Şansal Büyüka'dan dobra yorum: 'Türkiye'nin Barcelona'sı'
Başakşehir’in son Kasımpaşa maçını izlerken, yemin ediyorum, “Türkiye’nin Barcelona’sını” izliyorum sandım. Barcelona pas oyunuyla rakiplerini perişan ediyor ya, Başakşehir de, Kasımpaşa maçında tam 653 pas yaptı. Öyle “al gülüm-ver gülüm” paslar değil... Hepsi ileriye, hepsi etkili ve rakibi çaresiz bırakan paslar.
Denilebilir ki “Barcelona gibi Başakşehir izledin de neden o zaman Kasımpaşa önünde bu kadar zorlandı?” Bu doğru... Ama Başakşehir hem ilk, hem ikinci yarıda o kadar önemli pozisyonları gol yapamadı ki, inanılır gibi değil... Sanki o pozisyonlarda “Nasıl olsa atarız” diye bir boşvermişlik bile vardı.
Başakşehir müthiş bir değişim geçiriyor. Geçmiş yıllarda yıldız oyuncudan uzak, takım oyunu oynamaya çalışır, topun rakipte kalmasına izin verir, kontrataklarla sonuca gitmiye çalışırdı. Şimdi yıldızlarla dolu bir kadro var ama gene takım oyunu oynuyor. Üstelik geçmiş yıllarda olduğu gibi rakibi beklemiyor, oyunu rakibe vermiyor, maçın çok büyük bir bölümünü kendi kontrolu altında tutuyor.
Yiğidin hakkını teslim edelim: Başakşehir Kulübü iyi yönetiliyor, Abdullah Avcı büyük hoca...
Maç seçiyorlar
Beşiktaş’ın, yenilmeden lider bitirdiği Şampiyonlar Ligi’nde puan ortalaması 2.35... Süper Lig’de maç başı ortalama 1.75 civarında... O zaman bu müthiş fark nasıl doğuyor? Aklıma “maç seçiyorlar”dan başka bir şey gelmiyor.
Beşiktaş’ın yenilmeden lider bitirdiği Şampiyonlar Ligi grubundaki puanı 14... Maç başına böldüğünüzde 2.35 puan ediyor ki, son derece önemli ve kıymetli... Üstelik grupta geçen yıl Şampiyonlar Ligi finalini zorlayan Monaco, Avrupa şampiyonalarının artık klasik takımı haline gelmiş Porto ve Almanya liginde üst sıraların mücadelesini veren Leipzig... Buna rağmen maç başına 2.35 puan... Son derece yüksek ve başarılı bir puan ortalaması...
Beşiktaş’ın Süper Lig’de ilk yarı sonunda 17 maçta topladığı puan 30... Maç başı ortalamaya vurduğunuzda 1.75 civarı... Bugüne kadar hiçbir takım bu düşük puan ortalaması ile şampiyon olamadı.
Anlamadığım şu: Dışarıda çok güçlü rakipler karşısında yenilmeden elde edilen maç başı ortalama 2.35 puan... Süper Lig’de daha sıradan, daha rahat rakipler karşısında 1.75’te kalan son derece düşük puan ortalaması... Avrupa’ya gücü yeten Beşiktaş’ın, Süper Lig’e mi gücü yetmiyor? Herkes biliyor ki, bal gibi yeter..
O zaman bu müthiş fark nasıl doğuyor? İhtimalleri düşünüyorum, aklıma “maç seçiyorlar”dan başka bir şey gelmiyor.
Çilingirler azalınca
Şenol Güneş, Süper Lig’de rakiplerinin çok kapalı oynadıklarından dert yanıyor. Hoca haklı da, rakipler de ne yapsın? Beşiktaş’la oynayınca ister istemez kapanıyorlar. Beşiktaş son iki yılda da süper futboluyla şampiyon olurken, rakipler gene kapanıyordu. Ama o zaman takımın orta sahadaki çilingirleri daha fazlaydı.
Beşiktaş son iki sezonda şampiyon olurken, ilk yılında Oğuzhan’ı, ikinci yılında Oğuzhan, Tolgay ve Talisca’yı çok iyi kullandı. Bu üç oyuncu kapalı savunmaları iyi açıyorlar, araya bıraktıkları toplarla savunma anlayışını çaresiz bırakıyorlar. Ama bu sezon bakıyorum, Oğuzhan, Tolgay, Talisca üçlüsünden genellikle biri oynuyor. Oysa bu üçlüden ikisi doksan dakika sahada olursa Şenol Hoca’nın şikayetçi olduğu kapalı savunmaları Beşiktaş’ın daha rahat açacağını düşünüyorum.
Beşiktaş rakibi durdurmaz, rakipler Beşiktaş’ı durdurmaya çalışır. Ben Beşiktaş orta alanı için Medel-Atiba ikilisinin doğru tercih olduğunu düşünmüyorum.
Rakamlarla Beşiktaş
Beşiktaş’ın son üç yıldaki ilk yarı performanslarının istatistiklerini veriyorum. Fazla söze gerek yok.. Rakamlar, bir geri gidişi çok açık ortaya koyuyor:
2015-16 sezonu: 13 galibiyet, 2 beraberlik, 2 yenilgi: 41 puan...
2016-17 sezonu: 11 galibiyet, 5 beraberlik, 1 yenilgi: 38 puan...
2017-18 sezonu: 8 galibiyet, 6 beraberlik, 3 yenilgi: 30 puan...
Fenerbahçe’yi çözemedim
Bu kadar maç geride kaldı, Fenerbahçe’nin futbol olarak ne yapmak istediğini, ne oynamaya çalıştığını daha çözemedim.
Fenerbahçe, geri dörtlüsünün tamamı değişmiş bir kadroyla Konya maçını oynadı. Kadro zenginliğiniz ve kaliteniz ne olursa olsun, geri dörtlünün tamamının değişmesi altından kalkılacak kolay bir iş değil... Kaldı ki Fenerbahçe’de sanıldığı gibi o kadar da zengin ve kaliteli kadro yok.
Bu geri dörtlünün tepeden tırnağa değişmesinden doğan sıkıntıyı kabul ederim. Ancak şunu kabul etmem; Konyaspor bu ligin en az gol atan, en zor gol atan takımı... Bu takıma karşı santrforsuz çıkıp, golü yediğin dakikaya kadar böylesine kontrollü oynayıp, rakibe baskı kuramadan, pozisyon yakalayamadan bir saat geride bırakmak, Fenerbahçe’nin futbol genetiği ile örtüşmez. Madem son yirmi dakikada bu kadar baskı kurabiliyorsun, bu kadar pozisyon bulabiliyorsun, bunu yapmak için niye bir saat bekliyorsun?
Ligde ilk yarı bitti. Puan olarak baktığınızda Fenerbahçe’nin telafi edilemeyecek bir pozisyonu yok. Ancak bu kadar maç geride kaldı, Fenerbahçe’nin futbol olarak ne yapmak istediğini, ne oynamaya çalıştığını daha çözemedim.
Eldekilerle devam!
Fenerbahçe ligin ilk yarısında en fazla gol atan takımlardan biri... Buna rağmen Fenerbahçe’nin iyi bir golcüye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Galatasaray’ın Gomis’i, Trabzonspor’un Burak Yılmaz’ı, Beşiktaş’ın Cenk Tosun’u gibi bir golcüsü olsa, Fenerbahçe’nin oyunu, görüntüsü ve şansı çok değişir.
Ama niyetlensen bile devre arasında öyle golcüyü nereden bulacaksın? Buldun diyelim, UEFA kıskacından kurtulup parayı nasıl sayacaksın. Görünen o ki eldekilerle devam...
Kıymet bilelim
Fatih Terim göreve başlarken “Bu bir meydan okuma” dedi.
Çok doğru söyledi, çünkü o meydan boş değil... O meydanda, o zirve yarışında, şampiyonluk için gözünü karartmış, ciddiyetini ve istikrarını kanıtlamış Abdullah Avcı’nın Başakşehir’i var. O meydanda, çalıştırdığı her takıma ülkenin en iyi futbolunu oynatan, futbolcularını parlatan Şenol Güneş’in Beşiktaş’ı var. Sekiz puan geride kaldığı dönemlerde bile o meydanı terk etmeyen, planın, programın, stratejinin uzmanı Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe’si var. Üstelik hemen arkadan gelen, Trabzonspor, Kayserispor, Göztepe gibi takımlar var ki, ne yapacakları, ne sonuçlar alacakları, kimlere pusu kurup çelme atacakları belli değil...
Şu son haftaya bakın... Maçlar başladığı cuma günü Başakşehir lider... Cumartesi günü Fenerbahçe lider... Pazar gündüz Başakşehir yeniden lider... Pazar akşamı geçen haftanın ikincisi Fenerbahçe üçüncü, üçüncüsü Galatasaray ikinci...
Bırakın haftadan haftayı değişmeyi, liderliğin günlük, hatta saatlik değiştiğini daha bu son haftada yaşadık. Bir ara transferle takviye edilmiş bu kadroların ve bu hocaların ikinci yarıdaki kapışmasını düşünün...
50 yıldır böyle bir zirve yarışı yok. Bizim lig yarım asırdır böyle bir zirve yarışı yaşamadı. Avrupa’da liderler 8’er, 10’ar puan farklarla şimdiden şampiyonluğu ilan etmeye hazırlanırken, bizim ligde liderlik günlük, saatlik değişiyor.
Hep söylüyorum; kıymetini bilelim ve tadını çıkartalım.
Renkli ve şenlikli bir ara transfer
Ara transfer başlıyor. Görülmemiş bir zirve yarışı var ve takımlar mutlaka ciddi anlamda takviye yapmak isteyeceklerdir. Duyduğum bir şey yok, sadece düşünüyorum. Celta Vigo’da son dakikalarda oyuna giren, bazen hiç forma şansı bulamayan Emre Mor’u acaba bizim sahalarda görür müyüz? Wolfsburg’da çok iyi bir sezon geçiren Fatih Terim’in milli takımdaki gözdesi Yunus Mallı ikna edilebilir mi, verilecek para bulunabilir mi?
İstemem ve dilemem ama Cengiz Ünder, Roma’dan erken bir dönüş yapar mı? Arda zaten manşetlerde... Görünen o ki şenlikli ve renkli bir ara transfer bizi bekliyor.
Yalan sadece medyada mı?
Kamuoyunda spor medyasının yalan haber yazdığı konusunda genel bir kanı var. Buna “hayır” diyemem, doğrudur. Ama şunu iddia ederim: Spor medyası ne kadar yalan yazıyorsa, kulüp başkanları ve yöneticileri de en az o kadar yalan söylüyorlar. Sonuçta aynı dünyanın içindeyiz. Görüyoruz, biliyoruz.
Stoperler süper
Süper Lig’in ilk yarısında stoperlerin müthiş performanslarını izledik. Say say bitmez... İşte onlar:
Epureanu, Attamah (Başakşehir), Pepe, Tosic (Beşiktaş), Kana Bıyık (Kayseri), Kadu (Göztepe), Titi (Bursaspor), Sadık (Malatya)
Benim hocalarım
1- Abdullah Avcı (M.Başakşehir): Başakşehir’i isimsiz oyunculardan kurulu takım oyunundan, yıldızlara dayalı futbol anlayışına geçirdiği, tam bir antrenör takımı yarattığı ve ilk yarıyı lider kapattığı için...
2- Tamer Tuna (Göztepe): Son Galatasaray maçında genel görüntünün çok gerisinde kalmış olsa bile, teknik direktörlüğünün ilk yılında ve Göztepe’nin Süper Lig’e gelişinin birinci sezonunda böyle keyifli futbolu oynattığı ve bu puanı topladığı için...
3- Marius Sumudica (Kayseri): “Nereden çıktı bu adam?” derken, çok da üst düzey olmayan Kayserispor kadrosu ile bu istikrarı ve bu puanları yakaladığı için...
4- Rıza Çalımbay (Trabzonspor): Göreve geldiği sekizinci haftadan itibaren, bambaşka bir Trabzonspor yarattığı ve “Bu sezon da gitti” denilirken, umutları yeniden yeşerttiği için...
Kısa… Kısa
* Kardemir Karabükspor hoca arayacağına, son iki maçta takıma elinin değdiği belli olan Levent Açıkgöz ile devam etmeli...
* Sivas kalecisi Tolgahan son iki maçtır süper oynuyor. Ancak son Beşiktaş maçında arkadaşlarını o kadar çok ve o kadar yakışıksız azarladı ki, görüntüleri ekrana hiç yakışmadı.
* Erol Bulut ilk teknik direktörlük görevini Malatya’da yapıyor ve iyi gidiyor. Nasıl olsa Abdullah Avcı tezgahından çıkma... Devam Erol Bulut...
* Konyaspor’un ve Akhisarspor’un ligin ikinci yarısında futbolda hücum olduğunu da hatırlamaları lazım...
* Kasımpaşa uzunca bir süredir kötü gidiyor diye teknik direktör Kemal Özdeş’e bir şey olursa üzülürüm.