Türk Futbolu, 'Çıkmaz Sokak'..
Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş'la zaman zaman Avrupa'da başarılar yakaladık. Ancak son Sporting Lizbon-Beşiktaş maçı Türk futbolunun sorunlarını bir kez daha ortaya koydu.
Bunun niye şart olduğunu, takımlarımızın eski maçları üzerinden mukayeseli olarak şöyle anlatmaya çalışayım:
Hiç unutmam, 80'li yıllarda Galatasaray, Ali Sami Yen Stadı'nda, yabancı bir takımı farklı yenip tur atlamıştı. O tarihte bu, mucize gibi bir şey! Henüz ortaokul öğrencisi bir çocuğum; yabancı bir takımı ilk defa bu münasebetle izlemiştim. Neuchatel Xamax adında bir İsviçre takımıydı; bizi, kupanın ilk maçında üç sıfır yenmişlerdi de! O güvenle İstanbul'a iddialı gelen Neuchatel Xamax, Ali Sami Yen'den tarihi bir hezimetle ayrılmak zorunda kalmıştı. O yıllardan bu yana, gerek Fenerbahçe gerekse Beşiktaş, yabancılar karşısında başarılı olmuşlardır, ama, nedense, 'istikrarlı' bir üstünlükten bahsedemeyiz. Acaba bunun temel nedeni nedir? Türk takımlarımızın bir sisteminin bir türlü oluşamaması mı?
Sanayi varsa, futbol var!..
Farkındaysanız, günümüzde, Avrupa takımları, özellikle Batı Avrupa'nın ünlü takımları, Türk takımlarına karşı çoğu kez başarılı oluyor;onlara karşı ya çok kolay baş eğiyor ya da paçayı zor kurtarıyoruz. UEFA Şampiyonlar Ligi, bunun şahidi! Beşiktaş'ın grubundaki Sporting Lizbon, Ajax ve Borussia Dortmund, bunların hepsi, sanayileşmesini tamamlamış, ülkelerinin güçlü takımları; bu da, futbolu sanayi disiplini ve düzeni içerisinde oynamalarını ve 'kolektif' bir ekip oyunu geliştirmelerini sağlıyor. Peki, Türkiye'de aynı gelişme yaşanıyor mu? Hiç sanmıyorum. Biz, sanayileşme safhasındaki toplumun kendine mahsus özellikleri içerisinde hareket ediyoruz. Oyuncu bireysel çabasıyla oynuyor. Türk futbolcusu için, sanırım, en önemli ve gerekli şart budur; oyuncuyu, 'kolektif' bir oyuna dahil edebilmek!
'Onlar gibi olmak' için...
Ama diyeceksiniz ki, antrenörler, ne iş yapıyor? Onlar da anlayabildikleri ve kavrayabildikleri kadarıyla, kendi futbol modellerini uygulamaya çalışıyorlar. Ekiplerinin yapısına göre ya başarılı oluyorlar, ya da başarısız! Başarılı örnek mi istediniz? İşte Sporting Lizbon antrenörü Ruben Amorim, otuz altı yaşında, bir oyun tasarımı ve disiplini olan ve ekibine bunu başarıyla uygulatan modern ve çağdaş bir antrenör. Ekibi, her iki maçı da, yüksek tempo da başından sonuna kadar aynı dirilikte götürdü, saha içinde farklı oyun denemeleri gerçekleştirdiler. İlk maçta duran top farkı yarattılar. Kendi sahalarındaki ikinci maçta, üstünlüklerini daha da geliştirip, orta sahadan ayağa pas hücumları denediler, yine orta sahadan uzun toplarla kenar hücum oyuncularını atağa kaldırdılar. Bireysel ve takım becerisi isteyen, ceza sahası içinde, dar alan kısa paslaşmalarını başarıyla uyguladılar.
Neticesinde iki maçta toplam sekiz gol ürettiler. Peki ya biz! İki maçta da rakibimize hiçbir varlık gösteremedik. İyi de, neden? İlk bakışta öyle gibi görünmese de, altta yatan sebep yine aynı sanayi temposunda oynanan hiçbir maçı, başından sonuna aynı dirilikte götüremedik. Kolektif bir oyun oynamadık, bireysel çabalarla idare ettik. Futbolcuların maçta ayakta duramaz hallerine, bir de Beşiktaş antrenörü Sergen Yalçın'ın maç sonu gerçeklikten uzak açıklamaları da eklenince, 'Türk futbolun'un çıkmazını bir kez daha anlamış olduk.