Futbol elitleri ve mahremiyet!
smail Kartal'ın geleceği ; saha içindeki sportif başarılarına göre değil, kulüp elitlerinin (başkan ve yöneticiler) elinde görünüyor. İsmail Kartal gidecek mi, kalacak mı sorusuna yanıt ; Aziz Yıldırım ve kurmayları isterse "Evet" olacaktır.
Futbol eliti olarak adlandırılan ancak ; amatör ruhla hareket eden yönetici ve tiplemeleri, günümüz futbolumuzun en ciddi problemlerinden yalnızca biridir benim düşünce penceremde...
Soyunma odaları; yeri geldiğinde mahrem olur, yeri geldiğinde ise başkan ve yöneticilerin rahatlıkla girebildiği, hatta futbolcuları motive(!) ettiği alanlar olarak betimlenir.
Kimi başkanlar, "kadroyu gelecek hafta ben yapacağım" demecini pişkince verir, kimi başkanlar ise teknik direktörün otoritesini rahatlıkla al aşağı edip, talimatlarını futbolculara yağdırır. Başarı gelmesi halinde ise o başarının tek sahibi olur...
Kulüp dinamikleri içinde başkanların yeri bu ülkede ayrıdır. Başkan, teknik-taktik konulara da girebilir, kendi kafasında kurguladığı oyun sistemini, emri altındaki teknik direktöre de dikte edebilir. Bunlar gayet meşru şeylerdir... Meşru hale gelmesinde maalesef medyanın da payı vardır!
Yöneticilerin düşüncelerini uygulamayan teknik adamların, antrenörlerin görev alma şansı pek yoktur. Düzene karşı çıkan, fikirlerini, düşüncelerini özgürce dile getirebilen çalıştırıcılar pek sevilmez, başarılı olsa bile ilk fırsatta bileti kesilebilir.
Örneğin ; bir takımı, aynı teknik direktörün belirli aralıklarla defalarca çalıştırıyor olması sizce doğal mıdır? Eğer teknik direktör, ideallerini, duruşunu bozmuş, kendinden ödün vermiş ve sistemin istediği kıvamda bir profile bürünmüşse gayet normaldir tabi...
Diğer ülkelerde taraftarlarıyla iç içe olan ve hatta futbol kulüplerinin 12. adamı ve en büyük destekçisi olan taraftarlara kendi elleriyle sosisli ikram eden, yerini bilen (!) başkanları da görünce, durumun vahametini anlamak pek zor olmasa gerek.
"Parayı verenin düdüğü çaldığı" canım ülkemizde yönetici figürlerinin değişmesi en azından kısa vadede pek mümkün görünmüyor. Bağıran, çağıran ve karşısındakini sindirmeyi bu usulle başaran yöneticiler, maalesef el üstünde tutuluyor. Ne diyelim? Herkes, layık olduğu şekilde idare edilir.
Galatasaray büyük avantaj yakaladı...
Adı Süper olan ancak ; kalitesi ve ambalajı pek iç açıcı olmayan Süper Lig'de, sezonu tamamlamak üzereyiz. Galatasaray, Fenerbahçe, ve Beşiktaş'ın ilk 3 sıra içindeki yerinin değişmediği, klasikleşen liglerden birini daha bitireceğiz.
Sporun kalitesini artırabilecek etmenlerin bir araya gelmediği, çirkinliklerin diz boyu olduğu, Süleyman Seba ismine hakaret edildiği bir sezondan söz ediyorum. Fakat ; sezon içinde yaşananlar yine birçok kişi tarafından unutulacak. Maalesef, sadece şampiyonluk zevki tadılacak mücadele bardağından...
"Büyük" olarak adlandırılan takımlar, ezeli rakiplerine liderliği defalarca ikram edince, en az hata yapanın şampiyonluğa yaklaştığı bir görüntü oluştu. Hamza Hamzaoğlu yönetimindeki Galatasaray, rakiplerinden daha az hata yaptı ve şu anda da ciddi bir avantaj elde etmiş durumdalar.
Galatasaray camiası, önceki yıllarda olduğu gibi kenetlenebilir ve güçlü bir konsantrasyon, sinerji oluşturabilirse bu avantajı tepmez. İpler, artık Galatasaray'ın elinde. Şampiyonluğun en güçlü adayı ; futboluyla taraftarını doyuramayan, sonuca odaklı oyunuyla rakiplerini bir adım geride bırakan Galatasaray'dır...
İsmail Kartal ve Slaven Bilic'in sonu...
Fenerbahçe, sezon başında İsmail Kartal'ı göreve getirerek büyük bir risk aldı. Her ne kadar sezona kupayla başlayan bir İsmail Kartal'ın varlığından söz etsek de, önceki teknik direktörlerin yaptıklarının gölgesinde bir profil gözlemledik.
İsmail Kartal'ın geleceği ; saha içindeki sportif başarılarına göre değil, kulüp elitlerinin (başkan ve yöneticiler) elinde görünüyor. İsmail Kartal gidecek mi, kalacak mı sorusuna yanıt ; Aziz Yıldırım ve kurmayları isterse "Evet" olacaktır.
Öte yandan Beşiktaş Kulübü de, sözleşmesini yenilemediği Slaven Bilic ile yola devam etmeyebilir. Sözleşme yenilememe kararı alarak yönetim, bir "durum değerlendirmesi" yapmak niyetinde olduğunu açıkça göstermiştir. Bilic'in kaderi sezon sonunda belli olacak.
Ziraat Türkiye Kupası gitti, Avrupa defteri kapandı ve Süper Lig'de de şampiyonluğa ulaşılması imkânsız hale geldi. Bu tablo içinde Bilic'in kalması, bence namümkün görünüyor.
Ülke sporuna gelince... Mevcut sistem değişmeden, baştan sona reel bir yapılanma gerçekleştirilmeden, sözde devrimlerle bu kaliteye doğru yürünmez. Önce, bahse konu olan devrimi yapabilecek karakterdeki kişilerin görevde olabilmesi gerek. Bu ne zaman olur? Onu da Allah bilir.
Not : Bu ülke, sosisli kağıtlarına kadro yazıp teknik direktörüne gönderen yönetici tiplemelerine de şahit olmuştur. Teknik direktörlere bırakın rahat çalışabileceği bir ortam sağlamayı, bu kişileri bir "maşa" olarak kullanmak o kişiler için bir keyif aracı haline gelmiştir!