Tehir mi, ne tehiri?
Futbolculuğum dışında teknik direktör olarak buna benzer ve daha da zor şartlarda tehir edilmeyen sahalarda oynadık! Ama iki haftadır tehir edilen Beşiktaş karşılaşmaları bana tuhaf geldi!
Dünya lüks oldu ve yaşayanları böyle yaşatmak istiyor. Bu gerçekten mahrum olanların çok olduğu dünyada ötekilere verilen mesaj açık "Başının çaresine bak!" veya "Kader!" diyeceksin. Geçmişte babalarımız, dedelerimiz ve öncesi Atalarımızın yaşadıklarını unutmuşuz! Allahtan canlı olarak buradayım da kendimden örnek veriyorum! Ne o hayalciler rahatsız mı oluyorsunuz? Bakmaz geçersin olur biter, hepsi bu kadar basittir senin için!
Yıl 1963…
Aylardan Ocak ve günlerden 23, Çarşamba..
Stat İnönü ve Açık tribünde buz zeminde ayakları donmasın diye hoplayıp zıplayan seyircilerin içinde ben de bir Üniversiteli genç futbolcu olarak varım. Ayaklarım donmasın diye ayakkabılarımızın dışına naylon torba bağlamış ve tribünde yaktığımız gazete yığını ile ısıtıyoruz kendimizi.
Milan çok ünlü bir takım ve Şampiyonlar Ligi’nde. O gün bizi Galatasaray temsil ediyor. Maçın önüne geçen bir ismi var Jose Altafini… Brezilyalı bu dev futbolcu aylardır gol atamıyor! Herkeste Galatasaray en az yarım düzine gol yiyecek korkusu var! Saha buz tutmuş, ayakta durmak dahi zor… Maçın hakemi Avusturyalı Friedrich Seipelt. Bizler üşümeyelim diye birbirimize Pekmez ikram ediyoruz… Bembeyaz buzlu zeminde kömür tozuyla çizilmiş sahada oyuna Galatasaray başlıyor ve bir anda unutamayacağımız bir gole tanık oluyoruz. 4.dakikada Uğur Köken topu kendi alanında Kadri Aytaç'tan alıyor karşısına kim gelirse ipe dizer gibi en az sekiz kişiyi çalımla geçiyor ve karşı kaleye kadar inip golünü atıyor! Şok olan rakip takım ve yürümenin ve buzda ayakta kalmanın zor olduğu karşılaşma bir anda bizler için inanılmaz gurur, heyecan ve zevk oluyor. Bu heyecanı sahada da çok iyi götüren futbolcularımızı görüyoruz. Kadri Aytaç, Suat Mamat, Tarık Kutver, Turgay Şeren, Talat Özkarslı, Candemir Berkman ve Ahmet Berman gibi yıldızlarımızın yürünmesi zor olan buz sahadaki başarıları, dev Milan'a adeta kök söktürdüklerini görüyoruz. Baba Maldini, Trapattoni, Rivera, Ghezzi gibi yıldızların Dünya takımına karşı coşmuşuz bir kere! Bu rüya 30 dakika alıp bir yerlere taşıyor hepimizi! Gol yenilse de futbolumuzun usta ayaklarının ilk gösterisidir bu Avrupa Şampiyonlar Ligi’nde. Gündüz Kılıç ve Coşkun Özarı'nın hazırladığı bu takım bizim futbol dünyamızın Avrupa’ya ihracı oluyor. Aşırı soğuk ve olumsuz koşulları unutturuyor. Ama yine de tribünlerde donan bizlerin uyuşan ayaklarımızın sanki bizden farklı gibi duruşlarının mezalimini yaşıyoruz! Sahadaki çocuklarımızın futbolu ile izlerken 34 ve 38 dakikada gelen goller ile yenik duruma düşsek de Uğur'un golünü konuşuyoruz! Ve ikinci yarı Galatasaray'ın gol arayışları içinde geçse de bir boğa gibi saldıran ve mutlaka gol orucunu bozmak isteyen iri kıyım Altafini 76. dakikada attığı üçüncü ve son gol ile adeta çıldırıyor. Tribünlere çıkacak neredeyse! Kendini buzların içine atıyor pistin dışına çıkarak. Gole kavuşma çılgınlığına şahit oluyoruz.
Bu yaşanmış ve şahit olduğum bir öyküdür.
Ve hayatımda bu kadar sevinen bir yıldız görmedim. Çünkü doğa koşullarını aşarak iyi futbol oynayan takımımızın karşısında aylardır süren kısırlığını üçüncü gol ile perçinleyen Brezilyalı yıldız belki de bu olumsuz gibi görünen ortamda yeniden doğuşunu kutladı!
O zaman ağırlığı 453 gram değil neredeyse eskilerin tabiri ile Okka olan topun, yürünmesi zor olan buzda ayakta kalınması maharet isteyen bu sanatçıların ayaklarında ortaya koydukları 90 dakikalık eserin yaratıcısı olan futbolcularımızın kalite ve inançları asla unutulamaz. Hele özellikle Uğur'un attığı gol!
Futbolculuğum dışında teknik direktör olarak buna benzer ve daha da zor şartlarda tehir edilmeyen sahalarda oynadık! Ama iki haftadır tehir edilen Beşiktaş karşılaşmaları bana tuhaf geldi! Bu kadar varlık içinde ve beklenen bir kar karşısındaki aczimiz ve tarafların rızasına doğrusu hayret ettim! Bizim dönemimizde Doğan Babacanlar, Hilmi Ok'lar, Ertuğrul Dilekler, Feridun Kılıçlar, Sulhi Garanlar bu şartları zorlar ve maçları oynatırlardı. Önemli olan futbolcuların da bunun bir gereklilik olduğunu kabul ederek doğa ile mücadelenin zor yanını futbola heyecan katarak bizlere sunarlardı...
Vah benim futbolum vah! Çıt kırıldım hakemlerim ve bu işten anlamayan teslimiyetçi zihniyet! Yarın gün gelecek tehirlerin bedelini ağır ödeyeceksiniz! Ve o zaman ben yine tecrübe ve gerçek futbol adamı olmanın ne olduğunu hatırlatacağım sizlere. Çok lüks ve tembel oldunuz. İşin içine şark kurnazlığı soktunuz. Örtün sahalarınızı oynayın veya yumuşak ve yeri tutmayan karda maçınızı oynayın! İzleyen ve oynayana unutulmazlar katın! Futbolun sadece iyi ve güzel havanın sporu olmadığını hatırlayın. Kusura bakmayın yukarıdan aşağıya çıt kırıldım oldunuz ve siz teknik adamlar teslimiyetçilik içindesiniz. Çünkü artık ne sizin ne de futbolun olması gereken sahipliği yok! O zaman ben de size daha çok Altafini öyküsü anlatırım!
Unutmayın, biz insanız ve doğayı zorlara karşı aşacak irade ile varız. Aksi Ağustos böceği olma yanlışlığını çağrıştırır!