Hangi mutluluk? Kaç şampiyonluk, kaç yıldız!
Kaan Polat Cüreklibatır, 'Hangi mutluluk? Kaç şampiyonluk, kaç yıldız!' başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı...
Gündem şampiyonluk sayıları!
Fenerbahçe ve Galatasaray, kulüp televizyonlarında, 'gündem özel' programı yapıyor.
Önce Fenerbahçe’nin kulüp yöneticisi, 1959 yılından önceki şampiyonlukların neden tanınması gerektiğini anlatıyor. Hemen ardından Galatasaray yöneticisi ona karşı cevap veriyor. Her yerde ve her zaman nasılsa, burada da böyle, bilgisine güvenen ekranda, her zaman doğruyu bildiklerini ispat etmeye çalışıyor. İspat çabası, bir süre sonra, karşılıklı atışmalara ve güç gösterisine dönüşüyor.
Bu güçlülüğü herkese kanıtlama merakından yıllardır çekiyoruz! Üstelik bireysel gibi görünen bu eğilim, toplumsal düzeyde ele alındı mı, ne kötü sonuçlar getiriyor, fark edemiyoruz.
Peki neden böyle oluyor?
‘Gerçekçi olmayı’ istemeyince...
Düşünüyorum, geldiğim yer galiba şurası;
Türkiye’de genel olarak ‘yöneticiler’, sorunları nesnel koşullar içinde derinlemesine ve geniş açıdan değerlendirecek yerde, duygusal nedenlerden hareket ederek, dar açılı bir ‘taraflılığa’ düşüyor. Sorunun nesnel cevaplarını aramak yerine, bir ‘taraflılığın’ ardına takılıyor. Gerçeklerden kopuk sanal bir alemde yaşıyorlar. Bu da uzlaşma bilmez bir ahlak anlayışı geliştirmelerine neden oluyor. Yöneticilerin çoğunun, 'fanatik' tavırları ve eylemleri tepkisel olarak, kulüpler arasında bir ‘düşmanlığa’ neden oluyor. Tabii bu tavır ve eylemler, zamanla ülkenin öz spor kültürü üzerinde; kin, nefret ve saldırgan bir kültür tabakası meydana getiriyor.
Bir uçta geliri giderini karşılamayan kulüpler, bir uçta şampiyonluk fikriyle gizli hırslara saplanmış yöneticiler, bir uçta spor (magazin) basını! Basit bir oyun olan futbol, kaşla göz arasında bir izzetinefis savaşı haline dönüşüyor. Yöneticilerin çoğu, oyunu bir ‘güç gösterisi’ olarak görüyor, rakibini illa alt etmek; gücünü daha doğrusu en güçlü olduğunu herkese kanıtlamak merakına düşüyor. Herkes herkese üstünlüğünü, güçlülüğünü kanıtlamaya çalışıyor.
Bu eğilim giderek toplumun tüm katmanlarında yoğunlaşıyor. İnsanlar mutsuz, huzursuz, kimse gerçeğine ve gerçek yerine razı olmuyor. Herkes bir başkasına kendisini olduğundan başka türlü göstermek derdinde, bunun içinde sürekli arayış içine girip duruyor. Yeri gelmişken, konuyla ilintili, küçük bir parantez açalım, (örneğin, ‘Instagram uygulaması bireye bir mutluluk değil, iddia edilenin aksine, bireyi, yoğun bir ‘yalnızlık’, hatta ‘yabancılaşma’ içine düşürüyor.)
‘Endüstri uygarlığı’nın dayattığı başarı odaklı, ‘yeni’ yaşama biçimi, bizi o yaşama ulaşmak için kışkırtıyor. İnsan içinde sürekli bir mutsuzluk oluşturuyor. O yaşam biçimine ulaşmak için insani duygularımızı köreltiyor ve kendimizi harcıyoruz.
Sevgi, saygı, hoşgörüden uzak, sen ben ikiliğinin sürüp gittiği bir futbol ikliminin içinde debelenmemiz bundan.
Ne yapmalı?
Önce akla uygun hareket etmemiz gerekiyor, bu da geniş ölçüde gerçekçi olmayı bilmekten geçiyor. Gerçekçi olmadan, gerçekçi bir toplum olunabilir mi gerçekçi olacağız ki kulüp yöneticileri, eleştirinin bir duygu işi değil, bir akıl işi olduğunu kavrasın. Bu anlayışla düşünmeyi, ona göre davranmayı öğrensin. Bu yolda başlattıkları çok önemli çalışmayı da bilimsel bir yöntem tutturarak, bir fikir disiplini içerisinde hakseverlikle çözebilsin.