Kim profesyonel sporcuların dünyasını yaşamak ister?
Düşünün, sanal gerçeklik gözlüğünü taktığınızda içine girdiğiniz dünyada seçtiğiniz avatarınızın bedenini dilerseniz her gün değiştirebilirsiniz. Böyle bir dünyada her gün başka bir karakter ile yer alabilirsiniz.
Hatta CNN’in kendisi ile yaptığı bir röportajda şunu söylemişti; “Sanal öğeler veya kimlikler etrafındaki ekonomilerin, gerçek dünyadaki benzer ekonomilerden daha büyük hale gelmesinin çok olası olduğunu düşünüyorum. Avatarınız, bir Hollywood filmi gibi göründüğünde ve her dövmeyi, gözeneği, çizik ve burun halkasını görebileceğiniz kadar zengin bir karakter oluşturduğunuzda, insanların bu kimliğe gerçek vücutlarından daha fazla bağlı olduğu bir durum görebilirsiniz. Çünkü değiştirmek daha kolaydır.”
Açıklama daha da uzuyordu ancak genel mantık sanırım çok net şekilde anlaşıldı. Özellikle de son cümlesine dikkatinizi çekmek istiyorum “Çünkü değiştirmek daha kolaydır”.
Düşünün, sanal gerçeklik gözlüğünü taktığınızda içine girdiğiniz dünyada seçtiğiniz avatarınızın bedenini dilerseniz her gün değiştirebilirsiniz. Böyle bir dünyada her gün başka bir karakter ile yer alabilirsiniz.
Şimdi, bilmeyenler için Second Life’ın insanlığa sanal dünyada nasıl bir hizmet verdiğini anlattıktan sonra hemen soralım. Konumuz spor olduğuna göre, spor temelli bir sanal dünya oluşturulduğunda ve size de bu dünyada olimpiyata kadar giden süreçte yer alma şansı tanındığında, Virtual Reality (sanal gerçeklik) gözlüğünü takıp bu dünyayı yaşamak ister miydin?
Unutmayın, beyin hayal ile gerçeği hayal edemez. Bu gözlükleri takarak oyun oynayanların bazı aksiyon temalı oyunlarda dengelerini kaybedip karşılarındaki duvara doğru hamle yaparak çarptıkları ya da korku temalı oyunlarda zaman / mekan kavramlarını kaybedip ölesiye korktuklarını sosyal medyada izlemişsinizdir.
İşte şimdi tam da bu anda az önce söylediğim gibi bir olimpiyat sporcusunun başarısını yaşama şansınız olsa bunu denemez miydiniz?
Hem de evinizin oturma odasında!
Hayal etmek serbest hadi biz de bir hayal kuralım.
Stadın içindeki tünelde ilerlerken az sonra tam ortasına çıkacağınız olimpiyat stadındaki seyircilerin coşkusunu ve tezahüratlarını duyuyorsunuz. Yürürken başınızı öne eğip baktığınızda profesyonel koşu ayakkabılarınızı görüyorsunuz. Önce bir garipsiyorsunuz. Bu gördüğüm ayaklar benim mi?
Ve hatırlıyorsunuz…
Ayaklarınızı hareket ettirmek için düşünmeniz yeter.
Hareket ettiğinizi düşünüyorsunuz ve bir anda yürümeye başlıyorsunuz ve devam ediyorsunuz. Başınızı kaldırıp ileri doğru baktığınızda birazdan koşacağınız 100 mt olimpiyat finali için ilerideki çıkış takozlarına doğru yürüyorsunuz. 100 bin kişilik olimpiyat stadı hınca hınç dolu ve herkes isminizi haykırıyor.
“Unutmayın sanal dünyadasınız, hayal kurmakta sınır yok.”
Çıkış takozlarına vardığınızda üzerinizdeki eşofmanı çıkarttınız. Koşu taytınız ve üzerinizde üst bedeninizi rüzgar direncine karşı saran sponsorlu tişörtünüz ile artık hazırsınız. Firmanın ismi ve logosu sırtınızı kaplıyor. Giydiğiniz taytın da bacak kısımlarının yan tarafında sponsorun logosu yine devasa bir şekilde yer alıyor. Başlangıç işaretinin verilme anı yaklaşırken seyircilerin hepsi ayağa kalkıyor. Tüm koşucular ile birlikte siz de çıkış takozunda yerinizi alıyorsunuz. Kuvvetli olan sağ ayağınızı takozda arkaya yerleştiriyorsunuz. Sol ayağınız önde ve elleriniz başlangıç çizgisinde. Seyircilerdeki uğultu giderek artıyor. Hafifçe başınızı yerden kaldırıp ilerideki bitiş çizgisine bakıyorsunuz ve içinizden, “Sadece 100 metre” diye geçiriyorsunuz.
Dijital bir ses duyuluyor.
Bu, hazır ol demek.
Elleriniz yerde dururken çıkışı hızlı yapmak için bacaklarınızı ve kalçanızı bir sonraki hamle için hazırlıyorsunuz. Tüm koşucular çıkış için hazırlanıyor.
Ve işte tam o anda ikinci ses geliyor “güm”
Ses tüm statta yankılanıyor ve sağ ayağınız ile takozdan kendinizi ileri doğru var gücünüzle itiyorsunuz. Adımlar adımları kovalıyor. Başlangıçtaki küçük ve seri adımlar giderek daha büyük adımlara dönüşürken geçtiğiniz her metrede, bedeniniz başlangıçtaki öne eğimli halden daha dik bir vücut şekline doğru değişiyor. O sırada nefes alışverişiniz hızlanıyor, nabzınızın hızlandığını ve şakaklarınızdaki şah damarına olan basıncını hissediyorsunuz. Artık gözleriniz hedefte. Sadece ona bakıyorsunuz ve zihniniz adımlarınızı daha hızlı atmak için sürekli komut veriyor. Odaklanmanız üst seviyede. Attığınız her adımda size doğru yaklaşan bitiş çizgisine doğru bakıyorsunuz.
Bu esnada göz ucu ile arkanızdan gelen ve nefesini ensenizde hissettiğiniz diğer sporcuyu görüyorsunuz. Onun kim olduğunu biliyorsunuz. Sanal dünyada antrenmanlarınızı yaparken sizi zorlaması için seçtiğiniz ve avatarını yine sizin oluşturduğunuz en güçlü rakibiniz. Bu bakış saliselik bir bakıştı ve yine gözlerinizi bitiş çizgisine çeviriyorsunuz.
Şimdi bir ara verelim mi?
Taktığımız virtual reality gözlüğünü çıkartalım hem de koşunun tam ortasında, en heyecanlı yerinde. (Şimdi olacak şey mi bu? Bari koşunun sonucunu anlatsaydın diyebilirsinizJ)
Ancak şuna dikkatinizi çekmek istiyorum.
Kendinizi bir koşucu olarak gördüğünüz bu sanal dünyada, o yarışma esnasında koşarken bedeniniz sizce nasıl bir fiziksel tepki verirdi, bunu düşündünüz mü?
Şundan pay biçin. Aksiyon filmi izlerken adrenalinin artması ile nabzınız yükseliyor ya işte onun gibi… Ya da rüyanızda bir kabus görüp uykunuzdan ter içinde uyanmanız gibi…
Orada da aynı şey oluyor.
Son yıllarda yapılan araştırmalara göre, biz sosyal hayatımızda empati yapmayı alışkanlık haline getirmesek bile, beynimiz bize sormadan hem duygular hem de niyetler için empati yapmayı ayırt edemiyor. Buna bağlı olarak siz korku filmi izlediğinizi ve bunun gerçek olmadığını mantıksal olarak bilseniz bile anlık reaksiyonlarınız, bu mantık süzgecinden geçemeden heyecan faktörlerinden dolayı korku ve sonucunda da size etkili bir duygu olarak kendini gösteriyor. Buna göre sanal gerçeklik gözlüğünü takıp olimpiyat stadında 100 metre final koşusunu yaparken de koşma konusunda etkili olan ayna nöronlar yine bize sormadan anlık empati yaparak görselleri yorumlayabilir. Siz koltuğunuzda otururken dahi 100 metre koşucusunun olimpiyat heyecanını yaşama şansınız olabilir. Onun gibi nabzınız yükselebilir, onun kadar heyecanlanabilir, hatta onun kadar terleyebilirsiniz de.
Kısacası yakın gelecekte herkes bir olimpiyat sporcusu olabilir. Kendi kurduğu dünyasında şampiyonluktan şampiyonluğa koşabilir hem de evindeki koltukta.
Peki bu iyi bir şey mi, insanlık için faydalı mı, bu talep görecek olsa bile insanlığın hizmetine sunulmalı mı?
Açıkçası bu sorulara karşı defans yapmak ve buna karşı bir toplumsal değer oluşturmak adına içinde bulunduğumuz anın çok geç olduğunu söylemeliyim. Kimi bu sürecin karşısında olacaktır kimi de yanında. Bunu zaman gösterecek. Bir dönem evinde koltukta oturup zamanını film izleyerek geçiren 70 li yaşlardaki birine, heyecanın tavan yapacağı ve adrenalinin zirvede olacağı bir 100 metre olimpiyat finalinde yarışma ve oradaki tüm o duyguları yaşama şansının olduğunu söylerseniz, sanırım kolçaklı sandalyesinden kolunu kaldırıp size doğru uzatır, “Şu gözlüğü bana bir verir misin evladım?” der. Bu bakış açısı her yaştan insan için geçerli olabilir.
O halde herkesin kendi oluşturduğu şahsına özel sanal dünyasını, diğer insanların sanal dünyaları ile birleştiren ve ortak bir sanal dünya oluşturan farklı bir platformda da yarışma olasılığını başka bir zaman konuşalım mı?
Ne de olsa hayal kuruyoruz hem de gerçekleşme ihtimali çok zayıf hayaller… öyle değil mi?