"Seni sevmiyorum"
Fenerbahçe, 20 yıl sonra Kadıköy'de Galatasaray'a yenildi. Ama biz bunu değil 'Seni de seni seveni de sevmiyoruz' pankartını tartışıyoruz. Üç büyüklerin taraftarları arasında dinsel, ırksal ve sosyo-ekonomik bir ayrım var mı? Varsa aynı ailede nasıl üç ayrı büyüğü tutan taraftar oluyor? Pankartın arkasındaki gerçekler ne?
Bir Fenerbahçe-Galatasaray derbisinde daha futbolu değil, yine saha dışı olaylarını konuşuyoruz.
Kenan BAŞARAN
Üstelik Galatasaray, 20 yıl sonra Kadıköy’de Fenerbahçe’yi 3-1 gibi net bir skorla yenmiş
Ve üstelik bu tarihi yenilgiye rağmen Fenerbahçe cephesi hakemi konuşmuyor…
Oysa daha önceleri berabere kalınan derbilerden sonra bile en ufak hakem hatası büyütülür, puan kaybı gölgelenirdi…
Ama bu sefer bir pankartı konuşuyoruz!
Fenerbahçe tribünlerinde derbide ‘Seni de seni seveni de sevmiyoruz’ yazılı devasa bir pankart açıldı. Pankart elbette Galatasaray’ı kast ediyordu. Sarı zemin üzerine kırmızı ve lacivert renklerle yazılmıştı slogan. ‘Seni’ ifadeleri özellikle kırmızı renkle yazılmıştı.
Kulüp resmen açıklamasa da pankartta Galatasaray’ı sevenlerin kim olduğu da belliydi.
Zaten Fenerbahçe’yi takip eden gazeteciler de bunu ifşa etti.
Biri PKK’nın diğeri FETÖ’nün lideri…
Pankartın feyz aldığı ifadeler 90’lara kadar gidiyor.
Galatasaray, bir Diyarbakır deplasmanına gitmiş ve o gün tribünlerinde “Seni de seni seveni de seviyoruz” yazılı bir pankart açılmıştı.
Benzer bir pankart 2014’te Ziraat Türkiye Kupası’nda Galatasaray’ın Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ile oynadığı maçta da açılmıştı.
Bir takımı kimin sevip sevmeyeceğine kulüplerin kendisi karar veremez. Kulüpler, ancak kendilerine kimin üye olup olmayacağına karar verir.
Haliyle kast edilen kişilerin Galatasaray’ı tutması, kulübü bağlayamaz.
Bugün kalkıp hangi terör örgütü lideri kimi tutuyor diye bir çetele mi çıkartacağız yani!
ÜÇ BÜYÜKLER TARAFTARI AYNI AİLEDEN
Kadıköy’de açılan pankartı daha geniş manda yorumladığımızda başka sorunlar ortaya çıkıyor.
Sonuçta pankart bir yanıyla Galatasaray’ı seven herkesi de kapsıyor. Nihayetinde iletişim biliminde mesaj dediğimiz olgu, sizin ne söylediğiniz değil, alıcının ne anladığıdır.
Yani siz ne söylerseniz söyleyin mesaj dediğimiz şey karşınızdaki kişinin algıladığı şeydir.
Geniş manada bakıldığında tüm Fenerbahçeliler’in tüm Galatasaraylıları sevmemesi diye bir durum söz konusu olamaz.
Çünkü bizdeki ezeli rekabetler dünyadaki benzerlerine hiç benzemiyor.
Beşiktaş’ı da içine katın ve düşünün..
Bizim üç büyükler arasındaki taraftar ayrımı ne dinsel, ne etnik ne de sosyo-ekonomik olarak ayrı bir tabana dayanmıyor.
Bizim üç büyüklerin taraftar profili üç aşağı beş yukarı aynıdır.
Bunu test etmek de çok basit: Herkes kendi ailesine baksın, yeter!
Aynı ailede Beşiktaşlı da Galatasaraylı da Fenerbahçeli de var.
Üç büyükleri tutan Alevi de Sunni de var, Kürt, Laz, Çerkes de var…
Ben bizim derbileri her daim ‘Kardeş kavgası’ olarak tanımlarım… İki-üç kardeşin oyun oynarkenki kavgası gibi..
Dünyanın büyük derbilerine bir bakalım:
Glasgov Rangers-Celtic, protestan-katolik ayrımına dayanır.
Barcelona-Real Madrid: Politik ve ırksal bir ayrıma dayanır. Real, merkezi kraliyetin; Barça Katalanların bir nevi milli takımıdır.
Boca Juniors-River Plate ise fakir ve zengin sıfıların rekabetidir…
Örnekleri çoğaltmak mümkün… İyi kötü hepsinin kökeninde anlamlı bir ayrıştırıcı kimlik var ama bizimkilerde bu tür tanımlamalar çok zorlama kaçmaktadır.
Zamanında rahmetli Kurthan Fişek, genel bir ayrım yapmıştı üç büyükler üzerinden:
Galatasaray: Aristokratların takım
Fenerbahçe: Tüccarların takımı
Beşiktaş: Halkın takımı…
80’lere dayanan bu tahlil o gün bugündür futbol dünyamızda kullanılır.
Ancak bu ağırlıkla kurucu ve yönetici zümre üzerinden yapılan bir tanımlamadır. Kaldı ki Beşiktaş’ın kurucuları da Osmanlı Sarayı’nın çevresindedirler. Yani hiç öyle fakir fukara tarafından kurulmuş değildir.
Elbette zamanla bu tanımlar kulüpler tarafından benimsenmiş olabilir ama iddia ediyorum, taraftar bazında bu ayrımların hiçbir geçerliliği yok.
Ya da bu tanımları besleyecek ‘bariz’ farklar yoktur.
Yahu hepsi mahalle arkadaşımız işte, tanıyoruz birbirimiz!
Türkiye’de taraftarları ayrıştıran, birbirine karşı ötekileştiren yönetimlerdir. Esasen bu siyasi açıdan da böyledir.
Kazanmaktan başka taraftara seçenek sunmayan, averajla ikinci olmayı bile başarısızlık olarak algılayan ve algılatan yönetici zihniyeti, taraftarlar arasında da nefret tohumları ekiyor.
Başkanlar ve yöneticiler birbirini suçladıkları için taraftarlar öfkeye kapılıyor.
Yönetenler başarısızlıklarda rakiplerini suçladıkları için taraftarlar kızıyor…
‘Sevmek’ metaforuna yeniden dönelim…
'SENİ SEVMEYEN ÖLSÜN'
Galatasaray, bugün Fenerbahçe’ni açtığı pankart nedeniyle toplumda öfke ve nefreti beslemekle suçlanıyor.
Aynı Galatasaray, 80’lerde sloganlaştırdığı ‘Seni sevmeyen ölsün’ şarkısını da unutmasın.
Arabesk rüzgârlarının estiği ülkede Küçük Ceylan’ın meşhur ettiği şarkıyı Galatasaray tribünleri yıllarca marş gibi kullandı.
Hatta remix versiyonu bugün de statta çalınıyor.
90’larda Metin Milli’nin söylediği bir şarkı sanatçının soyadıyla müsemma tüm tribünlerin ortak marşı olmuştu: “Seviyorum işte var mı diyeceğin?”
Elbette rakiplere sataşan cümleler de vardı içinde ama
Marşı özü şuydu:
“Sen şampiyon olmasan da
Kupaları almasan da
Seviyoruz işte var mı diyeceğin?”
Herkes kendi takımını sevmeye devam etsin…
Ama kimse kimseyi ötekileştirmeden. Kimse elinde olmayan kişilerin rakibine olan ‘sevgi’si üzerinden suni suçlamalarda bulunmasın…
Bunun kimseye faydası yok.
Nazım Hikmet, Tahir İle Zühre Meselesi isimli şiirinde şöyle der:
…Yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Şaire atfen şöyle de diyebiliriz:
Elma seni seviyor diye
senin de elmayı sevmen şart mı?
*** *** ***
Endüstriyelleşen futbolda bilakis Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray'ın birbirlerine ihtiyacı var. Yani bir nevi birbirlerini biraz sevmeleri lazım. Pastayı büyütmeleri lazım aksi halde birbirleriyle rekabet edecek ortamı bile kaybedebilirler. Finansal kriterler, konulan limitler, VAR sistemi esasen zayıf takımların da rekabete daha eşit koşullarda gelmesine olanak sağlıyor. Üç büyükler, ezeli rekabetlerini tatlı çekişmelerle süsleyip büyütmek zorunda.