Futbolumuzun son babasıydı...
Beşiktaş'ın "Baba" lakaplı efsane Edip Adanır'ın babası Recep Adanır 88 yaşında hayatını kaybetti.
Türkiye futbolunda ‘baba’ lakabını taşıyan üç isminden biriydi. Baba Hakkı (Yeten), Baba Gündüz (Kılıç) ve Baba Recep (Adanır)….
1929 yılında Ankara'da dünyaya gelen Baba Recep, 1947'de Ankaragücü’ne transfer oldu. Golleriyle takımını Türkiye şampiyonluğuna taşıyan isimlerin başında yer aldı. Baba Recep, 1950 yılında düşlerini süsleyen takıma; Beşiktaş’a transfer oldu.Özellikle frikikten attığı gollerle öne çıkan Baba Recep, 10 yıl taşıdığı siyah beyazlı formayla bir Türkiye Ligi şampiyonluğu, iki de Federasyon Kupası şampiyonluğu yaşadı. Bunun yanı sıra üç de İstanbul Ligi şampiyonluğu kupası kazandı.
Onu çıplak gözle izleyenler futbolculuğunu şöyle tarif ediyor: Her iki ayağından füze hızında ve mermi gibi şutlar çıkardı. Üstün bir top hâkimiyeti, öldürücü driplingleri ve ani kısa deparlarıyla rakiplerini perişan ederdi.
METİN OKTAY ‘BABA SEN ÇOK BÜYÜKSÜN’ DEDİ
31 Mart 2017’de Four Four Two dergisinden Hilal Gülyurt’a konuşan Baba Recep, kariyerine dair bir çok anıya da yer vermişti.
Futbola Ankaragücü’nde başlamışsınız. Kulübün imkânları ne durumdaydı?
Ankaragücü’nde oynadığım dönemde Ankara’da bir Ankaragücü, bir de Gençlerbirliği vardı. Ankara Demirspor filan çok bilinmezdi. Ankaragücü’nün düştüğü durumu görünce çok üzülüyorum. Futbol oynamaya 1947’de Ankaragücü’nün genç takımlarında başlamıştım. Mahalleden Makine Kimya Enstitüsü’nde çalışan bir ağabeyimiz beni Ankaragücü’ne tavsiye etmişti. Kulübe kabul edildiğimde dünyalar benim olmuştu. Ankaragücü’nde çok otoriter bir malzemeci vardı. İlk idmana çıktığımda bana öyle kötü bir ayakkabı vermişti ki ayaklarım yara bere içinde kalmıştı. Bir sonraki idmanda bana güzel ayakkabı, temiz bir forma verdi. Anladım ki beni beğenmiş! Eskiden iyi malzeme kullanabilmek için iyi oyuncu olmak gerekirdi. O dönemde Ankaragücü çok iyiydi. 1955 senesinde Ankaragücü’nde ilk defa kaptan olarak çıktığım Türkiye Kupası finalinde Galatasaray’ı 5-4 yenmiştik. Sürekli mağlup durumdayken benim de gollerimle maçı kazanmıştık.
Beşiktaş’a gelişiniz nasıl oldu?
Dönemin başbakanı Adnan Menderes’in yardımcıları bir gün bizim mahallenin kahvehanesinde yanıma gelip, “Seni Beşiktaş’a götürmeye geldik” dediler. “Hemen biletimi alın, gideyim” dedim (gülüyor). Aldılar, ben de geldim. Çocukluğumdan beri mahallenin Beşiktaş takımında oynardım.
Size ne zaman Baba demeye başladılar?
Beşiktaş’taki ilk maçımda Dünya Kupası için İtalya’ya gidecek olan milli takımı 2-1 yendik. İki gol attım. Tribünlerden bana “Ankaralı hoşgeldin” diye bağırıyorlardı. Sağ olsunlar Beşiktaş’a geldikten birkaç ay sonra bana “Baba” dediler, bağırlarına bastılar. O sevgiyle Baba lakabını aldım. Hâlâ onurla taşıyorum
Hakkı Yeten rakip oyunculara bile eksik yönlerini söyleyip nasihatler verirmiş. Doğru mu?
Hakkı Yeten’le Beşiktaş’ta, Gündüz Kılıç’la Galatasaray’da beraber olduk. Allah ikisine de rahmet eylesin. Hakkı ağabeyin futbolu da insanlığı da en üst seviyedeydi. Gündüz ağabey de Hakkı ağabey de bizim yaşıtımız olmadığı için arkadaş gibi değildik. Saygımızdan rahat konuşamazdık.
“Türk futbolunda üç tane Baba var. Biri Baba Hakkı, biri Baba Gündüz, biri de benim. Bir Baba ben kaldım. Ben de gidersem Türk futbolu Baba’sız kalacak”
Size de nasihat verirler miydi?
Bize futbolun bir terbiye olduğunu söylerlerdi. “Üzerinizde taşıdığınız formayı saha dışında da onurla taşıyın, o formayı yüceltecek olan sizlersiniz” derlerdi. Bütün hayatım kendimi kontrol ederek geçti.
Kullandığınız üç frikikten biri gol olduğu doğru mu?
O yüzden hakemler Beşiktaş’a frikik vermezdi (gülüyor)!
Süleyman Seba sizin hem takım arkadaşınız hem de kulüp başkanınız oldu. Onunla neler yaşadınız?
Bir gün Süleyman Seba’ya “Başkan şampiyon olduk. Başka yapacağımız bir şey var mı?” dedim. “Yok, daha ne olsun!” dedi. “Var” dedim. “Bir de seni evlendirseydik!” Kızdı yine, şakayla karışık. “Hadi ulan!” dedi. Milli takımı temsil etme hakkı Beşiktaş’a verildiğinde genel kaptanımız Arap Sadri’ydi. Sadri’nin Süleyman’la arası iyi değildi. Milli maçta onu oynatmak istemedi. Ali İhsan’la ikimiz “Süleyman oynamazsa biz de yokuz” dedik. Mecburen oynattı. Süleyman bir defa milli oldu. Beşiktaş’ı büyük kulüp yapan imkânları sağlayan insandı.
Sizin zamanınızda futbolda büyük paralar da dönmüyordu. Nasıl geçiniyordunuz?
Zaten az kazanıyorduk. Bazen galibiyet primleri olurdu. Genel kaptanımız Arap Sadri kazandığımız maçlardan sonra “Maçı kazandınız ama iyi oynamadınız” derdi. Primi unut! Malzeme konusunda da çok sıkıntı çektik. Toplar Fatih Sultan Mehmet’in toplarına benziyordu! Dolmabahçe Stadı yaza doğru biraz yeşillenirdi. Yağmur yağdığında yine çamur deryası! Şeref Stadı Allah’a emanet zaten. Mahrumiyetler içinde oynuyorduk.
Çok sevdiğiniz Beşiktaş’tan neden ayrılmıştınız?
Yönetimde bir değişiklik olmuştu. Özel maçlar için gelen davetlerde hâsılatı düşünerek beni özellikle isterlerdi. Meclise davet edildiğimizde bile bütün ilgi benim üzerimdeydi. Gerçek Beşiktaşlı olmayan, oyla Beşiktaş’ın idari görevlerini satın alan insanlar bunu kaldıramadı. Enver Kaya, Beşiktaş’taki yöneticiliği sayesinde milletvekili olmuştu. Kaptanlığı benden almak istedi. Hatta takımın içinden başka arkadaşlarıma kaptanlık sözü vermiş. Bunu duymak benim için büyük bir şok oldu. “Rütbeleri sökülmüş bir subay olmaktansa Beşiktaş’tan ayrılırım” dedim ve ayrıldım. Kasımpaşa, Galatasaray ve Karagümrük’te oynadım.
Galatasaray günleriniz nasıl geçti?
Gündüz Kılıç beni çağırıp “Yönetim kurulu olarak senin Galatasaray için oynamanı istiyoruz” dedi. Ben de kabul ettim. “10 bin lira şampiyonluk primimiz var. Burada iyi para kazanırsın” demişti. Galatasaray’da da şampiyonluk yaşadım ama şampiyonluk primimi hâlâ bekliyorum. Acelem yok (gülüyor)!
Beşiktaş’a karşı oynamak zor muydu?
Kolay olur mu! Beşiktaş’a karşı oynamayı hiç istememiştim ama oynamak zorunda kaldım. Galatasaray’la Beşiktaş karşısına çıktığım ilk maçta seremoniden sonra Galatasaray taraftarları “Baba Recep, Baba Recep!” diye beni çağırdılar. Onlardan sonra da Beşiktaş taraftarları yine “Baba, Baba!” diyerek beni çağırdı. Ben de Galatasaray taraftarını selamladıktan sonra ayaklarımı gösterdim. “Bu ayaklar sizin için çalışıyor” dedim. Beşiktaş taraftarlarına da gidip kalbimi gösterdim. “Kalbim her zaman sizinle!”
Metin Oktay’la futbol oynamak nasıldı? Onu nasıl hatırlıyorsunuz?
Adını andıkça içim acır. Onunla ölünceye kadar görüşmeye devam ettik. Paraya hiç kıymet vermez, ikramı çok severdi. Bir gün İzmir’de bir restoranda yakınımızdaki bir masaya kendimize söylediğimiz yiyeceklerden gönderdi. Şansa bak ki Metin’i tanımıyorlarmış. Masada kadınlar da olduğu için yanlış anlamışlar.
“Bir gün Metin Oktay yanıma gelip, ‘Baba senden bir şey isteyeceğim’ dedi. ‘Tabii’ dedim. Topu atacağımız yeri söyleyerek beşer atış yaptık. Ben kazandım. Elimi öpüp, ‘Baba sen büyüksün’ dedi ama Metin de çok büyüktü.”
Milli takımla neler yaşadınız? Nerelere gittiniz?
İlk seyahatim Amerika’ya olmuştu. ABD Milli Takımı’nı 5-0 yenmiştik. Bizim 5-0 yendiğimiz takım Dünya Kupası’nda İngiltere’yi 1-0 yendi. Biz de İngiltere’yi yenmiş kadar olduk. Bir gün milli takımla Moda’da bir yerde kamp yapıyoruz. Turgay Şeren “Deniz kıyısında biraz gezinelim, sohbet edelim” dedi. Gittik. Biz sahildeyken annesi Turgay’ı ziyarete gelmiş. Gidip elini öptük. Turgay benim adımı söylediğinde kadının tavrı birden bire değişti. Afalladım. “Anneciğim bir hatam olduysa özür dilerim” dedim. “Oğlum senin adını sayıklamaktan uyku uyuyamıyor” dedi. Turgay sabaha kadar “Recep’i tutun! Recep vuracak! Tutun!” diye bağırıyormuş.
Turgay Şeren’in Berlin Panteri olduğu maçta gollerden birini siz atmışsınız. Uykusuz gecelerinize değmiştir…
O maçı unutamam. 1951’de Berlin Olimpiyat Stadı’nda oynadık. 100 bin kişi bizi izliyor. Topa bir vuruyorsun, bütün stat bağırıyor. Biz böyle bir şey görmemişiz! Gazeteler skor tahmini yapıyor, bir tanesi bile bizim kazanacağımıza ihtimal vermiyor. Onlar da bizi kurbanlık koyun gibi görüyorlardı. Maçta bir köşe vuruşu kazandık. Tam kullanacağım sırada saçları bembeyaz bir teyze arkamdan “Yavrularım, evlatlarım!” diye bağırmaya başladı. O kadar heyecanlandım ki topu dışarı attım. Maçı 2-1 kazanınca tribünlerden kafamıza şişeler, çakmaklar yağdırdılar. Dünya Kupası’nda favori gösterilirken Türkiye gibi bir takıma mağlup olmak onlar için utanç vericiydi.
İspanya’ya da gol atmışsınız…
Ben bir gol atmıştım ama yine de yenilmiştik. Bir de Beşiktaş-Real Madrid maçı vardı. Di Stefano da o maçta oynamıştı. Bizim de sol bekte o zamanın genç yeteneği Münir oynuyor. Münir bir pozisyonda sert girince Di Stefano çok kızmıştı. Maçtan sonra iki takımın oyuncuları birlikte yemek yedik. Kendisine “Siz dünya çapında bir şöhretsiniz, bizim çocuğumuz daha çok yeni, amatörlükten yeni çıktı. Neden bu tepkiyi gösterdiniz?” dedim. “Ben profesyonelim ve ayaklarım sayesinde kazanıyorum. O bana kasten girdi” dedi. “Kasten yapmaz, acemiliğine verin” dedim. “İyi, peki” dedi. Puşkaş da o dönem Real’de oynuyordu. Onunla da konuşmuştuk. İyi bir adamdı.
Beşiktaş’la ilgili sakladığınız hatıralarınız var mı?
Jübilenin bütün hâsılatını alacağımı düşünerek başta yapmamı istememişlerdi. Sadece belediyenin alacağı hisseyi alacağımı söyleyerek kabul ettirdim. Arsenal kulübüyle maçımızı Florance Nightingale Hastanesi düzenlemişti. Maçtan hatıra olarak kalması için bana bir hediye vermişlerdi. Beşiktaş kulübünün kapıcısı ertesi gün gelip “Recep ağabey o kulübünmüş” diyerek benden o hatırayı da aldı. Elimde Beşiktaş’tan kalan hiçbir şey yok ama geçmişe dönüp baktığımda her şeyi Beşiktaş olarak görüyorum. 10 yıl Beşiktaş forması giydiğim için geçmişimle gurur duyuyorum. Her şey bitmiş olsa bile Beşiktaşlılığım duruyor. Maçlarını izlerken hâlâ içim sızlar.
Şimdilerde beğendiğiniz futbolcular kim?
Maçları izliyorum ama Lefter’i, Metin’i, Can’ı göremiyorum.
Lefter’le aranız nasıldı?
Lefter benim çok iyi dostumdu. Hasta olduğu dönemde defalarca ziyaretine gittim. Çok severdik birbirimizi. Beni gördüğü zaman “Ne yaptın Arnavut!” derdi. Yazın adaya gittiğimizde bizi ağırlardı. Gelmiş geçmiş en büyük futbolculardan biridir. Sahada rakiptik ama saha dışında dosttuk.
Futbolu bıraktıktan sonra neler yaptınız?
Menajerlik, antrenörlük, teknik direktörlük yaptım. Kıbrıs’a antrenör olarak gittim ve yerleşmeyi düşündüm ama Kıbrıs’ın en karışık dönemiydi. Her gece evime telefon eder, “Bu gece son geceniz. Yarın hepinizi keseceğiz” derlerdi. Larnaka Gençlerbirliği’ni çalıştırıyordum. Bir futbolcumu vurdular. Ben oradayken Türkiye, Kıbrıs’a çıkartma yaptı. Sonra onlar bize yalvarmaya başladı ama kaybedilenler geri gelmedi. Kıbrıs’tan ayrılmak zorunda kaldım. Nazilli’de teknik direktörlük yaptım. Şampiyon olup 2. Lig’e çıktık. Oradan da ayrıldım. Futbolun içindeki kulis faaliyetleri beni çok üzdü. İstediklerimi yapamadım, yapmak da istemedim. “Ben kulis faaliyetlerini değil, futbolu bilirim” dedim ve takım çalıştırmayı da bıraktım. (Hürriyet)