilik başarı değildir, birinci olamazsam, vedalaşırız.'
Türkiye Ligi'nde yerli teknik adamların pek şans bulduğu bir dönem değildi, açık konuşalım, yabancı teknik adamların yaptıkları hep bir başka görünüyordu.. Evet, Galatasaray eski kaptanına tabii ki bir şans verecekti ama kabul edelim ki ilk başarısızlıkta hazırda bekleyenler de vardı. Tek kıstas şampiyonluktu..
Allah'a çok şükür, ilk sene, ikinci sene derken mahcup olmadınız. Belki ilk tökezlemede verilen kararlar farklı olsa, 2020 yılında çok daha başka şeyler konuşuyor olurduk..
Biliyorum, 17 Mayıs 2000 gecesini ve maç sonucunu merak ediyorsun. 3 sene üst üste şampiyon olmuşsunuz ve 4. için birkaç gün sonra oynayacağınız son maçta 1 puan yetiyor. Bu bile uzun süre tekrarlanmayacak bir başarı ama Türkiye'deki homurtuların nedeni, Avrupa'da henüz bir kupa kazanılamamış olması..
Tamam, 3 sene şampiyon oldular da Avrupa'da ne oldu sesleri, eleştiriler, yorumlarla birbirine girmiş durumda. O zamanlar Avrupa'da her sene Türkiye'den başka takım şampiyon oluyor ya, sesler ondan..
Merak ediyorsan söyleyeyim, Galatasaray ile Şampiyonlar Ligi'nde çok yaklaşacak olsanız dahi, 2000'den sonra bir kupa gelmedi Türkiye'ye..
Peki bu eleştirilerin nedeni ne? Anlam veremiyor musun, her kazandığında bitecek mi sanıyorsun? Hayır, bu baskı ve başarı için verilen mücadele asla sona ermeyecek ama içten içe biliyorsun ki, seni 20 yıl sonra da ayakta tutacak ve motive edecek en önemli unsurlardan biri bu.
"Merak etme, 20 yıl sonra da aynısını söyleyeceksin"
Hatırlatmak istediğim bir maç var. Belki birçok kişinin unutmak isteyeceği bir akşam. İngiltere'de topun çizgiyi geçmesine rağmen gol kararı çıkmayan, kalecinin kırmızı kart görüp cezalı duruma düştüğü deplasmanda tek golle yenildiğiniz Chelsea ile İstanbul'da oynanan karşılaşma. Maç başlıyor. O zaman dünyanın her takımına, dünyanın her yerinde yaptığınız gibi rakip takımın 18'ine yerleşiyorsunuz. Takım moralli, tribünler heyecanlı ama 90 dakika sonunda skor rakip lehine 5-0. 2020 yılında dahi o günkü gibi üzüleceksin o maça.
Chelsea teknik direktörü Vialli karşılaştığınızda sana şöyle demişti: 'Futbol bazen böyle, bugünün hakkı bu değildi.' Gerçekten de o gün iki takımı tanımayan ve skoru bilmeyen biri bu takım mavileri sahadan silmiş derdi. Biliyorum çok yalnız hissettin. Çoğu kayıplarında yalnız kalacaksın zaten. Her zaman etrafında olanlar, acısını senden uzakta, belki de seni sorumlu tutarak yaşayacak. Üzüntülerini o kadar derinden yaşayacaksın ki gelecek mutlulukların habercisi olduğunu göremeyeceksin. O gün stadyumdan çıktın, eve gitmek yerine takımla otobüse bindin ve oyunculara kampın devam ettiğini söyledin.
Stattan Florya'ya geçtiniz ve ilk günkü yerde unutulmayacak bir toplantı daha yaptın oyuncularınla. Çok değil 48 saat sonra Bursa'da Bursaspor'la oynayacaktınız ve ideal kadrodan 8-9 kişi götürmeyecektin o maça. Olay bu ya, o günde %100 hakimiyetle 90 dakika sonu, 0-0. Kaybedilen 2 puan. Biz demiştik diyenler her zaman hazır. Döndünüz 3 gün sonraki Hertha Berlin maçını planlamaya.
UEFA Kupası'nda devam etmek için yapılması gereken şey hiç de kolay değildi. Grup lideri Hertha Berlin'i deplamanda yenmek ve grubun son maçında Ali Sami Yen'de Milan'ı mağlup ederek 3. sırayı almak. Berlin'deki penaltı golüyle yenik duruma düştükten sonra oynanan muhteşem futbol bize bazı şeyleri göstermişti. Almanya'da herhangi bir Alman takımını 4-1 yenmek hala kolay değil. Üstelik o akşam o takım kazanması halinde Şampiyonlar Ligi'nde bir üst tura çıkıyorsa...
Maçtan sonra basın toplantısında Almanlar'ın gündemi buydu. Onlara şöyle demiştim: "Merak etmeyin, son maçta da Milan'ı yeneceğiz ve siz yine Şampiyonlar Ligi'nde yolunuza devam edeceksiniz." Ne büyük söz değil mi? Söz verdin de karşındaki takım da Milan. 2. yarının başında 2-1 yapmışlar ve size 1 puan yetmiyor. Onlar kazanırsa Şampiyonlar Ligi'ne, 1 puan alırlarsa UEFA Kupası'nda devam edecekler. Sen ne yapıyorsun? İlk oyuncu değişikliğinde takımın en büyük yıldızını alıyorsun yanına, 4 dakika sonra da savunmanın belkemiği geliyor kulübüye. O gün maçı yorumlayanlar, tribünde izleyenler, herkes şok içinde. Gole, belki de mucizeye ihtiyacın var.
Hagi çıkar mı? Çıkmaz. Bir vurur, ne olduğunu anlamazsın sana maç kazandırır. Pardon ama daha önce yapmış bunu defalarca. Ya Popescu? Savunma liderin. Milan'a karşı defanstan birini çıkarıp bir ileri birini alıyorsun. Demek ki o gün öyle okumuşsun maçı ve böyle bir karar vermişsin. Biliyorum diyeceksin ki, 'Oyun içerisinde inandığım ve gördüğüm ama yapmadığım, cesaret etmediğim hiçbir şey olmadı bugüne kadar.' Merak etme, 20 yıl sonra da aynısını söyleyeceksin.
Aldığın riskler bazen kredinden gidiyor, bazen de yıllar geçiyor, unutulmuyor. Değil mi ki kaybettiğinde değil, vazgeçtiğinde uzaklaşırsın kendinden. Maçı kazanıyorsunuz 3-2. Hem de son 5 dakikada atılan 2 golle. Yeni bir yolculuk, hayalinin yeni bir aşaması başlıyor. UEFA Kupası'nda finale kadar yapılan her kura çekimine bizzat gittin ve her defasında kimilerine göre en zor ama senin gönlündeki takımlar geldi karşına. Bolonga, Dortmund, Leeds United ve Arsenal...
Bologna'yı hatırlıyor musun? Belki de en zoru oydu. O zaman analiz imkanları gelişmemişti. Şimdi tek bir tuşla, her takımdaki her oyuncuyu en ince ayrıntısına kadar analiz edebiliyorsun.
Yine yerinde izlemek, o atmosferi tatmak bir başka diyeceksin. Sonuna kadar katılıyorum. Bologna eşleşmesinden önce rakibi izlemek için İtalya'ya gittiğinde; stada girişte yaşanan o izdihamı anımsıyor olmalısın. Şöyle düşünmüştün: "Demek ki biz bir şeyler yapıyoruz, futbolumuzla dikkat çekiyoruz." Aldığımız başarıları daha çok kişi duyuyor ama en önemlisi bunları yaparak da insanların saygısını kazanmışız.
İlk maç kötü hava, zorlu deplasman... Beraberlikle döndükten sonra İstanbul'da çok kuvvetli bir Bologna takımına karşı alınan galibiyet.
Basın toplantısına geliyorsun, daha önce hiç olmadığı kadar büyük bir kalabalık var, İtalyanlar da azımsanmayacak kadar. Bir İtalyan gazeteci ısrarla zorluyor: "Ama penaltı verilmedi, penaltı verilseydi. Yanlış verildi, doğru verildi." diye. Sonra öğreniyorsun, Bolognalıymış. Biraz da dolmuş, içerlemiş sonuca. Sabredip, derin bir nefes alıp 2020'de bile hala hatırlanan o cevabı veriyorsun, üstüne de göz kırparak: "Finito giocare. Resultante importante" (Maç bitti. Önemli olan sonuç)
UEFA Kupası finaline gelene kadar en çok zorlanacağını düşündüğün Dortmund eşleşmesi sırada. Zoru kolay çeviriyorsunuz. Dortmund'da 2-0 kazanıp İstanbul'da gerektiği gibi oynayarak gelen çeyrek final vizesi.
Ardından Mallorca... Oyuncularına 'biz bu işin sonuna kadar gideriz' dediğinde anlatmak istediğin iki şey vardı aslında. Belki sen de söylemiştin bunu çokça. Ama artık 'Şanssızdık, yapamadık' zamanı değildi. Kaybedecek de bir şeyimiz yoktu. İyi futbol, dünyanın her yerinde her takımına karşı oynanabilirdi. Mallorca'ya karşı deplasmanda 4-1 kazanırken bunu göstermiştiniz. Yarı final kapısı da böyle açılmıştı. Finalde ne olduğunu duymak istiyorsun ama az kaldı...
Finale kadar gelen süreçteki en zorlu Sınav Leeds United'a karşıydı. Gelecekten haber vereyim. O dönemki Leeds United, olağanüstü bir takımdı ve bir sene sonra Şampiyonlar Ligi'nde yarı final oynadı.
Sadece Leeds'in muhteşem bir takım olması değildi sizi zorlayacak olan; İstanbul'daki maçtan bir gün önce taraftarlar arasında yaşanan büyük kavga ve iki İngiliz taraftarın hayatını kaybetmesi o 90 dakikanın anlamını bir başka boyuta taşıyordu.
Doğru bir liderlik çıkıyor sahneye. İstanbul'daki 2-0'lık galibiyet final kapısını aralıyor ama zor bir engel daha var karşımızda zaten ne zaman kolay olmuştu ki...
O dönemi saha dışında da nasıl yönettiğini hatırlıyorum. İngiltere'ye çok büyük bir güvenlik önlemi altında gitmiştiniz. Maç öncesi siyah tişörtle çıkmıştı takım sahaya. Oyuncuların üzüntüleri yüzlerinden okunuyor, tibünler hayatlarını kaybeden taraftarların anısına çiçekler dağıtıyordu.
Bu maçla ilgili çarpıcı bir diğer detay da; takımla taktik analiz toplantısının Florya'daki altyapı binasında yer alan sinema salonunda doğal tribün efekti eşliğinde yapılmasıydı.
Ellen Road artı 40 bin öfkeli ve heyecanlı taraftar. Alınan 2-2'lik beraberlik ve sonunda final.
Merakla beklediğin sorunun cevabı geliyor artık. Maç günündesin, sahada son bir antrenman daha. Gölge oyunu, İstanbul'da kaybedilen Chelsea maçı aklında. O içinde ukde kalmıştı ya, Allah da sana böyle bir fırsat verdi işte. O gün hücum gücü yüksek bir oyun oynanırken, arkada bırakılan boşluklardan yararlanmıştı Chelsea.
O akşam da karşıdaki takımda Henry ve Overmars gibi iki uçurtma var. Buna göre tüm önlemleri alıyorsunuz. Evet oynuyorsunuz ve her yerde de oynadınız ama kaybedilen o Chelsea maçı da hem sana, hem takıma bir şeyler öğretmiş.
Sonunda bu mektubu sana yazma nedenine gelelim Fatih Efendi. Bugün 17 Mayıs 2020. Türk futbol tarihinin hala en önemli başarısının 20. yıl dönümü. O gün o ekibin parçası olan her bireyle birlikte tarih yazdınız."
Tribünde 'dağ başını duman almış' diye haykıran, ekranları karşısında göz yaşlarını tutamayan milyonlar, hala o günün bitmeyen gururunu ve heyecanın yaşıyor.
Normal süresi, golsüz bitti maçın. Uzatmada sen oyuncu değişikliği yapmaya hazırlanırken, takımın eksik kaldı. Kaptanın sakatlansa da, futbol tarihinde unutulmayacak şekilde oyuna devam etti.
Direnen, vazgeçmeyen, 'helal olsun' dedirten ve duaların hiç durmadığı uzatma anları. Penaltılar ve son atış. Kalplerin yerinden çıktığı an. Tüm Türkiye'yi sokağa döken an. Kimsenin kelimelerle ifade edemediği mutluluk, göz yaşı...
Maç sonu yalnız başına kaldığında derin bir 'oh' çektin. Gökyüzüne baktın ve şükrettin. Dizlerinin üstünde kaldın. O gün henüz maçın heyecanı geçmeden sana mikrofon uzatılan ilk anda da işaret edeceğin gibi hedefi her zaman daha yükseğe koyacaksın, hiç vazgeçmeyeceksin.
Belki o zaman 66 yaşına geldiğindeki halini farklı tasvir ediyor olabilirsin ama aynı hırs, aynı heyecan ve aynı hayalin peşinde koşmaya devam edeceksin.
Bu bir çılgınlık, bırak bu çılgınlığı bugünden sonra desem, biliyorum ki bana bunun hayatın ta kendisi olduğunu ve ruhunu en çok besleyenin bunu yaşamak olduğunu söyleyeceksin.
Çocukların büyüyecek. Torunların dünyaya gelecek ve sen de yeniden doğacaksın. Hayat her zaman iyi haberlerle karşına çıkmayacak. Ayrılıklar göreceksin, geri döneceksin. Kayıpların olacak, yas tutacaksın.
Yüzündeki her çizgide yaşadıkların yaşattıklarının izi olacak. Ama sonunda hayat devam edecek ve devam ettikçe sen de hiç bitmeyecek hayallerin için yaşayacaksın. Ta ki o hayaller gerçek olana dek. Seni elim kalbimde selamlıyor, gözlerinden öpüyorum."
Yasal uyarı: Bu haber Ajansspor.com tarafından yazılmıştır, kaynak gösterilmeden kullanılamaz.