Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu Bitti. 10 Günün Özeti
10 gün bisiklet dünyasında yaşadım. Bodrum’dan İstanbul’a Tour of Türkiye sadece bisiklet yarışının değil, bir yol öyküsünün de yazıldığı bir tur…
Kadıköy’den Bodrum’a uçakla 7 saat!
Bodrum’a uçuşumuz 8 Ocak’ta İstanbul Havalimanı’ndan. Yeni havalimanından ilk kez uçacağım. Kadıköy’den Havaist otobüsüyle bir saatte ulaşıyorum. Sabah erkenden olduğu için trafiğin açık olmasının avantajı. İstanbul Havalimanı fiziki olarak güzel. Dünya butik havaalanı kullanımına dönüyorken bizim devasa bir tercih yapmamız ayrı bir tartışma. Beri yanda uçağımızın kalkışı 1 saatten fazla gecikiyor. Sabırla içinde bekliyoruz.
Bodrum’da konaklayacağımız otele ulaştığımızda saat 13.40’ı gösteriyor. Ben evden saat 06.30’da çıktığıma göre İstanbul’dan Bodrum’a uçakla uçuşum 7 saati aşıyor. Oysa havada geçen süre sadece 1 saat. Hani otobüsle gitsem daha mı iyi olurdu, diye düşünmeden edemiyorum.
General Faik Gürses!
Bodrum’da birinci günümüz tanışma kaynaşma ve tur hakkında bilgilendirilmeyle geçiyor. Meslektaşımız ve ağabeyimiz statüsündeki Faik Gürses, turun medya direktörü. Bize turla ilgili bilgilerden verdikten sonra bir de tehdit ediyor(!) “Araçlarını bekleten, geç gelen olursa arkamızdan Kamil Koç ile gelir” diyor! Artık bu saatten sonra Faik Abi, benim nezdimde ‘General Faik Gürses’ oluyor.
Bodrum’da evim yok ama dikili ağacım var
9 Nisan’da Bodrum’da ağaç dikmeye gidiyoruz. Hatıra ormanı. Ne yalan söyleyeyim, ben daha boy vermiş bir hatıra ormanı görmedim. Yine de fidanlarımızı dikiyoruz. Bodrum’da bir evim yok ama benim de dikili bir ağacım oluyor. Dönüşte merkezde iniyorum. Gelmişken Halikarnas Balıkçısı’nın diyarında bir soluklanmalı. Benim gibi yapmış olan Business Life’tan gazeteci Mehmet Tufan arıyor. Kaleyi geziyormuş. “Bitirince bulaşalım” diyorum. Buluşuyoruz. Tur boyunca da Mehmet ile ‘kanka’ oluyoruz.
Taksi 4 kilometreye 70 lira yazdı
Bir zamanlar Bodrum’un en meşhur barı olan ama bugün kültür merkezine çevrilen Hadigari’de denize nazır bir süre oturduktan sonra bir taksiye atlayıp otele dönüyoruz. 4 kilometrelik yolda taksi 70 lira yazıyor! Yani TÜİK değil, ENAG enflasyon rakamlarının daha doğru olduğunu bir kez daha idrak ediyorum!
Start görme hakkını kaybediyoruz!
‘Faik Paşa’ ne kadar haklı olduğu ilk gün ortaya çıkıyor. Bodrum startını izlemeye gidiyoruz. Starttan 15 dakika önce turun önünde yola düşmemiz lazım. Ama “Servis nerede, o nerede, bu nerede” derken, zamanlamaya uyamıyoruz. Bisikletçilerin takım araçlarının arkasına takılıyoruz. Bodrum sonrası artık bize start yok, finish var! Bu biraz "Şu mektepler olmasaydı, ben bu maarifi ne güzel idare ederdim" diyen Osmanlı döneminin eğitim bakanı Emrullah Efendi´yi hatırlatıyor. İlk gün her organizasyonda sıkıntı olur. Bunu düzeltmek yerine kolay olan seçiliyor. Bu karara şahsen şerh düşüyorum. Bodrum-Kuşadası etabında yollarda ufak tefek organizasyonlar dışında doğal olarak ilgi gösteren insan sayısı çok fazla olmuyor. Ama Kuşadası’ndaki bitiş noktasında hatırı sayılır bir kalabalık var. İlk etabı Avustralyalı Caleb Ewan oluyor.
Alaçatı’dan selfim yok anlıyor musun?
Birinci etabın sonunda geceyi Kuşadası’nda geçiyoruz. Denize sıfır güzel oteldeyiz. Yüzme hevesini esen sert rüzgâr kesiyor. Sabah, fotoğrafçılar hariç bizler doğrudan Selçuk-Alaçatı etabının bitiş noktasına doğru yola çıkıyoruz. Malum, Alaçatı adeta bir kartpostal gibi. Vakti zamanında bir köyken, zamanla yapılan şirin şirin evlerle ‘ciks’ bir yere dönüşüyor. Instagram, Alaçatı’dan feyz alarak doğmuş olabilir. Her sokağı, her yapısı önünde selfie çektirilesidir yani. Lakin merkezine gidip bir selfie çektirme fırsatım olmuyor! Bu bilgileri tatillerimden kalan hatıralardan beslenerek yazıyorum! Alaçatı’da da kazanan bir başka Avustralyalı oluyor. Bu kez Turkuvaz mayoyu sırtına geçiren Kaden Groves oluyor.
Doktor, esnaf, öğrenci, güvenlikçi
Üçüncü etap Çeşme-İzmir… İlk ikisinde olduğu gibi yine bir sprint etabındayız. Tabii bisikletçiler namına konuşuyorum. Biz yine doğrudan ‘finito’ noktasına yollanıyoruz. Karşıyaka’dayız. Bisikletçileri bekleyen güzel bir kalabalık var. Ama gelmelerine epey daha var. Arka planda neler oluyor? Arı gibi çalışan gençler. Reklam panoları yerleştiriliyor, bitiş çizgileri çiziliyor, TV çekim ekipleri vinçlerini yerleştiriyor, deneme çekimlerini yapıyor. Her bitiş noktasında ödül töreni provaları yapılıyor. Turun gönüllü motosikletçi güvenlikçileriyse İzmir hatırasına çektiriyor. Kimi doktor, kimi esnaf, kimi öğrenci… Turda ipi bu kez Avustralyalı değil, bir Belçikalı ipi göğüslüyor: Jasper Philipsen…
Duchamp’ın pisuvarı, Efes’in tenceresi
İki gece İzmir’de kalacağımız için mutluyuz. Ne kadar konforlu olursa olsunlar her gün otel değiştirmek biraz bıktırıcı bir durum. Yerleşik toplum kodu belli ki ardık DNA’mıza mıh gibi çakılmış.
Büyük Efes Oteli’ndeyiz. Burası bir otelden fazlası. Her köşesinde bir sanat eseri var. Ama bir tanesi var ki Marcel Duchamp'ın sanat tarihinin en tartışmalı ters çevirdiği ve Çeşme adını verdiği pisuvar esiriyle yarışabilir! Efes’inki de içinden bir metal levha geçen tencere! Kaldığımız tüm oteller içinde en sağlam konaklama kültürüne sahip otel. Sadelik ve kalite aynı potada eritilmiş.
Kraliçe etabının krallarıyız!
İzmir-Manisa etabı demek, Kraliçe Etabı demek. Spil dağına tırmanılacak. Ve muhtemelen şampiyon isim belli olacak. Sevgili Birgül Pullukçu bana güzel bir haber veriyor. Bu etabı turun içinde takip ediyorum. Kankam Mehmet ile birlikte. Kraliçe Etabı’nın krallarıyız! Yüzme ve bisiklet antrenörü Hakan Şenöz’ün pilotluğunda takipteyiz. Hem otobanda hem tırmanış bölümlerinde bisikletçilerle zaman zaman birlikte yolculuk ediyoruz. Yolda çok güzel sahnelerle karşılaşıyoruz. Köylerde herkes yol kenarında bisikletçilerin geçmesini bekliyor. Kendiliğinden, en doğal haliyle. Çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek…
Spil tırmanışında kas sesleri!
Spil’de uzun kıvrımlı bir virajda pozisyon alıp araçtan iniyoruz. Çıplak gözle de izliyoruz ve bisikletçilerin yanımızdan gelip geçmesini deneyimliyoruz. Yoğun güç sarfiyatından adeta kaslarından çıkan sesleri duyuyoruz. Favori Kolombiyalı Nairo Quintana dördüncü bitiriyor. Önceki turlarda düştüğü için morali bozuktu zaten ve Spil’den sonra da yarışı bırakıyor. Manisa Tarzanı’nın mirası Spil dağında Arjantinli Eduardo Sepulveda kazanıyor. Manşetlerimiz “Sepulveda Şampi…”
Bu etaba Gençlik ve Spor Bakanı Muharrem Kasapoğlu da katılıyor. Bu nedenle yoğun güvenlik önlemleri alınıyor. Hem yol üstünde hem Spil’in zirvesinde ellerinde silahlı polis ve jandarmalar… Spil’den tekrar İzmir’e dönüyoruz.
Biz bavul toplamaktan zorlanırken onlar…
Biz bir bavulu bile toplayıp bir bitişten diğerine koşturmakta zorlanırken, diğer yanda hem start hem finish noktasında sahne kurup bozan ekiplerin emeğine saygı duymamak mümkün değil. İki çalışıyor. Birisi startın podyumlarını diğeri finish’inkini hazırlıyor. Aksi halde yetiştirmeleri söz konusu olamaz. Bir diğer alkışlanası ekip de çekim ekibi. Hem havadan helikopterle hem yerden motorlarla turu çekiyorlar. Hollandalı bir ekip bu işi kotarıyor, başarıyla.
Sokakta E-spor oynuyorlar!
İzmir’den Ayvalık’a… Mehmet ile Ayvalık’ın arka sokaklarına atıyoruz kendimizi. Mehmet fotoğraf çekmeyi çok seviyor. Ben bir çekiyorsam o beş! Ve illa ki bulunduğu yerin adının da bir fotoğrafta görünmesine dikkat ediyor. Ayvalık’ın ayakta kalan eski evleri geçmişin izlerini taşımasından dolayı Alaçatı’ya göre daha sahici geliyor. Yaşanmışlık kokuyor. Karşımıza Perşembe pazarı çıkıyor. Tezgâhlara yaklaşsak bir türlü yaklaşmasak bir türlü. Esnaf gözlerinizi takip ediyor adeta. Hemen “Buyurun” diyor. Ne var ki fiyatlar el yakıyor. Geçip gidiyor gibi yapıyor çoğu insan. Yoksa Ayvalık’tan bir şişe zeytin yağı alınmaz mı? Ki bitiş noktasında Ayvalık’ın zeytinyağları da sergileniyor, tanıtım için. Biz zaten tanıyoruz ama … Stanttaki görevliye fiyatları soruyorum: 5 litreliği 550 lira! Ama geçmişin bir anıtı gibi olan Ayvalık’ın sokaklarında geleceğin tarifini görüyorum. Üç çocuk oturmuş bir kapının eşiğinde bilgisayardan oyun oynuyor. Buna ‘espor’ diyoruz!
Otobüs durağı kütüphanesi!
Kazdağları’nı aşıp Ayvalık sahilindeki bitiş çizgisini ilk geçen Samuel Luke Welsford oluyor. Yani bir başka Avusturalyalı! Ayvalık’ta bir dünya rekortmeniyle de tanışıyorum: Özgür Eriş. 1998 Avrupa Askeri Pentatlon Şampiyonası'nda kırdığı dünya rekoruyla biliniyor. Akçay’dan bisiklete atlamış gelmiş. Askeri pentatlon 7 ayrı branştan oluşuyor. Oldukça meşakkatli bir dal. Ayvalık’ta Welsford kadar sevinen üç de genç var. Çünkü çekilen kura sonucu bisiklet kazanıyorlar. Ayvalık’tan bakınca karşıda Ali Bey adası var. Cunda, Cunda… Bi çayını içip dondurmasını yiyelim diyoruz. Dönerken otobüs durağında bir minik dolap. Üzerinde ‘Kütüphane’ yazıyor. Çoğu belediye icraatını anlatan dergiler… Bir de bölgenin tarihini anlatan bir kitap. Barış Timurlenk, oturmayı yeğlerken ben o kitabı alıp okumaya başlıyorum, otobüs gelene kadar(!)
Çanakkale’de 1 Anzak’ın!
Ertesi gün bizi turun en anlamlı etabı bekliyor. Edremit-Eceabat… Yani 57. Piyade Alayı’na gidiyoruz. Evvela yeni yapılan 1915 Çanakkale Köprüsü’nden geçilecek. Anadolu’dan Rumeli’ye. Kıta değiştiriyoruz artık. Köprüyü ilk geçen sporcu Batuhan Özgür’ün olması anlamlı oluyor. Etap Çanakkale’de olunca gözler Anzak diyarından gelen bisikletçilere çevriliyor. Zaten onlar da bu etaba ayrı bir önem veriyorlar. Kazanıp, Çanakkale’de toprağa düşen atalarının ruhu şad etmek istiyorlar. Ve başarıyorlar da… Etabı Avustralyalı Caleb Ewan kazanıyor. Sonra da beyaz bir karanfil alıp atalarının mezarlarına gidiyor. Gelibolu sırtlarında devasa bir mezarlık…
Memleketin her şehrinden evlatlar yatıyor. Mezar taşı diye konulanlar sembolik. Yüzbinlerce can var toprağın altında kimin nerede yattığı belli değil. Toprağı kaplayan her bir ağaçtır artık onların mezar taşı. Bitiş noktasından 300 metre aşağıda o ağaçların içinde karşılamıştık bisikletçileri. Mehmet’in cep telefonundan bir ses yükseliyor ve Ruhi Su söylüyor: “Ölmeden mezara koydular beni, gençliğim off..”
Gelibolu sahilinde bir oteldeyiz akşam. Yemek öncesi çıkıp bir saat kadar sahilde yürüyorum. Çok uzakta yeni köprü, akşam güneşinin huzmesinde ip gibi belli, belirsiz.
Kafamdaki Tekirdağ’ı siliyorum
Yine en önde biziz. Tekirdağ sahilindeki varış noktasına bu sefer de. İlk kez Tekirdağ’da duruyorum. Bu şehirden hep transit geçtim. Aklımda denize paralel uzun bir asfalt etrafında konuşlanmış bir şehir imajına sahip. İlk defa deniz kıyısından bakıyorum. Yıllardır kafamda taşıdığım imaj siliniyor. Balıkçı kooperatifinden baktığım şehir, artık daha sempatik. Şehirdeki küçük gezintimin özeti dört heykel: Hüseyin Pehlivan, Süleyman Paşa, Namık Kemal ve Mustafa Kemal Atatürk… Ha bir de İsmail Amca! Belinde silah taşıyor. Eski polisim diyor. Çebi’lerin akrabası olduğunu söylüyor. Beşiktaş Başkanı Ahmet Nur Çebi’nin yani. Durup durup Ahmet Bey’in babası Yaşar Kaptan’a lafı getiriyor. Dengesini yitirmiş mi yitirmemiş mi? Anlamaya çalışıyorum. Neyse ki önerdiği köfteciye gidip birlikte yiyoruz. Deliler ve veliler güzeldirler…
Uçmakdere’nin zor etabı turun kaderini değiştiriyor. Hepimizin şampiyon ilan ettiği Spil’in muzafferi Sepulveda, şampiyonluğa adeta veda ediyor zira Yeni Zelandalı –bir başka Anzak- Patrick Bevin, çok büyük bir zaman farkıyla kollarını açarak son çizgiyi geçiyor. Biz ‘bisiklet ulemaları’ da daha önce attığımız ‘Şampi..’ manşetlerini utangaç boynumuzun kolyesi yapıyoruz!
İstanbul üçe bölünmeli!
Kafamda Vedat Türkali’nin destansı İstanbul şiiri.. Bekle bizi İstanbul…
“… Boşuna çekilmedi bunca acılar
Büyük ve sakin Süleymaniye'nle bekle
Parklarınla, köprülerinle, meydanlarınla
Bekle bizi İstanbul …”
Tekirdağ ile İstanbul, üç-beş seneye kalmaz toptan birleşir binalarla. İstanbul il sınırından itibaren bakıyorum ve şaşıyorum. İstanbul’a şehir demek hafif kalır. Burası bir devlet. Bu kadar bina ve insana bir belediye nasıl hizmet yetiştirebiliyor? İçimden bu şehir üçe bölünmeli diyorum: Eski İstanbul, Batı İstanbul ve Doğu İstanbul… İstanbul içinde İstanbul’lar var. Bir yanıyla çok çirkin apartmanları olan kaotik bir şehir, işte o tarihi yarımadası ve boğazıyla da çok güzel. İstanbul, bize dair ne varsa içinde taşıyor.
İstanbul’da evciye çıkıyorum!
Bisiklet ulemaları dedi ki İstanbul’da her şey olabilir. Bevin’in şampiyonluğu garanti değil. Yağmurdan önce yorumlar böyleydi. İstanbul dışından gelen gazeteciler burada da geceyi otelde geçirirken biz ev sahipleri evlerimize gittik. Bir nevi evci yazıldık. Altın kafese konulmuş bülbül misali “Evim evim” diyerek merdivenleri çıkıyorum. Hiçbir lüks evinizin barkınızın ekmeğinin, yatağının ve kokusunu tutmuyormuş. Bir yatakta rahat uyumanız için kuş tüyü değil, kokunuzun sinmiş olması lazım. O yüzden iki gece geçirdiğimiz İzmir’de kapıda ‘Rahatsız etmeyin’ kartını hep asılı tuttum. İstedim ki yastığı yorganı ben koksun…
İstanbul güzel ama yağmuru çok fena!
10 günlük ayrılıktan sonra evde ‘Almanya’dan dönen işçi baba’ gibi karşılanıyorum. Ama sabaha yine erkenden Taksim’e yollanıyorum. Kadıköy’den Karaköy vapuruna biniyorum. Denizin ortasında telefonuma mesaj düşüyor gruptaki arkadaşlardan: “Arkadaşlar yarış iptal mi oldu?” Az buçuk yağmur çiseleyince yol kayganlaşıyor. Bu da kazalara neden oluyor. Takımlar bu riskli yolda yarışmak istemeyince İstanbul-İstanbul etabı nötralize oluyor. Yani puanlama dışı. Bisikletçiler güvenlik aracının arkasında Taksim’e dönüyor. Bu bir keyif turu oluyor. Boğaz köprüyle denizin üzerinden geçtikleri Anadolu yakasına, denizin altındaki geçitten geçip yeniden Avrupa’ya dönüyorlar. Profesyonel bisiklet turunun İstanbul etabı, amatör bir ruhla yapılan gezintiye dönüşüyor ve dünya bence daha güzelleşiyor. Tour of Türkiye’nin şampiyonu Patrick Bevin oluyor.
Turun emektarlarına teşekkür
Federasyon Başkanı Emin Müftüoğlu, Tour of Türkiye’yi yeniden World Tour kategorisine yükseltmek istiyor. 10 gün boyunca bir nefer gibi çalışıyor. On İletişim Başkanı İpek Özgüden ve ajansın iletişimcilerinden Erdi Aydemir ile Berna Alp, TSYD’den Birgül Pullukçu ve Handan Kan , turun medya direktörü Faik Gürses ile yabancı medya ile ilişkilerden sorumlu gazeteci Murat Ağca… Onlar da büyük bir emek harcıyor. Onları aşan bir konu ama benim tek önerim şu olur: Gazetecilerin etapları daha içinden takip edebilecekleri formüller bulunursa, bisikleti daha iyi anlatırız.
Tour of Türkiye mutlu sonla bitiyor!
Yeniden açılan AKM’ye gidiyorum. Bir müzik sergisi açık sadece. Piyona çalan Osmanlı Padişahları’nı öğreniyorum. Mesela II. Abdülhamit.. Şöyle bir turlayıp dönüyorum. Meydandaki podyumda artık uzatmalar oynanıyor. Sarper Günsal ile birlikte her etapta turu şahane şekilde aktaran Başak Koç, sahneye üç bisiklet sevdalısını çağırıyor. Meğer içlerinden ikisi de birbirine sevdalıymış. Oğlan birden diz çöküp kısa “Benimle evlenir misin” diye soruyor. Kız da bağırarak “Evet” diyor. Tour of Türkiye işte böyle mutlu sonla bitiyor. Gökten üç elma düşüyor! Umarım turun sloganın üzerine denk gelir: Doğaya, Tarihe Saygı…