''Galatasaray'a gelirken Chuck Davis ile görüştüm!''
Galatasaray Odeabank'ın yeni transferi ile sezon öncesi kampından izlenimleri, erken sonlandırdığı tenis hayatı, David Blatt ve daha birçok şey hakkında konuştuk.
Geçtiğimiz sezonu 18 galibiyet, 12 mağlubiyetle altıncı sırada bitiren Galatasaray Odeabank, yaz aylarında beş senelik Ergin Ataman dönemine nokta koymuştu. Erman Kunter’le yeni bir sayfa açmak isteyen sarı-kırmızılılar, Avrupa basketboluna ve NBA’e çok sayıda yıldız kazandırmış koçlarının genç ve potansiyelli oyunculardan kurulu kadrolarla çalışma konusundaki deneyimine güvenecek.
Daha önce 2002-03 sezonunda sarı-kırmızılı ekibin başına geçen Kunter, düşük bütçeli bir kadroyu yarı finale taşımayı başarmıştı. 61 yaşındaki koçun bu sezon kurduğu kadroya bakıldığında, özellikle ön alan rotasyonunda gelişime açık isimlere yöneldiği gözleniyor. Geçen ay 21. yaşını kutlayan Ege Arar, kolejden mezun olduktan sonra ilk profesyonel sezonunu geçirmeye hazırlanan T.J. Cline ve iki yıl boyunca NBA’de şansını denedikten sonra dümeni Avrupa’ya kıran Rakeem Christmas’ın yanında bir de büyük tecrübe yer alacak:Richard Hendrix. Kariyerinde bir Euroleague finali ve bir EuroCup şampiyonluğu bulunan Hendrix ile sezon öncesi kampından izlenimleri, Alabama günleri, erken sonlandırdığı tenis hayatı, David Blatt ve Malcolm Gladwell üzerine konuştuk.
Avrupa basketbolunun üst düzey takımlarında sekiz sezon geçirmiş biri olarak, şu konudaki görüşlerini merak ediyorum. Galatasaray Odeabank’ın bu sezon için oluşturduğu kadro yapısını nasıl buldun? Ana rotasyonu gençler, deneyimliler ve arada kalanlar olarak üç gruba ayırabiliyoruz sanki...
Bence hâlâ gelişime açık bir kadroyuz. Şu anda da bunun için çalışıyoruz, daha iyiye gitmenin yollarını arıyoruz. Bazen ana resimde bu kadar çok yeni oyuncu varsa, işlerin rayına oturması zaman alır. Burada da tamamen farklı hayatlardan gelmiş, farklı birer hikâyeyi ardında bırakmış genç oyuncular var. Biraz zamana ihtiyaç duymamız çok doğal. Hedeflerimizi başaracak noktaya gelmek için çalışmaya devam etmeliyiz.
Erman Kunter’in genç oyuncuları bir sonraki adıma hazırlamakta ne kadar mahir bir koç olduğu bilinir. Özellikle Fransa’da Rudy Gobert’den Kevin Seraphin’e, Nando de Colo’dan Rodrigue Beaubois’ya birçok oyuncuyu vitrine çıkaran kişi oydu. Burada da genç bir kadro oluşturması sizin için bir avantaj olacak mı?
Olabilir. Etrafta genç oyuncuların olması her zaman iyi bir şeydir. Genç bir kadroya sahip olmanın değerini yadsıyamam. Yaşı daha büyük oyunculardan alamayacağınız türden bir enerjiyi ve tutkuyu getirirler sahaya. Umuyorum ki tüm parçalar yerine olması gerektiği gibi oturur, genç oyuncular aralarında iyi bir uyum sağlarlar ve takıma katkı yaparlar.
Avrupa’da çaylak bir oyuncunun yoluna çıkan ilk koçun kim olduğu bence hayati derecede önem taşıyor. Christmas ve Cline, ilk Avrupa tecrübelerini Koç Kunter’le yaşayacaklar. Senin de bu açıdan şanslı olduğunu söyleyebiliriz, değil mi? Bu kıtadaki ikinci senende David Blatt’le karşılaşmıştın ve sana Maccabi’de önemli sorumluluklar vermişti...
Evet, gençlik bence işte bu yüzden değerli. Eğer doğru koça rastlarsanız, yapabileceklerinizin sınırı yok. Benim 23 yaşındayken Koç Blatt’le karşılaşmam gibi... O yaştaki bir oyuncuya, Maccabi gibi bir organizasyonda, Euroleague finaline yürüyen bir takımın yolculuğunda önemli bir rol bahşedecek kadar açık bir koçtu. Ona bu fırsat için minnettarım. Benim için onun çevresinde olmak inanılmaz bir duyguydu. Basketbol hayatımda ilk kez gerçekten ama gerçekten iyi bir koçla çalıştığımın farkına varmıştım. Onun takımda işleri nasıl yönettiğini, her oyuncudan maksimum verimi almayı nasıl başardığını görmek zihin açıcıydı. Zaten özgeçmişi benim yerime her şeyi söylüyor ama ben onun ustalığını daha 2010 yılında görmüştüm. O günden bu yana yaptıklarıyla hem Avrupa’da hem de Amerika’da daha fazla hayran kazandı. Artık herkes, yaptığı işte ne kadar iyi olduğunu biliyor.
Hâlâ iletişiminizi sürdürüyor musunuz?
Birkaç hafta önce Darüşşafaka Basketbol ile yaptığımız hazırlık maçında gördüm onu. Gerçekten her zaman çok hazırlıklı, çok disiplinli ve çok çalışkan biridir. Oyuncularıyla nasıl iletişim kuracağını bilir, onlara değer verdiğini gösterir. Başka bir takımın koçunu bu kadar övmekten nefret ediyorum ama itiraf etmeliyim ki onunla geçirdiğim iki yıl, çok özel iki yıldı.
''Buraya imza atmak için geldiğimde, gözümde Kuban'da kazandığımız 2013 EuroCup şampiyonluğundan anlar canlandı. Kadroya eklenen yeni oyuncuların haberini aldıkça, bu takımın da o seviyeye çıkabileceğini düşünmeye başladım.''
Daha sonra Lokomotiv Kuban’da bir kez daha zirveye çıktın ve 2013 EuroCup finalini kazanırken MVP seçildin. Orada Derrick Brown, Nick Calathes ve Mantas Kalnietis gibi isimlerle Euroleague seviyesinde bir kadro kurulmuştu. Bu yaz Galatasaray Odeabank’la, yani aynı kupayı iki sezon önce kazanmış takımla sözleşme imzalarken o başarıyı tekrarlama düşüncesi de aklından geçiyor muydu?
O başarıyı tekrarlamayı çok isterim. Benim için bir rüyayı gerçekleştirmek anlamına gelir bu. Profesyonel kariyerim boyunca hedefim her zaman bu olmuştur: yeni bir şampiyonluk kazanmak. Kuban’da gerçekten büyülü bir sezon geçirmiştik. Takıma sezon ortasında katılmıştım ve o yolun sonunun şampiyonluğa ve dolayısıyla Euroleague biletine çıkması harikaydı. Doğrusu, buraya imza atmak için geldiğimde de gözümde o anlar canlandı. Kadroya eklenen yeni oyuncuların haberini aldıkça, burada da o takımdakilerle boy ölçüşebilecek yeteneklerin bir araya geldiğini ve o seviyeye çıkabileceğimizi düşünmeye başladım. Neler olacak, göreceğiz.
Galatasaray Odeabank’ın 2016’daki şampiyonluğunda sana tanıdık gelecek bir ismin önemli katkıları olmuştu: Chuck Davis. O da takıma sezon ortasında katılmıştı...
Evet, biliyorum. Buraya gelmeden önce birkaç kez mesajlaştık. Bana şans diledi, Türkiye’deki deneyimlerini anlattı ve buradaki basketbol ortamına nasıl yaklaşmam gerektiği konusunda tavsiyeler verdi. Chuck’la Alabama Üniversitesi günlerine uzanan bir arkadaşlığımız var, bir sezon birlikte oynamıştık. Biz gelmeden önce kampüsten ayrılan Erwin Dudley ile de hâlâ görüşürüz.
BSL tarihinde Alabama mezunu oyuncuların ciddi bir iz bıraktığı söylenebilir. Dudley ve Davis’ten önce, doksanlı yılların buradaki en büyük efsanelerinden biri de Michael Ansley’di. Daha önce bu ismi duymuş muydun?
Tabii ki! O da bizim okuldan mezundu ve çok büyük bir oyuncuydu. İşin garibi, bundan 4-5 yıl kadar önce, Alabama’dan bir başka arkadaşımla görüştüğümüzde bana Ansley’nin hâlâ basketbol oynadığını söyledi. Bir hazırlık maçı için Polonya’ya gitmişler ve orada karşısına kırklı yaşlarındaki Ansley çıktığında ne yapacağını bilememiş. Daha ben çocukken, NBA’de tutunmaya çalışan bir oyuncuydu.
O dönemde Alabama’da doğan ve basketbola meraklı bir çocuğun kahramanı Charles Barkley mi oluyordu?
Orasını bilemem ama onun ulaştığı başarılara büyük bir saygı duyuyorum. Kesinlikle bu oyunu oynamış en iyi oyunculardan biri, inanılmaz bir yetenek! Seninle aynı eyaletten birinin çıkıp da böyle şeyler başarması sana bir tür gurur veriyor. Barkley, benim için bu açıdan çok önemli bir figürdü. Ezelî rakibimiz olan Auburn Üniversitesi’nde oynamış olsa da, tartışmasız olarak bizim eyaletten çıkan en iyi oyuncu olduğunu belirtmeliyim.
Basketbol kariyerinin başlangıcında baban Venard Hendrix de önemli bir rol oynuyor. Lisede senin koçluğunu yapmasının yanı sıra, okuldaki tenisçileri de çalıştırıyor. Peki, seni tenise çekmeye çalıştığı oldu mu hiç?
Yakamdan düşmedi. Her zaman tenis oynamam için ısrar ederdi. Ama şunu da söylemeliyim ki, GERÇEKTEN oynayabiliyordum. Maalesef liselerarası tenis sezonu bahar aylarına denk gelirdi, aynı dönemde ben AAU (Amatör Spor Birliği) basketboluna ya da Alabama’daki bahar turnuvalarına odaklanmak zorundaydım. Babam her zaman başımdaydı tabii, “Çıkıp oynamalısın, eyalet şampiyonluğunu kazanmak için her şeye sahipsin” derdi. Neden yapmadım, bilmiyorum. Ama babam sadece tenis antrenörü değildi, basketbol takımını da çalıştırırdı ve benim basketboldaki yeteneğimi de çok iyi biliyordu. Belki de bu tenis konusunu basketbola daha çok sarılmamı sağlamak için açıyordu, kim bilir...
''Çocukluğumda favori tenisçim Pete Sampras’tı. Onun servis vole stiline bayılırdım: büyük bir servis at, fileye yaklaş ve topu köşeye bırak.''
Şu anda ATP veya WTA’deki favori oyuncuların kimler, tenis turnuvalarını takip ediyor musun?
Adamım Roger Federer! Herkesten farklı bir seviyede. Son olarak Wimbledon’ı yeniden kazanmasına çok sevindim. Onu en başından beri beğenirdim. Ama çocukluğumda favori oyuncum Pete Sampras’tı. Onun servis vole stiline bayılırdım: büyük bir servis at, fileye yaklaş ve topu köşeye bırak.
Onun gibi çok fazla oyuncu kalmadı artık. Benim de en sevdiğim oyuncudur.
Doğru, artık kimse servis vole oynamıyor. Geri çizgi üzerinden oynamak, artık profesyonel tenisin kuralı gibi oldu. Ben Sampras’ın stilini hâlâ özlüyorum. O stili çok severdim, Sampras’ı çok severdim.
Elini attığı her sporda başarılı olan o çocuklardanmışsın anlaşılan. Ama bir de müzik yeteneğin var. Maccabi’deyken Keith Langford ile yaptığın düet, sana yeni bir şöhret kazandırmıştı. Burada da seni mikrofonla görebilecek miyiz?
Hayır, müzikten resmen emekli oldum. Sahip olduğum yeteneklerden biri de bu, evet. Bu konuda çoğu insandan daha iyiyim, bunu reddedemem. Ama zirvede bıraktım. Yeni takım arkadaşlarım böyle bir şeye girişecek olursa, kenarda oturup onlar için tezahürat etmeyi yeğlerim.
Röportaja hazırlanırken sıkı bir Malcolm Gladwell takipçisi olduğunu fark ettim. İşinin en iyilerinden biri olarak, “10 Bin Saat Kuralı” hakkında ne düşünüyorsun?
Genel çerçevesine katıldığımı söyleyebilirim: Herhangi bir şeye yeterince mesai verirsen, o alanda en iyilerden biri olabilirsin. 10 bin saatlik bir mesai verdiğin takdirde herhangi bir şeyde ustalık düzeyine erişebileceğini iddia eden bir kurala karşı çıkamam. Çünkü çoğu zaman insanların yeterince çalışmadıkları için hedeflerinden uzak kaldıklarını gözlemliyorum. Son dönemde bana en çok keyif veren şeylerden biri de Gladwell’in Revisionist History adlı podcast serisini takip etmek.
İlk sezonu ben de herkese tavsiye ediyordum ama ikinci sezonu henüz yakalayamadım, nasıl gidiyor?
İlk sezon bence harikaydı. Başından sonuna her bölümü dinledim, meseleye kafa yordum ve çok keyif aldım. İkinci sezonun zamanlaması benim için çok iyi değildi. Birkaç bölüm dinledim ama tam o sırada Türkiye’ye gelmek için hazırlıklara başlamak zorundaydım ve sonra da devam edemedim. Ama dinlediğim bölümlerde ilk sezondaki tadı tam olarak alamadım. İnsanların gönlünü hoş tutmak için haddinden fazla uğraşmaya başlamış gibi geldi.
''Gladwell'in "Outliers" kitabında söylediklerine büyük oranda katılıyorum. Çünkü NBA’de oynayıp da her yıl milyonlarca dolar kazanan bir oyuncuyla, kariyerine burada devam eden bir oyuncuyu ayıranın çok ince bir çizgi olduğunu bizzat görüyorum.''
Beni en çok etkileyen bölümlerden biri, sürücü alışkanlıklarıyla ilgili bölümdü. Bir de serbest atış bölümü vardı tabii...
Serbest atış bölümü [The Big Man Can’t Shoot] ilk bölümlerden biriydi. Revisionist History’den o bölüm sayesinde haberdar olmuştum zaten. Bence en iyilerden biriydi. Orada Gladwell’i neden sevdiğimi anlamaya başladım. Çünkü dinlerken içimden “Benim beynim de onunki gibi çalışıyor” diye geçiriyordum. Etrafımızda gerçekleşen şeylerin sebeplerine duyduğu ilgi, sıra dışı bulduğu bir konuyu masaya yatırma ve argümanlar sunma şekli – bunların hepsi gerçekten çok etkileyici. Her konuda Gladwell ile hemfikir olduğumu söyleyemem, benim de kendime ait görüşlerim var... 10 Bin Saat Kuralı’na ben katılırım, sen katılmayabilirsin. Ama bundan bağımsız olarak, sana her defasında belli bir konuya yaklaşmanın farklı bir yolunu sunabilmesi gerçekten çok özel bir yetenek. Örneğin, bir insanı “en büyüklerden biri” yapan şeyin ne olduğuna ya da o yolun nelerden geçtiğine kafa patlatmayı çok seviyor. O konudaki teorileri benim çok ilgimi çekiyor.
Hatta üçüncü kitabı “Outliers” da tamamen bunun üzerineydi.
Evet, o kitabın söylediklerine büyük oranda katılıyorum. Çünkü bunu kendi alanımda bizzat gördüğümü söyleyebilirim. Hayatıma bir şekilde girmiş, karşı karşıya ya da yan yana oynadığım tüm yetenekli basketbolcuları gözümün önüne getiriyorum. Ve NBA’de oynayıp da her yıl milyonlarca dolar kazanan bir oyuncuyla, kariyerine burada devam eden bir oyuncuyu ayıranın çok ince bir çizgi olduğunu görüyorum. Hayatlarında tutturdukları yolun bir noktasında karşılaşmış oldukları herhangi bir insanın bir yorumu ya da verdiği bir karar, hikâyenin devamında hangi tarafa gideceklerini belirlemiş olabilir. Evet, bu hikâyede sizin de söz sahibi olduğunuz bazı kavşaklar var. Çalışma etiğiniz üzerinde tam kontrol sahibisiniz mesela. Bunu korumak mutlak biçimde sizin elinizde. Ama “başarı” diye tanımladığımız şeye hangimizin ulaşıp hangimizin ulaşmayacağı konusunda belirleyici olan başka faktörler de var.
TBF