Kendimizi Aldatmalayım!
Ajansspor Yazarı Kaan Polat Cüreklibatır, 'Kendimizi Aldatmalayım!' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Bu yakınmada gerçek payı yok mu, elbette var; sadece İngiltere hükümetinin, UEFA toplantıları çerçevesinde dönenleri düşünseniz, onlar bile, Türkiye'nin aleyhine bir sonuç alınacağının bir kanıtı olabilir: İngiltere hükümeti, iki İngiliz kulübünün finale kalmasının ardından maçın İstanbul'dan alınmasını, İngiltere'de oynanmasını istiyor. UEFA'ya başvuruyor. Türkiye'yi COVID 19 seyahat destinasyonlarında kırmızı listeye koyma kararı alıyor. Türkiye'den İngiltere'ye gelecek olanlar için on gün karantina koşulu getiriyor, futbolcular karantinaya girmek istemiyor, maça gelecek taraftarlar karantina sürecine girmek istemiyorlar vs vs...
Ne yanından bakarsanız bakın, neresinden tutarsanız tutun, UEFA'nın bu koşullarda final maçını Türkiye'de oynatmayacağını ve Türkiye'yi mağdur edebileceğini önceden tahmin edebilirdik! Onun için Türkiye mağdur edilmiştir lafı doğru.
Ama...
Evet, bunun bir de gizli 'ama'sı var.
Meseleye değişik bir fikir, özgün bir eleştiri getirmeye ne dersiniz?
Adetimiz malum, meseleleri duygusal', yorumluyor, yanlış bir kader anlayışına bağlıyoruz. Oysa düşündükçe, hele meseleyi toplumsal/ekonomik çerçevesine oturttukça, durum aydınlanıyor. Kilit kavram burada 'rasyonellik'; aklın ve bilimsel yönteminle, Türkiye gerçeğinin içinde hareket edebilmek. Ne var ki, Türkiye akıl, bilimsel yöntem ve 'rasyonalist' gibi önemli kavramlarla düşünemiyor, ona göre davranamıyor.
Öyle yapamıyor çünkü...
Sorunun kaynağı burası...
Henüz duygusal, yani sürekli duygulara oynayan, duyguları coşturan bir tutum ve davranış içindeyiz: Orada akıl ve bilimsel yöntem süreci böylesine dikkat gerektirmez, 'rasyonalistlik' istemez, çünkü yaşadığımız anla, gerçekle, sıkı sıkıya kayıtlı değildir. Planlı ve programlı hareket etmez. Zamanını nasıl dolduracağını da bilemez, çünkü günler ve saatler adamakıllı bol gelir, bürokratik bir göreneğe göre hareket eder, çok kötü bir yandaşlık esprisine tutsak olur. İşi ne kadar uzatırsa, kendini o kadar önemser, ve önemsettiğini sanır. Kendi kararlarının, açıklamalarının yanlışlığını fark etmez. Türkiye Futbol Federasyonu'nun açıklamaları da bu gelenekten geldiği için elbet böyle olacaktır. 'Gelip kuzu kuzu oynayacaklar' açıklamasının kökeninde yatan hazin gerçek budur. Oysa, Türkiye gerçeğinin içinden nesnel olguları sıralamak ilk yapılacak şey olmalıydı.
Nedir onlar?
Türkiye Futbol Federasyonu yetkilileri, başından beri sadece sahanın çimini düzelterek, stat çevresindeki tedbirleri alarak maçın oynanabileceğini sandı, meseleyi bir üstyapı sorunuymuş gibi ele aldı ve maçın oynanacağına inandı. Oysa finalin, İstanbul'dan Porto'ya alınması kararı, bir üstyapı sorunu değil, bir altyapı sorunuydu. Altyapın iyi olmazsa, üst yapını istediğin kadar süsle, makyajla, o iş yatar!
Ne yapmalıydık?
Türkiye Futbol Federasyonu, Türkiye'nin içinde bulunduğu koşullara bakmalıydı. O koşullar bize ne diyor; salgını nasıl yönetiyoruz, ona göre akıl yürütmeliydi. Önce stada değil, on altı aydır üstesinden gelemediğimiz salgın sana ne diyor, ona bakmalıydı.
Neden olmadı?
Türk futbol yönetimi içinde yaşadığı süreci iyi okuyamadı. İyi okuyamadığı için de teşhisi doğru koyamadı. Türk sporunun çıkarlarını savunuyoruz derken, ‘gerçeklikten’ uzaklaştı!
Sorun önce 'gerçeği' görmek, sonra ona uygun hareket etmek sorunudur: bu 'gerçeği' görmedikçe, bunları çözmeyi öğrenmedikçe, bırakın Avrupa organizasyonlarına ev sahipliği yapmayı, kendi içimizdeki yerel organizasyonları dahi yönetemeyiz.