Futbola 'doğru' bakabilmek!
Ajansspor.com yazarlarından Kaan Polat Cüreklibatır, Futbola ‘doğru’ bakabilmek! isimli yazısını sizler için kaleme aldı...
Nasıl kafa tutmayalım? ‘Devasa’ bir gölge kıpkızıl üzerimize devrilmiş, giyimi kuşamı, son derece sade; siyah spor eşofmanlarıyla, sahaya inmiş; tok sesi, üzerimizdeki havayı tümden değiştiriyordu. Hatırlamamak elde mi? Zihnime kelimesi kelimesine şu kelimeleri kaydetmişti. ‘’ ...Mutlaka mücadele etmeli, gözlem yapmalı...’’
Babamın ‘başarı stratejisi’!..
Babamın, hayatta iyi bir insan olabilmek için, iyi bir takım oyuncusu olabilmek için zaruri bulduğu şeyler vardır. Onlar olmazsa insanın hayatta başarılı olamayacağını düşünür. Bu, onun formasyonunun ‘mücadele’ insanı olmasından ileri gelir. Onun gözünde bir insan iki ana temel üzerinde başarılı olur. Birisi mücadeledir, birisi gözlemdir.
Mücadele, insanda ikinci tabiat halinde olmalıdır. Yani düştüğünde kalkmalıdır. Mücadeleci olması lazımdır. Ama yetmez. Mücadele insanı bir yere kadar götürür, ondan sonra bir gözlem lazımdır. Gözlem, bir platform oluşturur. Bu platform insanın gözlem platformdur; içinde yaşanılan toplumu ve dönemin insanını mümkün mertebe kavrayabilmek, bu sayede tarihsel misyonunun bilincinde bir insan olabilmek!
Demek ki, bir insan başarılı olabilmek için mutlaka mücadele azmine sahip olmalı, zorluklardan yılmamalı, her düştüğünde ayağa kalkmalı; hem de gözlemci olmalıdır.
Futbolda da iyi bir oyuncu olabilmenin püf noktası burasıdır. Mücadele etmek ve oyun idrakini iyi kavrayabilmek; başarının ‘olmazsa olmaz’ unsurları!
Bu ‘mücadele azmini’ ve ‘oyun idrakini’, küçük yaşta babamdan öğrenmiştim.
Hadi o yılların hafızamda kalan anlarını, babamın futbol tavrını bir yoklayalım. Aynen hatırımdadır.
Nerede babam, orada mücadele!..
Sinirlendiğinde, halı sahada, top geçer adam geçemezdi. Yenilgiyi de asla kabul etmezdi. ‘Bir adamın karakteri, sahada verdiği mücadeleyle belli olur.’’ derdi. Koşmaya mücadele etmeye beni ve Murat’ı teşvik ederdi.
Baştan aşağı cesaretti.
Saha içinde hayatta olduğu gibi hep mücadele ettiğini gördüm. Futbol yeteneği, sanat yeteneği kadar iyi değildi, teknik değildi, taktik bilgisi yoktu belki ama hep mücadele ederdi.
Rakiplerinin korkulu rüyasıydı. Defansta oynar, rakip çalım atmaya kalktığında karate refleksiyle adamı yere indirirdi. Rakip babama sevgi ve saygısından hiç itiraz etmezdi. Babam yine de mahcup olur, yüzünde hafif bir tebessüm, rakip oyuncunun elinden tutar, ayağa kaldırırdı.
Ne öğrendiysem ondan öğrendim. Kendi başarından çok, takımın başarısını düşünmeyi, takıma aidiyet duygusuyla hareket etmemi öğütlerdi.
‘Her türlü sıfat ve unvanlardan uzak, ayakların yere sağlam basmalı, sadece kendine karşı sorumlu değil, sahada arkadaşlarına karşı da sorumlusun .’’ derdi.
Teknik, taktik antrenmanı değil, kişilik ve karakter antrenmanı yaptırıyordu.
Bahçe işlerini çok sever, domatesini, biberini kendi yetiştirirdi. Bahçeyi ben sulardım.
Bir gün, ‘’Kaan, bahçede kaç kavak ağacı var?’’ diye sordu. Bilemedim. Utanmıştım.
Ama o bakmayı, görmeyi öğretiyordu.
Avrupa Şampiyonası’na gelince...
Avrupa Şampiyonası’nın, yarı final maçları epeyce tempolu geçti;en çokta dikkatimi ne çekti biliyor musunuz; fizik gücü ve oyun idraki gelişmiş takımların, sonuçları da kolay alması!
Farkındaysanız, bizim milli takımımız, yüksek tempoda oynanan maçların hiçbirisini , başından sonuna aynı dirilikte götüremedi! En iyi oyuncularımızın bile zaman zaman oyundan ‘kaybolduğunu’, yani ‘ dinlendiğini’ kim inkar edebilir? Günümüzde bile, takımlarımızın çoğu, uluslararası turnuvalarda maçları, ‘fizik güç’ yetersizliğinden kaybetmiyor mu?