Markus Münch: ''Ayrılmak zorunda kaldığım ve üzüldüğüm tek takımdır Beşiktaş"
'Kariyerim boyunca ayrılmak zorunda kaldığım ve üzüldüğüm tek takımdır Beşiktaş'
Kariyerim boyunca ayrılmak zorunda kaldığım ve üzüldüğüm tek takımdır Beşiktaş. Hani bir sevgiliniz olur, siz ondan ayrılsanız çok koymaz ama o ayrılınca biraz daha zordur. Onun gibi bir şey işte. İstanbul’da sportif ve özel hayatım çok güzeldi. Kemer Country’de oturuyordum. Yıllarca kalırdım eğer izin verilse. Ama o zamanlarda takımın ekonomik anlamda sorunları vardı ve sözleşmem bitmeden bonservis ücreti getirebileceğim için satıldım. Yoksa jübile sonrası bile Beşiktaş’a hizmet etmek isterdim. Ayrılırken havalimanında omuzlarımda Beşiktaş atkısıyla uçağımı beklerken çok duygulanmıştım.
Futbolcu bir babanın teşviğiyle dört yaşımda futbola başladım. Beni antrenmanlara hep o götürürdü. On iki yaşımda köyüme sadece birkaç kilometre uzaklıkta bulunan daha büyük bir takım olan SV Sandhausen takımına geçtim. Bugünlerde SV Sandhausen 2. Bundesliga’da oynuyor. U15’ten U-21’e kadar milli takımların tüm yaş gruplarında oynadım. Bu milli maçlarda Bayern Münih beni fark etti ve ben henüz on beş yaşımdayken bana teklif yaptılar. İlk başlarda genç takımı olan A-Jungend’de oynadım. İkinci yılımda ise, henüz onaltı yaşımdayken Bundesliga’da ilk maçıma çıktım. Avrupa kupalarında ilk maçım Şampiyonlar Ligi çeyrek final maçında Porto’ya karşı oldu. Jupp Heynkes beni ikinci yarıda oyuna aldı ve maçı aldık. Öylesine genç bir çocuk için inanılmaz bir duyduydu.
Beşiktaş benim için çok büyük bir deneyim oldu. En çok bu kulüpte zevk aldım. Takımdan ve takım harici kişilerden o kadar çok yardım gördüm ki... Ailemin ve benim bu kadar kolay birortama alışmamız kaçınılmazdı. Daha ilk dakikadan evimde hissetmiştim kendimi.
İki antrenör de çok farklıydı ama ikisiyle de çalışmak çok güzeldi. İkisi farklı şekillerde çok profesyoneldi. Onlardan çok şey öğrenme imkanım oldu. Briegel ile İstanbul’da başlayan dostluğumuz halen devam eder.
Zamanın değil, tüm zamanarın efsane başkanıydı o. Sanki dünmüş gibi hatırlarım onunla sohbetlerimizi. Sırf onunla tanışmış olmak bile büyük bir onur. Bırakın aynı sofraya oturmuş olmamız, sohbetlerimiz, sarılmamız... Çok saygılı biriydi. Odaya girdiğinde hayranlıkla bakmaktan bazen ne dediğini duyamıyorduk. Her şeyden önce gerçekten büyük bir insandı.
Pazar öğlenleri çoğu insan evinin salonunda televizyon seyreder, rahatlar. İnönü benim için salonum gibiydi. Başka bir yer yoktu olmak istediğim. Taraftarlar harikaydı. Bazen motivasyona ihtiyacım varken halen açarım internetten Beşiktaş tezahüratlarını.
İstanbul’da çok dost biriktirdim ve onlarla konuşurum. Bugünlerde ABD’de yaşayan Rahim Zafer ile görüşüyorum. Sıkça yazışırız. Ayrıca Tayfur Havutçu ile telefonda görüştük. Onunla çok iyi arkadaştık ve oda arkadaşıydık. Almanya’da yetişmişti zaten ve ailelerimiz de birbirlerini çok severdi. Ama en çok deli arkadaşımı, Pascal Nouma’yı, özlüyorum. Beraber takıldığımız zamanları anlatsam kitap olur, sonra o kitap yasaklanır. Leeds United maçında Danny Mills boğazımı sıkınca ben daha ona vuramadan Pascal adamı paketlemişti!