Hedef Alkolik Yorumlar Birincilik Ödülü
Kulüpler adalet arıyor, gazeteciler bağımsızız diyor. Güya herkes, futbolda adil bir yarış istiyor. Oysa hedef Alkolik Yorumlar Birincilik Ödülü’dür!
Fil bir su hortumudur
Futbolda adalet istediğini söyleyen tüm kulüpler, aslında bize yalan söylüyor. Özünde herkes, kendi hesabına adalet istiyor. Kulüpler, gözleri görmeyen bir insanın fili tarif etmesi misali, adaleti tarif ediyor. Kulaktan tutan “fil bir yelpazedir”, kuyruktan tutan “fil bir su hortumudur”, dişinden tutan “fil bir boynuzdur” der. Futbolda adaletin tarifi de işte bu şekildedir.
Dört büyük, şampiyonluk yarışının içindeyse “Adalet, arıyorum adalet arıyorum” diyerek bir nevi Diyojen pozlarına bürünür. Ama yarıştan bir şekilde koparsa da yeni sezona kadar ağzını bir daha açmaz. Bunun en son ve çarpıcı örneği geçen sezon yaşandı: Üç büyük, ligin ilk devresinin büyük kısmında MHK’dan TFF’ye, medyadan birbirlerine kadar, sataşmadık yer bırakmadı. Trabzonspor devre bitmeden farkı açıp, kendine “Şampi” dedirtince üç büyüklerin sesi kesildi. Niye? Şampiyonluk umutları bitti. Oysa yarıştan kopsalar da yanlış kararlara maruz kaldıkları haftalar oldu. Niye itiraz etmediler peki? Çünkü yarıştan kopmuşlardı. İşte adalet arayışı da bu kadar: Yarışa endeksli.
Şampiyon belli ama transfere devam!
Tüm kulüp yönetimleri bize “Kuşa bak” diyor. Bizi oyalıyorlar. Bazen öyle ithamlarda bulunuyorlar ki normalde ligden çekilmeleri gerekiyor. Ama bir bakıyorsunuz, herkesten önce transfer yapmaya koşuyorlar. Mesela adalet yok diyen bir başkanın şu ara transferde bir tek oyuncu bile almaması lazım. Fakat “Şampiyon belli, düşen kalan belli” diyen başkan ‘al-sat’tan elini çekmiyor halihazırda.
Kendi TFF Başkanı’nın iradesiyle seçemeyen, tek aday dayatmasına karşı çıkamayan kulüp başkanları hangi adaletten söz ediyor? Pardon, siz kimi kandırıyorsunuz? Yıllardır TFF yönetimleri siyasi erkin iradesiyle belirleniyor. Siz de sadece gidip el kaldırıp şeklen seçmiş görünüyorsunuz. Yapabildiğiniz tek şey, kurullara kendinize yakın isimleri sokmaya çalışmak. Oralara girenlerin de kulüp kimliğinden ziyade, siyasi kimlikleri ve birilerinin hamili kart yakini olmaları daha belirleyici oluyor. Özetle; her şey futbolun patronunu demokratik şekilde seçim seçmemekten geçiyor. Gerisi eskilerin deyimiyle lafügüzaftır.
Hakeme laf ediyorsun hâkime susuyorsun
Tüm başarı ve başarısızlıklarını hakeme yükleyenlere bir kez daha söyleyeyim: Senin hâkimin neyse hakemin de odur. Bir ülkede her şeyin ölçütü hayatın her alanında hukukun tesis edilip edilmemesidir. Sen futbol sahasındaki hakemi eleştirirken zımnen mahkeme salonundaki hâkimi de eleştiriyorsundur. Çünkü her ikisi de hukukun üstünlüğünün derecesine göre hür iradesiyle karar alıyordur.
Fakat kulüp başkanları ve spor medyası ne yapıyor? Futbolu, ülkenin genelinden ayırıp, bir ada muamelesi yapıyorlar. Bu ada, tüm siyasi etkiden uzak adeta Thomas Mann’ın ütopik adası! Burada herkes adil şekilde, mutlu mesut yaşar. Ama “lanet olası futbol yönetimi ve hakemleri”, bu cennet ortamı bozuyor! Öyle mi? Hiç güleceğim yoktu (!)
İşinizde adil rekabetle mi zenginleştiniz?
Ve gelelim, kapitalist deyimle “insan kalitesi”ne… Futbolun içindeki yöneticilerin yüzde 90’ı iş insanı. Müteahhit, tüccar, gayrimenkulcü, finansçı vs… Yönetici tayfasının kendi iş hayatlarındaki başarı öykülerini biliyor muyuz? Bunlar adil bir rekabet düzeninde mi işlerini büyütüp zenginleşti? Bunun böyle olduğuna kefil olur musunuz? Futbolun içindeki tüm yöneticiler bize bu konuda teyit verebilir mi? En basitinden Yeşilçam filmleri bile bize, bir ihalenin nasıl kazanıldığını söyler. Ve biliyorsunuz pek de hukuki değildir!
Gelgelelim, söz konusu futbol olunca herkes maskeli bir baloya gitmiş gibi davranıyor. Yok kardeşim, bu ülkenin plastik sektöründe, çimento sektöründe, finans sektöründe, kereste sektöründe, akaryakıt sektöründe, inşaat sektöründe ve medya sektöründe ne kadar adil bir ortam varsa, futbolda da o kadar var.
Kulüp borcunu konuş, müteahhit borcunu pas geç!
Bu ülkenin futbolu başta olmak üzere, tüm alanlarına hukukun üstünlüğünün gelmesi için öncelikle bedeller ödemeyi göze alabilecek bir medya olmalı. Hakikat için müşterek bir noktada buluşmak yerine, siyasi parti saffında mahallere bölünmüş bir medyamız var! Spor medyası da kendi içinde kulüplere bölünmüş. Hele ki dijital medyayla birlikte mesleki tüm ilkeler yerle yeksan olmuş durumda. En basit ilke olan mesafe-temas kavramı buhar olmuş.
Her yöneticiye “Başkanım”, “Abi”, “Efendim” diyerek cümleye giren gazetecilik türedi. Düşünün “Sen benim babamsın” diyen Tolgay Arslan’a hocası Şenol Güneş bile “Ne babası” diyebilmişken, gazeteci, normalde çıkar çatışması içinde bulunduğu yöneticiye böyle sesleniyor! Diyalektik miyalektik deyip de futbolu ülkenin genelinden ayırıp kulüp borçlarını ağızda sakız eden gazetecilik türedi! Toplasan tüm kulüplerin borcu, 20 milyar lira. Ama beri yandan filanca müteahhidin 1 milyar Euro’yu aşan kira borcu 20 yıl erteleniyor. Kulüp borcunu eleştirirken bu müteahhide yapılan kıyağı da konuşuyor musun? Hayır! O zaman sus lütfen!
Enflasyonu da konuş Fenomen Ronaldo!
“Kulüpler altyapıya yatırım yapmıyor, planlama yapmıyor, yerliye değil yabancıya para harcıyor”! Çok güzel. Peki senin ülkenin genel altyapısı nasıl? Eğitim altyapısı nasıl? Ekonomik planlaması nasıl? Bir yılda kaç kez enflasyon hedeflemesi değişiyor? Doların üç ay sonrasını tahmin edebiliyor musun? Hangi kamu veya özel şirket kısa, orta ve uzun planlar açıklayıp bunları dört dörtlük tutturuyor? Bunları yazdın mı spor gazetecisi? Bunları söyledin mi, astığı astık kestiği kestik TV spor yorumcusu, bunları dedin mi dijital spor medyasının “Fenomen Ronaldo”su?
“Ben spor gazetecisiyim” diyerek, kafanı kuma göm sen. “Futbol ailesi” denilen tuhaf yapının içindekine sallamak kolay. “Kolay” dediysem, kısmen kolay. Çünkü mesafe-temas ilkesine rahmet okunduğu için sezon sezon “aile” içindeki bireylerle ilişkiler ya “kanka” ya “düşman” formu alabiliyor.
Altına hücum eden gazeteciler!
Ez cümle, memleketin geneli için de futbol için de en başta medyanın kendine çeki düzen vermesi lazım. Gazeteci örgütleri üyelerini koruyan basın bültenleri yazsın. Sahip çıksın. Çok güzel. Şunu da yapsın: Gazeteci meslek ilkelerine göre hareket ediyor mu etmiyor mu? Bunu kararlılıkla takip etsin. Hiçbir mesleki kaidenin gözetilmediği; herkesin ne kadar çelişirse, ne kadar hırçınlaşırsa, ne kadar saçmalarsa o kadar şöhret olduğu bu ‘yeni nesil gazetecilik’e karşı bir tutum da alsın gazeteci örgütleri. “Altına hücum”u andıran bir zamanların vahşi batısını andıran bu gidişata karşı, bir set çekmek için de harekete geçmeli gazeteci örgütleri. Bir kuru basın bülteni, iki maç akreditasyonu ve havuz başında buluşarak, daha nereye kadar yol alabileceğiz?
En iyi mesleki örgüt Alkolik Yorumlar
Gelinen noktada spor gazetecileri TSYD’den mesleki bir iltifat almak yerine, Twitter’daki Alkolik Yorumlar hesabına düşmek istiyor! Ki şöhreti katlansın. Aynı şey kulüp yöneticileri için de geçerli. Benim anladığım, herkesin asıl istediği, “Alkolik Yorumlar Birincilik Ödülü”. Şunu da itiraf edeyim ki, Alkolik Yorumlar, şu bütün zırvalıkları en iyi ifşa eden “meslek örgütü”müz!
Eskiden “reklamın iyisi kötüsü olmaz” derlerdi. Şimdi de “etkileşimin iyisi kötüsü olmaz” deniyor. Tüm mevzu budur.