Türk sporunda 'haysiyet' ve 'şeref' tartışması
Kaan Polat Cüreklibatır, "Türk sporunda 'haysiyet' ve 'şeref' tartışması başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı...
Yıllardır, Türk futbolunda, 'haysiyet', ve 'şeref' sözleri, dillerden düşmüyor, özellikle milli maç günlerinde; gazete manşetlerinde çok sık rastlarız, ama, ne anlama geldiği de açık seçik anlatılmaz, tuhaftır, konuyu ele alıp herkesin anlayabileceği bir dille, enine boyuna tartışana da rastlamadım.
İster misiniz üzerinde biraz düşünelim?
Galatasaray Kulüp Başkanı'nın açıklaması, aslında alışılmış spor basını söylemlerinin, başka bir düzeyde çok yanlış bir tekrarına benziyor. Herkesin ağzında bir söz, önüne gelen 'haysiyet'tir, 'şeref'tir tutturmuş gidiyor; aslında futbolcunun hırslı mücadele etmediğinden söz ediliyor; kastedilen futbolcuların hırslı mücadelesi!
Şu halde hırslı bir mücadelenin birinci şartı nedir? Tanımlanmış ortak bir hedef ve bu ortak hedefe tüm futbolcu grubunun inanıyor olması değil mi? Bu konuyu da inceleyeceğiz, ama, gelin ligin başına bir dönelim!
Başkan iddialı; oysa işleri ligin boyu kısaldıkça tersine çevirmiş, görev ve sorumluluklarını layıkıyla yerine getirememiş, fena halde bocalıyor. Kesin köklü ve etkili 'icraat' bekleyen taraftarın karşısına soyut, daha da kötüsü 'Olumsuz' açıklamalarla çıkıyor.
'Duygusal' kavramlara sığınıyoruz!
Bu açıklamaların arkasında iki unsur saptadım. Bir kere, başkan kulübün sorunlarını 'gerçekçi' ve 'rasyonalist' bir zemine oturtamadığından, içinde bulunduğu durumla ilgili net ve somut bir tahlil yapamıyor. Bunu yapamayınca, tavrını sahada takımına karşı alıyor ve yüksek sesle en olmayacak sözleri söylüyor. Bu tavrı ona, başarısızlığını gizlemede gösterişli bir çare oluyor.
Kabahati takımda yabancı oyuncularda buluyor; açık açık onlara diyor ki, siz mücadele etmiyorsunuz, 'haysiyet' ve 'şereften' yoksun hareket ediyorsunuz. ‘Profesyonellik’ anlayışınız, işte bu kadar sizin diyor! ‘Profesyonellik’ kavramını futbolcularını yermek için bilinçli olarak ortaya atıyor. Türkiye gibi, uzun yıllar 'Onurlu Mücadele', veya 'Haysiyetli Zafer' kavramlarının, duyguları coşturmak için kullanıldığını hesaba katarsak, başkanın sözü nereye bağladığı belli!
Anlayamadığımız...
Oysa takımlarımız, 'kimlik bunalımı' çekiyor. Yalnız o kadar mı, futbolcular 'kimlik bunalımı' çekiyor. Kendisini boşlukta hissediyor. Takım arkadaşıyla anlaşamıyor. Sahada bocalıyor. Nedeni belli, sporumuzun açık ve net bir 'Türk kimliği' yok. Ulusal, çağdaş bir spor kimliği kuramadık; gelişmeyi, 'yabancı'ya göre ayarladık. Tıpkı medeniyet ölçümüzü, 'Batı taklitçiliğine' ayarladığımız gibi!
Bir yabancı yoğunluğu, ikincisi otorite yokluğu yüzünden, futbolcuların 'takım oyunu oynamasına engel oluyor! Durumu A takımlarda birden çok tercümanla, yabancı kondisyonerlerle, batıdan taklit ettiğimiz antreman teknikleriyle de düzeltemedik. Gençler, 'ben kimim, amacım nedir?' sorularına cevap bulamıyor; altyapıda, yedek kulübesinde, yabancıların gölgesinde hep yalnız bırakılıyor. Durumun bir vahim tarafı da, A takım seviyesinde, yerli futbolcularda yaşanıyor. Kulüplerin en iyi yerli oyuncuları bile, yedek, motivasyonu düşük ve üzgün yedek kulübesinde bekliyor.
Galatasaray'ın 1996 - 2000'li yıllarını hatırlayanlar bilir, yurt içinde tüm yarışlarda birinci olmuş, asıl başarıyı da Avrupa'da UEFA Kupası'nı kazanarak yapmıştı. Başarıdaki ana etmen, son derece disiplinli bir çalışma sistemi içerisinde, Türk futbolcularından çoğunlukta olduğu, takım kişiliği oturmuş, yabancılarını da oyun sistemine adapte etmiş, bir 'ortak takım oyunu' geliştirebilmesiydi.
Lafı nereye getiriyorum!
Başkanın açıklamasındaki son cümleye, ne diyor, 'Türk futbolcuları nerede o zaman?' Bilinçli mi söyledi bilinmez, ama, konunun bamteline bastı.
Ben de yeri gelmişken sorayım, takıma kimlik verecek 'Türk futbolcuları nerede başkanım!'