Teşekkürler Almanya
Almanya'da liglerin tekrar başlaması, sporun Koronavirüs'e karşı kazandığı uluslararası bir zaferdir. İsviçre, Polonya, Avusturya gibi ülkeler de Almanya'yı izleyecek. Kısacası, yeni normale dönme konusunda onlar eylem halinde, bizse henüz laf üretiminin ötesine geçemedik.
Fakat bu olumsuz görünebilecek durumlara karşın ilk günden bu yana Koronavirüs ile her yönden en iyi mücadele eden 3 ülkeden birinin hatta birincisinin Almanya olduğunu herkes biliyor. Bu sayede futbola da en erken onlar dönmeyi başardı.
Bu başarının kendi çapını aşan bir boyutunun bulunduğunu görmeliyiz. Dünya sporunun zirve organizasyonu olan Olimpiyatın gelecek yıl bile yapılamayabileceği yolunda gamlı-kederli haberler eksik olmazken Almanlar çok güçlü bir ‘yapılır' mesajı vermiş oldu.
Aslına bakarsanız ilk günden itibaren bundan sonra Koronavirüs'le birlikte yaşamamız gerektiğini gören ve anlatan çok sayıda biliminsanı var. Elbette ki bunu söylemek başka, yapabilmek çok farklı. Almanya bunu başardı ve dünya sporunun önünü açtı.
Bizdeyse maçların başlaması halinde işin içindeki insanların hemen Koronovirüs'e yakalanacağı ve sonrasında da çok vahim durumların ortaya çıkacağı yolundaki, karamsarlığın da ötesindeki birtakım yorumlar hiç eksik olmuyor. Bu yorumları yapanların neyi ne kadar bildiği de pek dikkate alınmıyor. Her ağzını açan, bu konuda çok derin uzmanmış gibi konuşuyor. ‘İşin içinde insan sağlığı varsa' gibisinden bir argüman da onları çok güçlendiriyor. Sanki oynansın diyenler, herkesin ölmesini istiyormuş gibi bir drama yaratılıyor.
Buna karşılık asıl yapılması gereken işleri savsaklama konusunda geleneksel denilebilecek tavrımız sürüyor. TFF'nin hazırlayıp 1 Mayıs'tan itibaren yürürlüğe giren hazırlık protokolüne 18 Süper Lig kulübünden 11'inin kulak asmamış olduğunu Ajansspor'un ilgili haberinden okuyabilirsiniz.
Bu kadar önemli bir konuda bile her zamanki boşvermişliğimiz kendini gösteriyor. Çalışmalar başlarken gerekli testler yapılmıyor, yapılsa da sonuçlar bildirilmiyor. Süreç ilerlerken de ‘Vay efendim, bizde şu kadar pozitif vak'a çıktı. Bu koşullar altında nasıl oynarız?' isyanları başlıyor.
İşin en tuhaf yanlarından biri de ne biliyor musunuz, işlerini kaybetmenin eşliğinde olan bazı arkadaşlarımızın da maçların oynanamayacağını savunması! İki spor gazetesinin yüzde 80 tiraj kaybettiği yolundaki haberler medyada yer aldı. Bu durumda oralarda çalışan çok sayıda arkadaşımızın işlerini kaybetmeleri çok yakın bir tehlike değil mi? Demek ki arkadaşlarımız bunu bile umursamayacak kadar büyük bir tehlike olduğunu düşünüyor ve ‘Maçlar oynanmasın, kimse ölmesin, bizim işsiz kalmamız sorun değil' gibisinden kahramanca bir mesaj vermiş oluyorlar. Ne diyebiliriz ki, bize de onları alkışlamak düşer.
Oynanan maçlarla ilgil bir mızırdanma ise bizim için çok gülünç, ‘Efendim, seyircisiz maçların tadı-tuzu olmuyormuş.'
Dünyada belki de en çok seyircisiz maç oynamak zorunda kalmış bir ülkenin insanları bunu söyleyebiliyor. Bu cezanın çok sık verilmesi nedeniyle kadın ve çocukların girebildiği maçlar oynatıp onun da kısa sürede cılkını çıkartan biz değil miydik?
Ayrıca, seyircili oynandığından harika maçlar izliyorduk da şimdi ondan yoksun mu kalacağız?
Oyuncuların maçlara hazır olmayacağı, maçlardaki kalitenin çok düşeceği, vücut vücuda mücadele yüzünden sorunlar yaşanacağı, sakatlıklar yüzünden çok büyük sıkıntıların doğabileceği yolundaki mazeretlerin hemen hiçbirinin geçerliği olmadığını Bundesliga 1 ve 2'de oynanan azımsanamayacak sayıdaki maçta gördük. Bunu biz yapamaz mıyız?
Kabul etmek gerekir ki TFF bu konuda sağlam duruyor ama kulüplerden ve devletten pek destek gelmediği gözleniyor. Bu da TFF'yi zorluyor. İlk geri adım TFF 1.Ligin başlama tarihinin 1 hafta ileri alınması oldu. Aynı durumun Süper Lig için de geçerli olabileceği hatta maçların haziran sonunda başlayabileceği belirtiliyor.
Murat Fevzi Tanırlı arkadaşımız hesapladı, bir maç için toplam 217 kişi işin içinde olacak, hadi 300 diyelim. 9 maçta 2 700 kişi. TFF 1.Ligi de hesaba kattığınızda 5 000 kişi diyelim. Bunun bin kat fazlası şu anda zaten iş hayatının içinde değil mi? Üstelik, onların hangi koşullarda çalışmak zorunda kaldıklarını bilmiyor muyuz?
Bizler, çözümün değil sorunun bir parçası olmayı yeğleyen, bu şekilde yetiştirilip biçimlendirilen insan topluluğuyuz. Bunun bize ne kadar büyük zarar verdiğini de görmezden geliyoruz. Hemen herkes ‘maçlar şu nedenle oynanmaz, bu nedenle yapılamaz' tarzında sözler etmeye bayılıyor. Almanya da bunun tam tersini gösterip ‘Bal gibi oynanır' diyor.
Almanya'ya teşekkür edip biz de o yolda nasıl yürüyebileceğimizi öğrenelim.
NOT: Çok sevdiğim Rıza Çalımbay kardeşimden bir ricada bulunacağım. Hemen her gün, onun, ‘oynanmamalı' yolundaki sözlerini dinlemek zorunda kalmak bezdirici oluyor. ‘Ben bu konuda yeterince konuştum, biraz da başkalarının sesi çıksın' demek çok mu zor?