Sead Halilagic: "Sergen Yalçın, Charles Bukowski; Fatih Terim ise polis amiri olurdu"
Beşiktaş'ın unutulmaz oyuncularından Sead Halilagic, derbi öncesi konuştu. Halilagic, "Sergen Yalçın, Charles Bukowski; Fatih Terim ise polis amiri olurdu" dedi.
Türkiye'de sizin oynadığınız dönemle bugün arasında derbi atmosferleri değişti mi? O dönemle kıyaslarsanız neler söylersiniz?
"Derbi, derbidir... Bir ülkenin en iyi takımları ve aynı şehrin iki takımı arasındaki bir maç... En iyi futbolcular bir araya geliyor. Hakemlerin arasında en iyisi maçı yönetiyor. Futbol oyununa aşık olan insanlara, heyecan yaratmak için, başka ne lazım olabilir ki? Hem de maç şampiyonluk maçı olursa... Bireysel olarak, her oyuncu, her hoca, her yönetici ve ayrıca taraftarlar da kendi dramını yaşıyor. Bazıları hiçbir korku hissetmeden, bir an önce maç başlasın ister. Bir an evvel sahnede/sahada bulunmak ister. Bazıları ise görev aldığı sorumluluğu yerine getirememe korkusu altında bulunmanın tedirginliğini yaşar. Sonrasında ise hakem, derbi maçı başlatmak için düdük çalar. Sen de dünyadan koparsın ve sadece topun olduğu yerde, konsantre olmaya çalışırsın. Takımın galip gelsin diye kalp, beyin ve ayaklarından gelen her şeyi yaparsın. Sanırım o dönemdeki ve bu dönemdeki derbi maçların heyecanı birbirine benzer. Jenerasyonlar değişir derbi tutkusu aynı kalır."
Beşiktaş - Galatasaray derbisi hakkında neler düşünüyorsunuz?
"Şampiyonluk yarışında bu derbi maçı iki takım için çok önemli. Galip gelen takım büyük avantaj sağlar. Beşiktaş sezonu iyi açtı ama sakatlıklar başladı. Borussia Dortmund maçından sonra takım iyice dağıldı. Sporting maçında çıkan ilk on bir ideal ilk on bire yakındı ama oyuna bu yansımadı. Beşiktaş'ın artık, kendi sahasında, kendi taraftarlarından destek alarak toparlanması lazım. Büyük ihtimalle, hakemin çaldığı ilk düdükten sonra saldıracak, rakip ise geri çekilecek, kontrollü şekilde ileriye gidip kendi şansını bekleyecek. Galatasaray toparlanmış gözüküyor. Vodafone Park'ta Galatasaray galip gelirse, benim için sürpriz olmayacak."
Sergen Yalçın ile İstanbulspor'da birlikte forma giydiniz. O dönem sıkça eleştirilen Sergen Yalçın'ı teknik direktör profiliyle nasıl buluyorsunuz? Geçen sezonun şampiyonu Beşiktaş yeni sezonu istediği gibi açamadı, sizce geçen seneye göre Beşiktaş'ta değişen ne oldu?
"İnsanlar yaşadıkça olgunlaşıyor. Olgunlaşarak kendini, davranışlarını değiştirmeye çalışıyor. Değiştirdiğini de düşünüyor. Acaba, yeterince değiştirdi mi? Bir kurt kılıfını değiştirir ama ruh halini asla... Sergen Yalçın da hoca oldu diye karakterini değiştirecek anlamına gelmiyor.
Oyunculuk döneminde hırslı, cesaretli ve kaprisliydi, şimdi de öyle... Zaten, oyuncu olarak, ofansif oyun prensiplerini anladığını sahada ispatladı. Defansif yönünde oynamadı bile. O dönemki hocalar, Sergen Yalçın'ı o şekilde kabul etti. Ofansif yönünü gösterdi ve performansından hocalar, taraftarlar, medya mensupları da memnun kaldı. Sergen de, Türkiye'nin gelmiş ve geçmiş, en iyi futbolculardan biri olarak ünvan kazandı. Ama Avrupa'nın büyük takımlarından hiçbir teklif gelmedi.
Şimdi de, hoca olarak, takımı cesaretli yönetiyor, gençleri oynatıyor ama defansif hatlarda çıkan sorunlara karşı çözüm bulamıyor. Bu eksikler, özelikle Avrupa'daki takımlara karşı oynarken, ortaya çıkıyor. Bu konuda yardımcı hocalardan da gereken desteği alamıyor.
İstekler bir yana gerçekler bir yana... Geçen sezon da Beşiktaş'ın ilk yarıdaki performansı daha kötüydü. Bir ara puan tablosunda on sekizinci sırada bulunuyordu. Sezon sonunda Beşiktaş şampiyon oldu. Aboubakar'ın, Larin'in, Josef'in, Rosier'in, genç kaleci Ersin'in büyük payı vardı. Şampiyonluk yolunda, Hatayspor'a karşı yedi sıfırlık galibiyetin de büyük önemi vardı.
Ama Türkiye'nin büyük kulüplerinin hedefleri Şampiyonlar Ligi ve UEFA liglerinden puan toplamaya yönelik olmalı. Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi'nde başarılı olmazsa, bu sene de Türkiye'nin şampiyonu olsa çok önemli olmaz. Son senelerde, sezon başlarını büyük heyecanla bekliyorduk ama iki ay geçtikten sonra hayal kırıklığı yaşadık. Çözüm var mı? Külüpler finansal olarak daha güçlü olmalı, ona göre yeni sezon için takım oluşturma planlaması zamanında ve daha isabetli yapılabilir. Ona göre gelen futbolcuların sakatlanma oranı azalır. Takım da oyun olarak daha fazla istikrar gösterebilir."
Türkiye'ye yıllar boyu Yugoslavya'dan yüzlerce futbolcu geldi. Bugünü düşündüğümüzde ise Beşiktaş, Miralem Pjanic gibi usta bir yıldızı transfer etti. Tüm isimleri göz önünde bulundurduğunuzda ilk 3'e kimleri yazarsınız, Pjanic kaçıncı sırada olur?
"Türkiye'ye, Yugoslavya'dan gelen çok oyuncu var. Bana kalırsa, en büyük izi Galatasaray'da Simovic, Prekazi ve Tarık Hocic bıraktı.
Bizden Saffet Sancaklı da sayılır çünkü o da Yugoslavya'da doğmuş ve küçük yaşta ailesiyle Türkiye'ye göç etmiş.
Pjanic ise Roma, Juventus ve Barcelona'da oynamış. Oynadığı kulüpler açısından bakarsam, Pjanic'in kariyeri saydığım diğer futbolculardan daha büyük, ama kendini Türkiye'de henüz gösteremedi."
5'i şiir kitabı olmak üzere 6 edebi eseriniz var. Sergen Yalçın ve Fatih Terim birer yazar olsalardı kim olurlardı?
"Evet, on sekiz yaşımdan beri şiir yazıyorum. "Olgulaşma I / II / III", "Dans" ve en son şiir kitabımın ismi ise "Garip". Ayrıca "Sead Halilagiç Dost - Monografi" ve üç tane de kısa filmim var: "Geri sayım", "Londra Gözü" ve dört hafta önce çektiğim kısa filmim "Çatı".
Bu arada otobiyografik roman da yazıyorum. İsmi "Çatı". İç dünyam derin ve geniş, okyanusa benzer. Yazarak kendimi ifade etmeye çalışıyorum. Bütün eserlerim kendi anadilimde ama Olgunlaşma'nın bir versiyonunu 2000 yılında Türkçe'ye çevirdik ve Taksim'de tanıttık.
Sergen Yalçın yazar olsaydı, hareketli hayatından dolayı, Charles Bukowski'ye benzetebilirdim. Fatih Terim ise, teknik direktör olmasaydı, yazar değil de, emniyet müdürlüğünde polis amiri olurdu."
Sırbistan'dan Türkiye'ye geldiğinizde neredeyse 1 yıl boyunca birçok kulübün kapısından döndünüz ancak pes etmeden denemeye devam edip başarılı oldunuz. Bu mücadeleci yapınız Yugoslavya'daki savaşın bir çaresizliği miydi? Bugün göçmen, mülteci birçok genç çeşitli kulüplerde hayat inşa etme peşinde. Onlara tavsiyeniz var mı?
"Bahsettiğiniz periyot aslında Kasım 1995 ve Ocak 1997 arasında. Türkiye'de bulunuyordum "ekmek" peşinde. Benim için zor imtihandı ama sınıfı geçtim galiba... Galatasaray, Kocaeli, Gençlerbirliği, Sarıyer, Yıldırımbosna derken, en sonunda İstanbulspor'da kısmetim oldu.
Büyük ihtimalle genetikte bir şey var. Genetik geçmişlere bağlıdır. Benim ailemin geçmişi Oğuzlar'a kadar dayanıyor. Bir zamanlar bizimkiler, asker olarak, Balkan topraklarına gönderilmiş ben de, onların torunu olarak, futbol sayesinde, bu dönemde bu tarafa döndüm. Türkiye'ye sağ olsun, bana kapılarını açtı, TC vatandaşlığı da verdi.
Son zamanlarda göçmenlik çoğalıyor, hayat şartları zorlaşıyor. İnsanlar mecbur kaldığı için doğduğu yeri bırakıp "ekmek" peşinde dünyaya yayılıyorlar. Allah bize kaldıramayacağımız yükü vermiyor. Buna inanarak kritik durumlarda sabır göstermek lazım.
Don Juan, Carlos Castaneda'nın yazdığı kitapların kahramanı der ki: "Bir savaşçı başarmak zorundadır çünkü onun için savaş yolunun dışında başka bir yol yok ki..." Genç sporculara, hocalar olarak, bunu anlatmalıyız."
Savaş yıllarında Yugoslavya'da yaşamanın ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyoruz. Peki aynı yıllarda Türkiye'de futbol oynamak nasıldı? Ne gibi zorluklar yaşadınız?
"Türkiye'de oynadığım süreç hayatımın iyi dönemlerinden bir tanesi. İstanbulspor'da oynamaya başladığımda meslektaşlarımla bir an evel uyum sağlamaya çalıştım. O dönemlerdeki en büyük sıkıntım ise Türkçe'yi bilmemekti... Fakat maçlarda, sahada, futbol dilini çok iyi biliyordum o yüzden "yıldızlar topluluğunun" (İstanbulspor - Oğuz, Aykut, Sergen, Gökhan Keskin, Hamza Hamzaoglu, Emre Aşık, Nesim, Saffet Akyüz...) içerisinde zorluk yaşamadım. Kendimi iyi hisediyordum.
Sonra da Beşiktaş'a transfer oldum. 1999 senesinde Yugoslavya'yı NATO bombaladı. Kosova'da sıkıntılar başladı. Benim bütün ailem Novi Pazar'daydı (Kosova'ya yakın). Türkiye'de oynuyordum ama "kafam" oradaydı. Kosova'daki sıkıntılar hala sürüyor."
Beşiktaş'ta altyapı koordinatörlüğü yaptınız. Bir röportajınızda altyapıya yeterli desteğin verilmediğini ve yeterli standartların olmadığını belirtmiştiniz. Sizin hayalinizdeki altyapı düzeni nasıl olmalı?
"Olmalı, olmalı, olmalı... Olmalıların çok var ama olmalıları finans edecek insanlar veya firmalar yok. Benim dönemimde, Beşiktaş'ın yeni altyapı tesisi konuşuluyordu ama proje için en az 10 milyon euro'yu külübün harcayacak gücü yoktu. Bir gerçek var, külüpler TFF'den finansal destek almıyor ise altyapıda ligler sürdürülemez.
Tabii ki eğitim - antrenman süreci de önemli. Kendimi geliştirdiğim eğitim - antrenman sürecine isim de verdim: "Hadid - Futbol savaşçısı." Hadid kelimesi Arapça'da demir anlamına geliyor. Hadid zeki, aidiyet sahibi, becerikli, savaşçı ruhuna sahip (sabırlı) olmalı. 5 - 19 yaş arası yetenekli bir genç için uzun bir yoldur, sabır ister.
Hocalardan bilimden de çok destek istenir. Aslında, bu konuda çok hasas noktalar var. Fazla derine girmeden bir karede bahsetmek istiyorum. Beşiktaş'ta çalıştığım dönemde, Türkiye üzerinde 106 futbol okulumuz vardı. Okulların sayısı çoktu ama okullardan, Beşiktaş altyapı kriterlerine göre uygun oyuncu yoktu. Çeşitli kamplarda yüzlerce genç seçmelere katılmış ama verimli olmamıştı.
Belli ki, futbol okullarındaki çalışma organizasyonları, antrenmanlar ve eğitim metotları yetersizdi. Altyapımız ve okullarımız arasında çalışmaların daha senkronize olması amacıyla, Vodafone Park'ta okul temsilcileri için seminer düzenledik, gereken eğitim-antrenman metotlarından bahsettik, seçmelerde bir oyuncu için öncelikleri anlattık... Hatta, örnek çalışmalar olsun diye, altyapıda, her grupta on ikişer genç bulunacak şekilde 5 - 6 - 7 - 8 yaş gruplarını başlatmak istedim. Fulya'daki tesisimizde antrenman için alan yok diye, kapalı salon arıyoduk. Kocaman Beşiktaş semtinde yer bulamadık. En sonunda Fulya'da, A takımın eski binasının olduğu yeri adapte edip küçük bir suni saha yaptıralım dedim, çünkü küçük yaş grupları için antrenman yaptıracak alanın ebatları uygundu, ama yönetim tarafından gelen cevap: "Paramız yok" oldu.
Bir kere, kulübün İcra Kurulu Toplantısına katıldım. Altyapı ile ilgili konuların arasında "5 - 6 - 7 - 8" yaş guruplarını başlatmamız gerektiğini söyledim. Ama aldığım cevap: antrenman malzemesi, yani eşorfmanlar falan kulübün harcamalarını artırıyor oldu. Ben de kendi kendime içimden şu soruyu sordum: Sen burada ne yapıyorsun?"
Fevzi'nin geri pasına ıska geçtiğiniz ilk an nasıl hissetmiştiniz? O maçı Beşiktaş kazansaydı o sezon şampiyon olur muydunuz sizce? Yıllar sonra o geri pası düşündüğünüzde ne hissediyorsunuz? Fevzi ile sonradan o anla ilgili hiç konuştunuz mu?
"Gol mu oldu diye, ben de şaşırdım. Topu bir an sahada göremedim. Golü yediğinde, bir şey söylemedim. Maçtan sonra da... Hiçbir medyaya, demeç bile vermedim. Hatta daha sonrasında, Fevzi'ye de bir şey söylemedim, sustum. Beşiktaş'ta kontratım bittikten sonra Fevzi'yle görüşmedim bile. Kısmet.
Maçtan evvel, Galatasaray ile aramızda 6 puan fark vardı. Yenersek üç puana indireceğiz ve önümüzdeki kalan beş haftada o üç puan farkı yakalayacağız diye düşünüyordük. Zaten takım formdaydı. Üst üste on iki galibiyetimiz vardı. Galatasaray'ın UEFA Kupası yarı final maçları vardı. Oraya daha fazla konsantre olup belki ligimizde puan kaybı yaşayacak diye hesap yaptık ama tutmadı, üzüldük. Son kitabımda yazdığım bir şiirde o golden bahsediyorum. Aklımdan çıkmıyor, hatta bir sürü insanın kafasından da çıkmıyor. O golden sonra Beşiktaş kendi kalesine ne goller görmüş ama bunlardan kimse bahsetmiyor. Hala o maçta benim attığım golü konuşuyorlar, o da ilginç tabii ki..."
Futbola 2003 yılında veda etti
1999 - 2002 yılları arasında İstanbulspor ve Beşiktaş formalarını terleten Halilagic, futbola 2003 yılında Adanaspor'da veda etti. Son olarak ise Beşiktaş'ta altyapı koordinatörlüğü görevini yürüttü.
Halilagic'in futbol kariyerini inşa etmesi ve Türkiye macerası düşünüldüğü kadar kolay olmadı. Novi Pazar'da dünyaya gelen eski futbolcu, 1991-2001 yılları arasında Yugoslavya'da yaşanan iç savaşın etkilerine maruz kaldı. Sırbistan'da Vojvodina forması giyiyordu ancak o dönem UEFA organizasyonlarında ambargodan dolayı boy gösteremiyordu. Ayrıca Türkiye'de kulüp bulması da yabancı statüsünden dolayı kolay olmadı.
Halilagic'in futbol sevgisinin yanı sıra edebiyata karşı da ilgisi var ve on sekiz yaşından bu yana şiir yazıyor. "Olgulaşma I / II / III", "Dans", "Garip" bazı eserleri ve üç tane de kısa filmi var.