Mustafa Cengiz'den flaş sözler: Aptal yerine koyamazsınız!
Antep’in havası
Antep’in Nizip ilçesinde büyüdük. Nasıl bir yerdi Antep? Aslında şöyle bir şey var. Torosları, Gülek boğazından aşıp geçtiğinizde iklim değişir. Mersin ve Antep’ten tutun Fırat Nehri’ne uzanan bir bölge vardır. Bana sorarsanız o bölgeye Güneydoğu denmesi hem coğrafi hem de iklim bakımından çok yanlış. Fakat öyle denilmiş, öyle gidiyor. Bana kalsa orayı sekizinci bölge yaparım. Mersin ile Antep birbirine çok benzer, havası aynıdır. Lakin Antep’in Hakkari ile alakası yoktur. Bu coğrafi betimlemelerin düzeltilmesi gerekir, buna o coğrafyada yaşayan herkes de canı gönülden katılır. Hava durumuna baktığınızda anlarsınız. Türkiye çok büyük bir coğrafya olduğu için bu tip çelişkiler illa ki oluyor. Laf lafı açıyor bir yandan... Almanya’nın eski başbakanlarından Helmut Schmidt, “Türkiye üç mevsimi aynı anda yaşayan çok büyük bir kıtadır, bu büyük ülkeyi bünyemize alıp hazmetmek çok güç” demiştir.
Antep’ten Mülkiye’ye
Gaziantep Lisesi’nde eğitim aldım. Fransızca okudum. Eskiden simultane çeviri yapabilecek kadar iyi Fransızcam vardı. Yıllar geçtikçe iş hayatı İngilizceyi gerekli kıldı. Dil nankördür, kullanmazsanız sizi terk eder. Sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdim. Mülkiyeliyim. Tarihe olan merakımda okulumun da etkisi var diye düşünüyorum. Üniversitede siyaset sosyolojisi okudum. Mülkiye’de mutlaka devletçi olursunuz. Biz de öyle olduk ve iş hayatına kamuda başladık.
Vazgeçilmez: Okumak
Çocukluğumda okumayı çok severdim. Yerde gazete bulsam, bir köşeye oturur okurdum. Kitap kadar değerli bir şey yoktu bizler için... Bir kitap alırdık ve o kitap elden ele dolaşırdı. O kitap 40 arkadaşımıza giderdi ve dönüşü geciktiğinde rahatsız olurduk. Gazeteler iki üç gün sonra gelirdi. Çocukluktan kalan iyi bir alışkanlık benim için... Ben her gün elime alıp okumalıyım. Bu benim için ihtiyaç haline geldi. Dünya ve Türkiye tarihine çok meraklıyım.
Kamudaki en genç genel müdür
Ben devlete özel sözleşme ile girdim. Üç hükümet ile çalıştım. 28 yaşında kamuda genel müdür oldum. 670 belediye vardı. Belediyelere ticari alımlar için kurulan TANSA (Tanzim Satışlar)’nın başına atanmıştım. Daha sonra Tansaş oldu, oradan bilirsiniz. Devlet bizim için kutsaldı. Anne babamız bizi öyle büyüttü. Mülkiyeliyiz bir de... Daha önce 40 bin kooperatifin toplandığı Tarımsal Köy Kalkınma Kooperatifi Merkez Birliği (Köy-Koop)’ndeydim. Aslında tümüyle kuruluşunda yer aldım. O dönem traktör ülkede pek yoktu. Traktör ithalatını gerçekleştirdik ve 40 bin traktör getirdik. Maalesef 12 Eylül hükümetinin yaptığı hatalardan bir tanesidir Köy- Koop’u kapatmak. Köyden kente göçü önlüyordu. Baraj kentleri kuruyorduk. Kırsaldan gurbete gidenlerin dövizlerinin ülkeye girdisini sağlıyordu Köy- Koop... Öğretmenler, imamlar, hocalar inanılmaz çalıştı. O dönem inşaat kooperatiflerinim olumsuz dedikodularından etkilenip maalesef Köy-Koop’u kapattılar. Şimdi “Mesleğiniz ne?” diye sorarsanız, bu sorunun bir cevabı yok ama ben bir yöneticiyim. Gerek uluslararası gerek ulusal bazda yönetici olarak çalışıyorum. Daha önce akaryakıt sektöründe TABGİS (Türkiye Akaryakıt Bayiileri ve Gaz İşverenler Sendikası) genel başkanlığı yaptım.
Bilişim tutkusu
Stres anında bilgisayar oyunu oynarım. ‘Espor ile ilgilenin’ dediler yönetime geldiğimde. Ben önce bir gülümsedim. “World of Warcraft” oyununda 84 seviye ilerledim. Bir zaman sonra bıkıp bıraktım tabii... Şimdi ise “Elder Scrolls Online” oynuyorum. Fena da gitmiyorum. “League of Legend”s ona pek girmedim. Bilgisayarı hep sevdim ama aslında biraz mecburiyet oldu benim için. Oğluma küçük yaşlarda bilgisayarı öğretmek istedim. Oğlum 1984 doğumlu, beş yaşına gelmişti. O zamanlar Commodore 64 vardı. Tabii bir işe girince tamamen öğrenme isteğim vardır. Bu açıdan montajı yapabilecek kadar kendimi geliştirdim. Türkiye’nin ilk internet kullanıcılarından biriyim. İnternete DOS üzerinden bağlanırdık. Sohbet odaları vardı o zaman. Bill Gates ile aynı sohbet odasında olduğumu bilirim. Bir fotoğrafın iletilmesi 20 dakika kadar sürerdi. 28K modemlerin çok daha öncesini biliyorum, ardından ISDN bağlantı geldi derken bugün 1000 mb fiber altyapı ile kullanıyoruz interneti. Türkiye’de internet ilk olarak başladığında omurgası çok zayıftı. Bu konuda son olarak Milli Eğitim’e naçizane bir tavsiyem var. Bence okullara tabletten ziyade klavyeli bilgisayarlar dağıtılmalı. Çünkü yazılım dili için klavyeli bilgisayarlar şart diye düşünüyorum.
Bir başka tutku: Yolların dili olsa...
Araba kullanmayı çok severim. Türkiye’de otobüs ve kamyon şoförlerinden sonra en çok dolaşan insan ben olabilirim diye düşünürüm bazen. Eşime “uçağa bineceğim” diye söylerim. Evden çıkarım ama Bodrum’a arabayla giderim. Hatta sadece Türkiye değil, Avrupa’yı da arabayla dolaştım. Almanya’dan başlayıp, tüm Avrupa’yı arabayla çok gezdim eşimle birlikte. Hatta kısmen Amerika’yı da gezmişliğim vardır. Araba kullanmak benim için bir tutku ama şunu da belirteyim, kesinlikle hız yapmam.
Antep’te Galatasaraylı olmak üzerine...
Galatasaray ile olan ilgim... Ben kendimi bildim bileli Galatasaraylıyım. Belki mahalledeki bir abim, belki başka bir kişi, belki de okuduğum bir yazı nedeniyle, onu tam hatırlayamıyorum... Bir şekilde Galatasaraylı oldum. Kendimi bildim bileli sokaklarda Metin Oktay’ım diyebilirim. Bizim tüm kaleci arkadaşlarımız Turgay Şeren olurdu. Bazı arkadaşlarım İsfendiyar olurdu, bazıları Candemir... Aslında Galatasaraylı olmamak daha zordu bizler için... O yüzden kendimi bildim bileli diyorum. Bizim Antep’te, Adana’da Galatasaraylı oranı mübalağa etmeden söylüyorum, yüzde 60’dan az değildi. Halen de öyledir. Yıllar sonra genel kurulda Cengiz Özyalçın ağabeyim, “Biz iki kale direğinin arasındaydık” demişti ve ben şoka girmiştim. “Yahu siz maça gitmiyor musunuz” diye içimden geçirmiştim. Yani o yıllarda Galatasaray’ın Antep’e gelmesini düşünemezdim bile, hayal edilemeyecek kadar güzel bir şeydi bizim için.
Kahramanım: Metin Oktay
Herkesin bir kahramanı vardı ve benim kahramanlarım tabii ki Galatasaraylıydı. Neden Turgay Şeren idoldü kaleci arkadaşlarımız için? Çünkü Turgay Şeren zıpladı mı telgraf direklerinin ucuna değermiş, biz buna inanırdık. Metin Oktay şut attığında, kalenin arkasında kimse duramazmış, çünkü duranlar hayatını kaybedebilirmiş. Biz bunlarla yaşardık. Tabii ki Galatasaraylı idollerimiz olacaktı. Gerçi ben yıllar sonra Metin Oktay’ın şutuyla kaleci sakatladığını gördüm. Metin Oktay bir Karşıyaka maçında iki penaltı kullandı. O iki penaltının sonunda üçüncü kaleci kaleye geçti. Çünkü ilk iki atışta iki kaleci topu kurtarırken bileklerinden sakatlık geçirdi. Sadece izlemekle de kalmadım, kendisiyle tanışma şansına da eriştim. Hiç unutmuyorum, İstanbul’a yeni gelmiştim, sene 1967. O zaman kale arkası tribünde karışık olarak maç izlenirdi. Küfür falan zaten hiç yoktu, aklımıza gelmezdi. Neden küfür edelim ki! Evet, maçı kaybeden diğerine ters ters bakardı ama günün sonunda “Merhaba” diyerek, yürürdük yolumuza...
Metin Oktay’ı izlemek
Fenerbahçe’nin kalecisi Özcan, gol pozisyonlarında kalede büyürdü. Bir kişi karşısında o özgüveni bulamazdı. Topun başında ya da kaleye yakın pozisyonda Metin Oktay var ise Özcan topun yüzüne gelme olasılığına karşı kollarını ileri uzatıp fiziken kendini küçültürdü. Bunu gözlemlerdik. Özcan’ı küçük görmek için söylemiyorum, çok büyük bir kaleciydi ama Metin Oktay’ın topa öyle bir gelişi vardı ki, kale arkasında biz bile ürkerdik. Yine başka bir gözlemimi yani hayranlığımı paylaşmak isterim. İnsanın zıpladığında en üstte olduğu anda ürettiği enerjiye kinetik enerji denir. Metin Oktay öyle bir enerji üretirdi ki zıpladığında en üstte asılı kaldığı bir an vardı ve o anda çekiç gibi kafa vururdu. O anı görürdük. Futbol tabii bizim en sevdiğimiz sohbet... Eski bir futbolcu bulunca mutlaka oturur konuşuruz. Şekerspor, Ankara Demirspor ve Beşiktaş gibi takımlarda oynamış bir kaleci dostumuzla yaptığımız sohbette şunu söylemişti. “Abi ben gol yediğimde toprağı döverdim ama Metin Oktay’dan yediğimde ‘Oh be gol böyle olur, yiyeceksen böylesini yiyeceksin’ derdim.” Ezcümle biz; Metinler, Turgaylar, Candemirler, İsfendiyarlar, Nacilerle büyüdük.
Camialar ve kahramanlar
Toplumlar ve camialar idolleriyle yaşarlar. Gençlere, kahramanları vermezsiniz sosyal anlamda sağlıklı bir gelişim bekleyemezsiniz. Biz dürüst, çalışkan bir toplum olmak istiyorsak kahramanlara sahip olmalıyız. Bir insan çok iyi sporcu olabilir. 100 metreyi sekiz saniyede koşabilir ama karakteri ve kişiliği sağlıklı değilse maalesef o sporcu idol olamaz. Metin Oktay, Turgay Şeren, Gündüz Kılıç bu yüzden bizlerin idolü oldu. Sahada iyilerdi ve sosyal yaşantılarında da bunu sürdürdüler. Galatasaray bir yandan da kahramanlarını yaratmak zorunda. Sürdürülebilir, karakterli kahramanlara ihtiyacımız var. Siz çocuğunuza anlatabilmelisiniz. Ona, “Metin Oktay gibi ol...” diyebilmelisiniz. Eğer siz bu kahramanları öne süremezsiniz sosyal hayattaki etkinliğiniz azalır. Bazı sorular aklımıza geliyor. Neden Galatasaray var? İnsanlar neden bu takımın peşinden gidiyor? Çünkü bu camia bu idolleri çıkartmış. Kitleler de bu isimleri benimsemiş. Nasıl Jean d’Arc, Fransa’da ulusal direnişin sembolü olmuşsa, bizim de Galatasaray olarak her daim kahramanlara ihtiyacımız var.
Galatasaray yenilgiyi kabul etmez!
Ben futbolcu kardeşlerimle ilk buluşmamda söyledim: “Siz bir gün futbolu bırakacaksınız ve bu topluma karışacaksınız, rakibinize saygılı olun, sahada öfkenize kapılıp hata yapmayın. İstemeden yaptıysanız da, mutlaka özür dileyin.” Biz hep ne diyoruz; rakibe saygılı ol ama ölümüne mücadele et. Çünkü biz böyle büyüdük, böyle gördük. Profesyonel olarak ücretini alıyorsun zaten, alman da gerekir. Terinin son damlasına kadar sahada mücadele etmek de gerekir. Galatasaray isen yenilgiyi asla kabul edemezsin. Yenilgiyi kabul edecek olanın bizimle işi yok. Ben bu nedenle beraberliğe prim verilmesine karşıyım. Geçmiş yönetim bu konuda bir noktaya geldi. En azından mağlubiyete prim verilmiyor. İnşallah bize de sadece galibiyete prim vermek nasip olur.
Rakipler
Bizim için rakip kim olursa olsun önce dostluk gelir. Rakibe saygısı olmayanın kendine saygısı olmaz. İnsanlar bu coğrafyada Galatasaraylı, Fenerbahçeli, Beşiktaşlı aynı evde doğup büyüyor. Özellikle taraftarlar arasında o düşmanca davranışlar beni çok üzüyor. Futbol ya da ilgi gören diğer spor dalları hafta sonu için bir deşarj, yani boşalma. Eğer siz bunu şarj haline getirirseniz camialar birbirine girer. Futbol bu ülkede, insanların tek çıkış noktası olabiliyor. Bugün Fenerbahçe batsın ister miyiz? Kesinlikle istemeyiz. Çünkü tarihe baktığınızda bütün büyük imparatorlukların büyük rakipleri vardır. Biz de Fenerbahçe ve Beşiktaş’tan besleniyoruz. Onlar iyi oldukça biz de daha iyi olmaya çalışıyoruz. Bu bir matematik. Bunu inkâr edemezsiniz. Eski ezberlere takılmamak lazım. O yüzden tüm paydaşların üzerine düşeni doğru bir şekilde yapması lazım. Hakemleri ele alalım. Sadece ama sadece gördüklerini çalmalılar. Kimse onlardan adalet beklemiyor. Hâkim değiller. Hakemler üzerinde çok yanlış ezberler var. Bunları değiştirmeliyiz.
Futbolun sosyal gücu
Toplumu oluşturan aidiyetler var. Biz bir millete mensubuz. Türk’üz diyoruz. Sonra coğrafi kimlik geliyor, mesela ben Gaziantepliyim diyorum. Sonra da sosyal kimliğimize geliyoruz. Tuttuğumuz takımı söylüyoruz. Çoğumuz için bazen tuttuğumuz takım her şeyin önüne geçiyor. Galatasaraylıyım ve bundan gurur duyuyorum. Spor kulüpleri böyle bir sosyal paylaşım sağlıyor. Her hafta sonu insanlar maçlarda bir araya geliyor. Bu açıdan ulusu bir arada tutan çimentolardan bir tanesi spor kulüpleri. Bunun için de en büyük payda da tevazu yapmaya gerek yok; Galatasaray. Bakın tüm anketlere Galatasaray sayısal olarak önde gelir. Medyamızda paydanın yansımasını görüyor muyuz? İşte o noktada sıkıntımız var.
Amatör branşlar...
Bizim Galatasaray olarak 1.450’ye yakın sporcumuz var. 250’ye yakın sporcumuz basketbol ve futbolda profesyonel... Bunların dışında 1.200 sporcunun eğitimini sağlıyoruz. Hem Milli Eğitim Bakanlığı’na hem de Gençlik Spor Bakanlığı’na katkıda bulunuyoruz bu anlamda. Devletimiz de Maliye Bakanlığımız ile bizlere destek verecek. Çünkü amatör sporlar konusunda desteğe ihtiyacımız var.
"Seçime yüzde 60 hazırdım”
Başkanlığa yüzde 60 hazırdım. Yönetimimi oluştururken kimseye söz vermedim. Sosyal medyada troll hesaplar açtırmadım. İnsanlar beni tanımıyordu. Benim verdiğim bir tepki vardı. İnsanlar genelde tepkisini benimkiyle birleştirdi. Çok hızlı bir süreçti. Yüzden 40 hazır değildik. Bazı abilerim “teamül” dediler. Ama biz bir şeyleri değiştirmeye geldik. Şu anda “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyoruz. Gelmeden önce de geldikten sonra da herhangi bir arkadaşıma mevki sözü vermedim. Yönetim kuruluna giren 15 kişi üç saat önceden öğrendi görev bölümünü. Eğer ben yönetim kuruluma yalan söylersem önce yönetimdeki yakın arkadaşlarımın bana saygısı olmaz. Biz Galatasaray’ı menfaatsiz sevenlerle yürümek istiyoruz. Bu bir yolculuk, hasarsız devam etmeniz mümkün değil. Hiç hasar almıyorsanız zaten hiçbir şey yapmıyorsunuz demektir. Otursanız zaten çürürsünüz. Kopmalar ve ayrılmalar olacak. Bir yandan birleşmeler de olacak. Seçimden önce de söyledim; kimseye yalan söylemem, kimseye boş vaatte de bulunmam. Eğer olsaydı onu söylerdik. Çünkü benim için sözden daha değerli bir şey yok.
Tecrübe ve tanınma
Çocukluğumuzdan bu yana içimizde hissettiğimiz aşkın peşindeyiz. Bizler için tecrübesiz diyorlar; evet doğru. Üzerimizde geçmişin yanlışlarını taşımıyoruz. Geçmişin hatalarından ders alıyoruz. Bir diğer konu ise “Sizi tanımıyoruz” diyorlar. Olabilir de... Bu benim değil, senin sorunun. Çünkü ben seni tanıyorum. Bu camiadaki herkesi tanıyorum. Demek ki eksiklik sende. Buraya magazin için gelmedik. Bilmedikleri belki de şu; bu camiada binlerce Mustafa Cengiz var. Taraftarı aptal yerine koyamazsınız. Yalan söylediğinizde şu ya da bu şekilde ortaya çıkar. Uzun vadede taraftarın desteği ne kadar olursa, sorumluluğum da o kadar fazla olur. Omuzlarımda bu yükü sonuna kadar hissediyorum.
Yellow Friday
İlk kez kulüp tarihinde insanlar bu kadar birleşti ve ilk kez insanlar kendini camiaya ait hissetti. Şu anda camianın en sorumlu noktasındayım ve görevim bu konuda birlik mesajını iletmekti. Ve bunu başardık, mesaj yerine ulaştı ki bu geri dönüş gerçekleşti. Bu oluşum zaten vardı, biz bir kıvılcım yaktık. O kıvılcım büyük bir meşaleye dönüştü. Yellow Friday kampanyası sırasında inşaat işçisi arkadaşımızın mağazaya gelip, alışveriş yapması beni inanılmaz duygulandırdı. Bu birlikteliği parayla yapamazsınız. Gece yarısı mağazamızı ziyaret ettim. O sinerjiye hayran kaldım, duygulandım. Arkadaşlarımız fedakârca çalıştılar. Onlara bir kez daha teşekkür ediyorum.
Bankalara mesaj
Yellow Friday mesajı yerine gitti ama bankacılık hususunda yaptığım açıklama yanlış anlaşıldı. Dedim ki, bankalar yüz milyonları reklama harcıyor. Bugün bu ülkede 20-30 milyonluk nüfusun mevduatı hareket halinde. Bankalar da bu pazarı hedefliyor. Bu pazara ulaşmanın yollarından bir tanesi taraftar kimliği üzerinden gitmek. Bankalara bir tavsiyeydi, “En büyük reklamı bu şekilde yaparsınız” dedim. Bana bu fikri veren de çok büyük bir bankaydı. Bankalar kredi için sağlam ipotek istiyor. Ama geçmişe açıp bakalım; kalmış mı herhangi bir bankanın parası Galatasaray’da! Ben o sözleri sadece Galatasaray için de söylemedim, Türk futbolu, tüm kulüp ve camialar için zikrettim. Çünkü ben bir iş adamıyım. Finans kaynaklarımızın çeşitlenmesi gerek.
Üyelik sistemi
A grubu dışında yılda 400 üye alıyoruz. Bu rakam çoğaltılabilir. Ama şöyle de bir şey var. Bizim aslımız Galatasaray Lisesi... Aslını inkâr eden haramzadedir. Biz bu temel üzerinde belli dengelerle Galatasaray taraftarının katılımını da bir orana bağlayarak ve sadakat şartını başa koyarak üyeliği bir dengede tutmak istiyoruz. Biz tüzük tadil komisyonunda bir çalışma yaptık ve Divan Başkanlığı’na da sunduk. Divan Başkanlığı da Dursun Başkan’a 2,5 yıl önce verdi. Şu anda bu rakam 400... Tüzük tadilde şerh koyarak sınırın 500 olmasını istedik. Bu bir gelir de sağlıyor. Taraftarı dışlamamamız gerekiyor. Bunun yollarını arıyoruz.
“İnan edin”
Ben yemin etmeyi sevmem. Önce inanmak lazım. İşte buna inanırım, insanların da inanmasını isterim. Sonra baktım taraftarlar pankart yapmış. Şaşırdım tabii... Taraftarla aramıza iyi bir bağ var. Umarım böyle devam eder.
Üç aylık dönem ve hedefler
Birinci hedefimiz mali anlamda düzlüğe çıkmak. Kısa vade için elimizde sihirli değnek yok. Bunu yapmak çok kolay değil. Tabii ki elimizden gelenin fazlasını yapma çabasında olacağız. Üç ay içinde yani genel kurula kadar bir noktaya geleceğiz. Sportif olarak da futbolda tek düşünce şampiyonluk. Diğer branşlarda da toparlanma sürecini başlatmak ve yukarıyı hedeflemek. Dört ila altı ay bazında ötelenen ödemelerin yanında biriktirilmiş sorunlar var. Her gün 10 kilo kaldırabilirsiniz ama 120 gün boyunca birikmiş olan 1200 kiloyu bir anda kaldıramazsınız. Bu sorunları parçalayarak yok etmeye çalışıyoruz. İlk olarak bir sistem kuruyoruz. Üç ay yeter mi? Hatta üç sene yeter mi? Üç sene de önümüzü temizleyip, tırmanacağınız basamakların yolunu temizleyebilirsiniz. Galatasaray’da ana hedef borçsuz, artı veren bir bütçeye ulaşmak. Şu anda ilk üç ay içinde dengeyi oluşturmanın, sistemi kurmanın peşindeyiz. Mayıs’ta söz verdiğimiz gibi seçime gidip, üç yıl için üyelerimizin karşısına çıkacağız.
Unutulmayan maçlar
O kadar çok maç var ki, hangi birini söylemek gerek. İnsanın hayatı Galatasaray olunca... Ali Sami Yen’de Hagi’nin Athletic Bilbao’ya attığı bir son saniye golü var. Müthiş bir goldü. Tabii ki çok bahsettim, Metin Oktay’ı hiç unutmadım. Yine Juventus maçı var, kar altında kazandığımız. Tipi bizim yüzümüze vururken futbolcuların o koşullardaki mücadelesi benim açımdan unutulmaz. Ama büyük takımların özelliği bu... Bu oyuncular bunu sadece maddiyatla başarmıyorlar. İnançla ve maneviyatla mücadele etmek büyük takım oyuncularının bir başka özelliği... Çünkü o oyuncular o gücü o büyük camiadan alıyorlar. İşte bu yüzden Galatasaray büyük camia...
"Galatasaray neden büyük derseniz...”
“Yarım gün işe gideyim, yarım gün Galatasaray’a geleyim” düşüncesi ile burası kalkınmaz. Kaç yaşında olursan ol, buraya tüm mesaini vereceksin. Selahattin Beyazıt ağabey beni aradı ve “Sevgili Başkanım size her türlü desteğe hazırım” dedi. İnan edin, çok duygulandım. Tüm başkanlarımıza, yönetimlere ve hizmet edenlere hep sevgi ve saygı duydum. Bu istek ve tevazu ile ilgili. Galatasaraylılar bu yüzden büyük. Galatasaray bu yüzden büyük. Bu insanlar bu taraftar için her şey yapılır.