Fatih Cumhur Sarıkan yazdı: Milli Takım'ın Özel Ders Hocası Tarih Yapraklarından
Ajansspor yazarı Fatih Cumhur Sarıkan, A Milli Futbol Takım'ın Avusturya ve Macaristan ile oynadığı hazırlık karşılaşmalarını değerlendirdi. Detaylar.
Biz dönelim kendi hazırlıklarımıza... Avrupa Şampiyonası öncesi planladığımız toplam 4 hazırlık maçından geriye, Haziran ayındaki İtalya ve Polonya maçları kaldı. Montella’nın, takımın iskeletini belirlemeden önce Macaristan ve Avusturya maçlarından beklentilerini tahmin edebiliyoruz:
- Yetenekli, genç ama kendi takımlarında pek forma şansı bulamayan oyuncularımızın durumunu görmek,
- Savunma ve hücumda, genel oyuncu profiline uygun bir diziliş ve oyun anlayışı belirlemek,
- Bireysel potansiyeli ekip performansına dönüştürebilmek amacıyla, birbirleri ile anlaşan -ve anlaşamayan- ikilileri, üçlüleri tespit etmek,
- Doğrudan rakip olmasalar da, grubumuzdaki rakipleri temsil etme niteliğindeki Macaristan ve Avusturya’nın bize ne zorluklar çıkarabileceğini deneyimlemek,
- Deplasmandaki Hırvatistan ve Almanya galibiyetleri başta olmak üzere, Montella’nın Milli Takımdaki 3 galibiyet ve 1 beraberlikten oluşan “büyülü” başlangıç serisini mümkünse sürdürmek... Mümkün değilse, hiç olmazsa bizim çocukların fiziksel performans ve zihinsel dayanıklılık testlerini tamamlamış olmak.
Her iki karşılaşma da bu konularda Montella ve ekibine birçok ev ödevi çıkardı; ben de görebildiklerimi sizlerle paylaşmak istedim:
Milli takım havuzundaki kalecilerimizin hiçbiri kötü değil... Yine de rakip kim olursa olsun takıma güven aşılayacak, maç kurtaran bir kalecimiz de şu anda yok. Zaten beklenmedik olumsuz bir gelişme olmadıkça Mert Günok’un ve Uğurcan Çakır’ın şampiyona kadrosunda olacakları kesin gibi... Acaba daha önce milli takımlarda görev yapmış Altay Bayındır’ın ve Doğan Alemdar’ın son durumları, Okan Kocuk ve Muhammed Şengezer’in “milli on bir kimyasına” uyumu değerlendirilemez miydi?
Havuzdaki bazı stoperlerimiz oyunu geriden kurabiliyorlar ve sertler. Aralarında hamle zamanlaması, kademe konsantrasyonu, hava hakimiyeti veya pozisyon bilgisi iyi olanlar var. Ancak maçlara çıkaracağımız ikili -belki de üçlü- kombinasyonların hiçbiri yukarıda özetlediğim temel niteliklerin tamamına sahip değil!.. Buna Merih Demiral’ın gerilemiş performansını da eklemeliyiz. O zaman birbirini tamamlayan ve maç ritmi olan ikilileri -ya da üçlüleri- seçmeli, çok yönlü beklerle defans hattını pekiştirmeliyiz. Diğerlerinin mevcut form durumunu görünce, Abdülkerim Bardakçı, Çağlar Söyüncü ve Ferdi Kadıoğlu’nun bir an önce iyileşmeleri şart görünüyor.
Bu sezon kariyerinin ilk Serie A şampiyonluğuna koşan Hakan Çalhanoğlu, hazırlık maçlarında sahanın da her yerine koştu; çok formda. Orkun Kökçü ve Salih Özcan için aynı şeyi söyleyemeyiz. Süper Lig’in en formda isimlerinden, bu sezon özellikle iştahlı, sorumluluk üstlenerek oynayan İrfan Can Kahveci, orta sahadaki seçeneklerimize iyi bir alternatif olur. Zaten Montella’nın kanat oyuncularından beklediği hızlı ve delici aksiyonlar için yeterli isme sahibiz.
Her iki maçta da forvet oyuncularımızda verimsiz çabalar gözledim... Her şeyi bir arada ve hemen yapmak istiyorlar... Sorumluluk, özveri, telaş ve plansızlık! İlk ikisine turnuvada ihtiyacımız olacak, son ikisinden hızla kurtulmalıyız! Takımlarında ilk onbirde olamayan oyuncularımızın kendilerini gösterme gayretini anlıyorum; onlar da bu gayretin maçlarda en doğru kararı vermelerini engellediğini anlamalı... Özellikle Arda Güler’den ve Yunus Akgün’den tek bir ortak ricam var: “basit” olanı “kolayca” yapmaları!
Önemli bir konu da zihinsel kırılganlığımız!.. İkinci yarıya çıkarken skor 1-2 aleyhimize de olsa umutlanmamızı sağlayan ilk 45 dakika vardı... Tam “2-2’yi bulacağız sonra üçüncü golü de buluruz” diye düşünürken, erken yediğimiz 3. gol ile çözülüverdik. Biz taraftarların, seyircilerin çözülmesi normal de, millilerin bu kadar çözülmesi normal değil. Eh, zaten 6 gol yemek için böyle normal olmayan bir durumun oluşması gerekiyor.
Gördüğüm kadarı ile Montella’nın Milli Takımımıza yerleştirmek istediği oyun anlayışı:
geriden oyun kurmak,
zaman zaman topu rakibe bırakmak,
rakibi karşılarken kompakt ve her bölgede kademeli durmak,
böylece rakibi yan paslara zorlamak,
ezberlenmiş 2-3 paslık kontraataklarla sonuca gidebilmek,
hücumda yüksek verimliliğe sahip olmak,
takımın zorlandığı anlarda orta sahadan şutlar, ya da delici kanat ataklarıyla şapkadan tavşan çıkarmak...
Ayrıca kanat oyuncularının hücum ve defans görevlerini paylaşarak üstlenmesi...
Oynayamaz mıyız?.. Tabii ki oynarız...
Burada üç soru aklıma geliyor:
1. Havuzdaki oyuncu profili bu oyuna uygun mu?
2. Bu oyunu gözü kapalı oynayabilmek için yeterli zamanımız ve prova fırsatımız var mı?
3. Bu oyuna karşılık verebilecek rakipler karşısında, cebimizde şaşırtıcı bir başka plan var mı, hamlelere sahip miyiz?
Beklentimiz yüksekse ve gerçekçiysek, ilk sorunun yanıtı evet olsa da, sonraki iki sorunun -en azından mevcut durumda- yanıtı hayır olmalı... O zaman santrforlu bir oyunu repertuvarımızda tutmalı, “anadan doğma” santrforlarımızın form durumlarını dikkate alırken, Barış Alper Yılmaz gibi bir İsviçre çakımızın olduğunu unutmamalıyız. Ailece değil de ancak 5 veya 6 oyuncuyla rakibe ön alanda baskı yapan Avusturya’ya karşı attığımız uzun, temiz birkaç pasın, her seferinde bizi rakip kaleye nasıl etkili ulaştırdığını gördük.
Milli takımımızın güçlü yönleri olduğu kadar -en azından şimdilik- gelişmesi gereken yönleri de var. Buradaki güzel haber şu: önümüzdeki, uzun, sürprizlerle dolu bir lig değil; yalnızca 6 maç sonunda, umuyorum ki 14 Temmuz’da finale çıkacağımız bir turnuva. Yani ana ve alternatif oyun planları, hayalleri olan yetenekli bir oyuncu grubu, dayanışma, vazgeçmeme odaklı sağlam bir kolektif zihin yeter de artar bile...