Rıdvan Dilmen niye bıraktı?
Türk futbolunun efsane isimlerinden Rıdvan Dilmen, NTV'den ayrıldığı ve futbol yorumculuğunu bıraktığını açıkladı. Peki Rıdvan Dilmen, futbol yorumculuğunu neden bıraktı? Ajansspor Yazarı Ahmet Çakır konuyu köşesine taşıdı ve Dilmen'in geleceğe dair planlarını anlattı. Detaylar haberimizde...
Ahmet Çakır'ın yazısı şu şekilde;
Rıdvan Dilmen kardeşimiz yine ilginç bir davranışta bulundu ve ömürboyu kaydıyla yapılan bir işi bıraktı. Böylesine zahmetsiz ve bol para kazanma olanağı bulunan (herkes için değil) bir işin, nedensiz denilebilecek şekilde bırakılması insanda değişik duygu ve düşünceler uyandırıyor.
Bunların başında ‘ötekiler niye bırakmıyor’un geldiğini hemen söyleyeyim. (Bir yığın adamın, bunca yıldır anlatamadığı nedir ki, sürekli televizyonlara çıkıp öfke saçıyor, masal anlatıyorlar.) Futbol yorumculuğu konusunda bir kuşak değişiminin yaşandığını göremiyorlar. Rıdvan Dilmen onlardan çok ilerde olduğu halde bırakarak, bu alanda ilginç bir öncülük yapmış oluyor.
Gelişmiş ülkelerde hemen her türlü işi belli bir zamanda bırakmak gibisinden sağlıklı bir anlayış ve işleyiş var. Düşünün, Sir Alex Ferguson’un bırakmasını kim isteyebilirdi ki? Ama o istedi ve bıraktı. Çünkü doğrusunun bu olduğunu düşünüyordu.
Elbette ki devam edecek olsa daha bir yığın kupa ve şampiyonluk kazanabilirdi. Peki, bu gerekli miydi? Bir takımın başında 26 yıl kalmaktan daha ötesi istenebilir miydi? Dünyaya gelmenin amacı, bir takımın başında 30, 40, 50 yıl kalmak olabilir miydi? Başka yapılacak işler ya da eğlenceler yok muydu?
Batı’da yorumcular da bu işi genellikle belli süreler hatta organizasyonlar için yapıyor, sonra bırakıyorlar. Çünkü hepsinin yapacak başka işleri var. İş derken ille de çalışmayı kastetmiyorum; ailelerine daha çok zaman ayırmak, hobilerini geliştirmek, hayatın başka alanlarına yelken açmak gibisinden durumlardan söz ediyorum.
Kuşkusuz, Rıdvan Dilmen’in bırakması, böyle bir durum değil. Kendi açıklamasında, tiksindirici bir memleket gerçeği ağırlık taşıyor. Doğru söylediğine ve bunun dayanılmaz olduğuna yürekten inanıyorum. Kendisine ve ailesine yönelik küfürlerden sözediyorum. Hemen her hafta bunlara muhatap olmak katlanılabilecek bir durum değil. Evet, kulağınızı tıkamaktan başka yapılabilecek birşey yok ama insanın dayanma gücü de bir yere kadar.
Ne yazık ki futbolla ilgilenen insanlarımızın kalite ortalaması pek mutluluk verici düzeyde değil. Öfkelerini düzgün yollarla, makul biçimde ifade etmeye çalışmak gibisinden bir noktanın da çok uzağındayız. Bu gibi konularda hemen küfür salvoları devreye giriyor.
Üstelik çoğu zaman size yöneltilen eleştiri, suçlama ve küfür dizisini hak edecek hiçbir şey de yapmıyorsunuz. Çünkü bizde yorumculuk demek, öncelikle böyle şeylere dikkat etmek, durduk yerde kişileri, camiaları karşınıza almamaktır. Ancak bunu kesinlikle başaramazsınız. İlle sizin düzgün bir olmadığınızı ‘keşfeder’ birileri. Sonra da küfür yağmuru başlar. Çünkü bu dünyadaki tek düzgün kişi, o küfürleri yağdırandır. O dürüsttür, tutarlıdır, ahlaklıdır ve daha bir yığın erdemle donatılmıştır ama siz bunların hepsinden yoksunsunuzdur.
O da sizi cezalandırır.
Bunlara karşı hukuksal mücadele de pek sonuç veren bir durum değildir.
Böyle bir cehennem ortamında insan bu işi nasıl yapar, diye düşünebilirsiniz ama başta kazanılan para olmak üzere şöhretinizi sürdürmek, toplumla yoğun ilişki içinde olmak, küfürlerin yanı sıra övgülerin de muhatabı olmak gibisinden güzellikler yok değildir. Gittiğiniz her yerde ilgi ve itibar görürsünüz. Size en rezil küfürleri etmiş olanlar bile etrafınızda pervane olur, birlikte bir fotoğraf çektirmek için çırpınır.
Bizim insanımız böyledir.
Üstelik Rıdvan Dilmen’in böyle bir ilgiyi hakedecek yanları da vardır. Herkesin anladığını sandığı futbolu gerçekten bilen sayılı kişilerdendir. Yorumlarında popülerlikle fikri kaynaştırabilmiştir ki bunun değerini bilen bilir. Fenerbahçeliliği gizlenebilecek bir durum değildir ve onun da böyle bir çabası hiç olmamıştır. Ancak gördüğü gerçeği de söylemekten kaçınmaz. Örneğin, bu sezonki Başakşehir maçı için “Hakem maçı onlardan alıp Fenerbahçe’ye verdi” diyebilmiştir. Bunun gibi inandığı gerçekleri kimseden çekinmeden söylemiştir.
Rıdvan Dilmen’in futbolculuk hayatından daha parlak ve sürekli boyuttaki yorumculuğu, ülkenin bu alandaki tarihinde yer alacaktır. Bunun da ötesinde, iktidarla kurduğu yakın ilişkiyi olabildiğince sağlıklı bir çizgide sürdürebilmeyi becermesi de önemlidir. Futbolculuk yıllarındaki çok yakın bir arkadaşı ondan ‘başkan’ diye sözediyor ve bunu hemen açıklıyor: “Bence şu anda Türk futbolunun başkanı odur. Gerek basınla ilgili konularda gerekse futbol yönetiminde büyük bir etkiye sahip. Kendisine başkan diye hitabediyorum çünkü gerçek budur. Bunun bize bir yararı olmuyor ama ne yapalım.”
Aslında bunlar pek bilinmeyen durumlar değil. Özellikle Merkez Hakem Kurulu üzerinde çok etkili olduğu yolundaki suçlamalar sürekli gündemde. İyi-kötü bu işlerden haberi olan birisiyim. Hepsinin uydurma olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bunlarla ilgili sohbet düzeyindeki ilişkiden öteye geçmez o. Gücünü böyle işler için kullanmaya kalkmayacak kadar akıllıdır. Bu doğrultudaki suçlamalar, onun unvanıyla alay etmek anlamına gelir.
Futbolumuzda adalet filan olmadığını ve olamayacağını iyi bilenlerdendir. Bunun yerine bir ‘dehşet dengesi’ vardır. Fenerbahçeli Galatasaraylıdan, Beşiktaşlı Trabzonsporludan çekinir ve bu şekilde dehşet dengesi oluşur. Bakmayın siz bir yığın gürültü-patırtı edildiğine, işin özü budur. Elbette ki kurullardaki ağırlık nedeniyle bu dengenin biraz ‘eğildiği’ durumlar olabilir ama işin özü değişmez.
Demirören’in ayrılışı sırasında TFF başkan adayları arasında onun da adı geçti. Keşke böyle birşey olsaydı. Futbolun yönetiminin iş insanlarından futbol adamlarına geçmesi, bu alandaki devrim olacaktır. Gerçi Rıdvan Dilmen ve bu işi yapması istenen öteki benzerlerinin kendilerini ne kadar hazırladıkları tartışmalıdır ama bununla ilgili de çok güçlü bir argüman koyabiliriz ortaya: Bugünkünden daha kötü olamaz ya!
Dilmen’le 2002-2003 sezonunda birlikte Digitürk yorumculuğu yaptık. 6-0’lık maçta birlikteydik. Werner Lorant’ın takım kadrosunu gördüğünde kulağıma fısıldamıştı: Bu maç Galatasaray lehine 3-0’dan başlar. Gerçi maç da öyle geçti ama sonuç çok farklı oldu… Ona büyük ün kazandıran ‘gol olur’ lafı sırasında da aynı şeyi birlikte söylemiştik. O sırada ve her zaman mikrofon önceliği ondaydı.
Bu tür bırakma ve ayrılık kararları kolay değildir. Üstelik, şu anda piyasanın en parlak yorumcusu durumundadır. Böyleyken bırakabilmesi, önemli bir adımdır. Gerçi bırakmaktan vazgeçip bu yazımızı ofsayta düşürebilir ama bunu isteyerek yapmaz, reddedemeyeceği türden baskılar olursa devam edebilir. Ona da birşey denilemez.
Kuşkusuz bundan sonraki yaşamında da kendisini öyle ya da böyle futbolun içinde göreceğiz. Başka türlü yaşayamayacak olanlardandır o. Her şeyin gönlüne göre olmasını dileriz.