Usta televizyoncu Emre Tilev'le çok özel...
Usta televizyoncu, ünlü spiker Emre Tilev Ajansspor'a konuştu. Tilev meslek hayatı, anıları, Türk ve dünya futbolu, hatta Alex-Hagi kıyaslamasına kadar her konuda samimi açıklamalar yaptı...
- 1989 yılında yerel kanallar açılınca üniversitede okurken işe girdim ve Karadeniz Bölgesi’nde yayın yapan Kap TV'de göreve başladım. Daha sonra Bafra TV’de görev aldım. 1994 yılında İlker Yasin’in yanına geldim. Beni dinledi ve 2 ay deneme sürecinden geçeceğimi söyledi. Böylece yaşam benim için başlamış oldu.
- Birçok Şampiyonlar Ligi maçı ve Formula 1 yarışlarını anlattınız. Aralarında unutamadığınız anılarınız varsa bizimle paylaşır mısınız?
Ben 1995 yılında Formula 1 yarışlarını anlatmaya başladım. Formula 1, o zaman Türkiye için çok erken bir organizasyondu ve henüz bu organizasyonların temelleri atılmış değildi. Ne yazık ki Formula 1’de yeni bir literatür yaratmak zorunda kaldık. Neydi bu literatür? Formula 1, İngiliz kökenli bir yarıştır. Bu yarışta Avrupa dillerine ait kullanılan terimlerin karşılığı olarak Türkçe kelimeler ürettik. Bizim için en zoru buydu diyebilirim. İlk zamanlar Formula 1 çok keyifliydi. Maalesef bugünlerde televizyon başında anlatıyorlar. Bir futbol maçını televizyon başında anlatabilirsiniz ama Formula 1’i anlatamazsınız. Çünkü Formula 1, mekanında yaşanması gereken bir organizasyondur. Formula 1'i sevgili Aytaç Kod ile anlattık. Türkiye’nin en iyi otomobil sporcularından olan Aytaç ağabey ile hep yerinden anlatırdık. Bütün organizasyonları dünyanın dört bir yanından sunduk. Benim için en önemli ayrıcalık da buydu. Dünya'da para verip de göremeyeceğim pek çok yeri gördüm. Yeni kültürleri tanıma imkanım oldu. Şampiyonlar Ligi'ne baktığımız zaman benim için en önemli ayrıntı ise Şampiyonlar Ligi'nde Luzhnik'i anlatmış olduğum Manchester United – Chelsea finaliydi. Tarihte ilk kez finalde 3 boyutlu yayın yapıldı. Bu yayını anlatmak da bana nasip oldu. Sonra arkadaşlar bana anlattılar. Sinemada seyretmişler hatta bir arkadaşım sonunda artist oldun diyerek espri yapmıştı. Her halde en ilginç yanı bu olsa gerek.
- Zihinlerden silinmeyen Fenerbahçe – Galatasaray radyo anlatımınız var. Bundan bahseder misiniz?
Öncellikle bana en çok haz veren radyo anlatımlarıydı. Radyo anlatımlarında bir yere kadar anlatırsınız sonrasında kendinizden bir şeyler katarsınız. Radyoda kendinizden bir şeyler katmak çok önemlidir. Ben hiçbir takımı ayırt etmedim hayatım boyunca. X ya da Y takımını tutuyor olabilirsiniz, bir takımdaşlığınız olabilir ama bir maça çıktığınızda ve bir maçı anlatmaya başladığınızda ben şu takımı tutuyorum ama bu da öyle olmasın diyemezsiniz. Objektif olmaya gayret ediyorsunuz ve kim iyiyse onu birazcık öne çıkartmaya çalışıyorsunuz. Böyle bir maçtı Fenerbahçe – Galatasaray maçı da. Tarihi bir maçtı. Hatta ben bunun kaydedildiğini bilmiyordum. Bir arkadaşım tesadüfen radyoda senin anlatımınla maç var dedi. Televizyona göre dinlemek daha çok ilgi çekiyor dedi. Gerçekten de sosyal medyadan izlenme oranlarına baktığımızda öyle olmuş. Bugün de televizyon mu radyo mu deseler radyo derim. Radyo anlatımının çok daha özel olduğunu düşünüyorum.
- Mesleğe başlayacak gençlere önerileriniz nelerdir?
O dönemde benim yerel kanallarda çalışmış olmam benim ulusal basında hata oranımı azalttı. Bütün gençlere aynı şeyi öneriyorum. Ulusal bir kanalda hata yapma şansınız yok. Hata yaparsanız kovulursunuz ama yerel bir kanalda, daha küçük ölçekli bir kanalda hata yaptığınızda bunlar tolere edilebilir. Kendinizi analiz etme şansınız olur. Daha önemlisi yerel kanallarda çalışan az olduğu için sizden beklentiler fazla olacağından çok işe koşturursunuz. Montajından haber yazımına, muhabirlikten haber sunumuna kadar çok şeyi başarmak zorunda kalırsınız o yüzden de daha yoğun ve daha çok şey öğrenmiş olursunuz. Son dönemde salt spikerlik anlayışı kalmadı. Ben ya gazeteci, ya televizyoncu ya da internet habercisi olmalıyım denmeli. Yeterli bilgiye sahip değilseniz başarılı olma şansınız azalır. En önemlisi ise yabancı bir dili en az Türkçe'yi konuştuğunuz bir kıvamda konuşmanız gerekiyor.
- Türkiye Ligi'ni yakından takip ediyorsunuz. Ligimiz hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Avrupa’daki liglere göre konumu nedir?
Ben Ağustos ayından beri aynı şeyi söylüyorum. Bence Türkiye Ligi'nin en büyük şampiyonluk adayı Beşiktaş'tır. Özellikle Fenerbahçe’de Victor Pereira’nın Ocak sonrasını göreceğini düşünmüyorum. Galatasaray’da Hamza Hamzaoğlu ve arkadaşları için tehlike çanları çalıyor. Bir iki kayıp yaşarsa yerine kimi alırız düşüncesi ortaya çıkacaktır ama Galatasaray’ın maddi sorunları var. O yüzden bir teknik direktör değişimi kararı ortaya koyamayabilirler. Trabzonspor’da zaten değişimler çok hızlı oldu. Ligimizde çok hızlı teknik adam değişimleri oluyor. Türkiye Ligi'nin kalibresine baktığımızda Dünya standartlarında maddi anlamda ilk 6 ülke arasına giriyor. Ama Avrupa ölçeğine baktığımızda ben Türkiye Ligi'ni İspanya'nın, Almanya'nın, Fransa'nın, İtalya'nın, Hollanda'nın ve hatta İskoçya'nın olduğu süreçte daha da gerilere koyuyorum. Sizler de seyrediyorsunuz son dönemlerde. İki Anadolu takımının maçı zevk vermiyor bana çünkü çok iyi bir futbol ortaya konmuyor. Son dönemde herkes Fatih Terim’i eleştiriyor ama şöyle milli takımın kökenine baktığımızda Hakan Çalhanoğlu, Yunus Mallı Avrupa kökenli, tabanında Avrupa futbol anlayışı olmuş gençlerden kurulu bir yapıdan bahsediyoruz. Tüm bunlar nazarı da göz önüne aldığımızda Türk futbolunun kat etmesi gereken uzun bir yol var demektir. En önemlisi artık kurumlaşma zorunluluğumuz var. Kurumsallaşma kimliğine sahip olmadığınız sürece kaybetmeye mahkumsunuzdur. Bizim spor politikamız olmalı. Spor politikan yoksa ilkel düşünceyle tamamıyla şansa maruz kalmış bireyler yetiştirirsin. Yüzmede, havuzda boğulan bir yapımız var. Senin üç tarafın denizlerle çevrili. Yüzmede, atletizmde, masa tenisinde sporcular çıkartıyoruz devşirme. Yani 75 milyonluk ülkede adam çıkartamıyor muyuz biz ya! O zaman yuh bize! Sporun içinde olan her bireyin, kendimi de sayın bakanı da dahil ediyorum. Şapkayı önümüze koyup düşünmemiz lazım. Biz nerede hata yapıyoruz arkadaşlar dememiz gerekiyor.
- Ülkemizdeki futbol, total futbol anlayışına uygun mu?
Şimdi, total futbol anlayışı; Rinus Michels’in Hollanda’da çıkarttığı bir anlayıştır. Yani, toplu hücum ve toplu savunma sadece topun olduğu yer değil bütün oyun içerisine yayılış anlayışı çok önemli. Rinus Michels’in bu anlayışı çok uzak bir anlayış değil. Dünya futbolunda da Türk futbolunda da adaptasyon olmalı. Ama her takım için oyuncuların yersel ve konumsal yetenekleriyle özdeş davranışlar ortaya koymalı. Bu yüzden her takım bu anlayışı ortaya koyamayabilir. Aslında bu anlayış çocukluktan başlayan bir anlayış olmalı. Yani, siz pas verme kapasitesinden tutun da oyunu bütüne yayma anlayışına kadar her şeyi çocukluktan öğrenirsiniz. Sonradan bazı şeyleri öğretemezsiniz. İş yine gelip dayanıyor eğitim sistemine.
- Euro 2016 Fransa’da Türkiye’nin şansı nedir?
Şunu söyleyeyim; Ben Fransa’dan umutluyum. Neden umutluyum çünkü Türkiye bu tip turnuvaları seven bir anlayışı bünyesinde barındırır. 1996’da sıfır çektik ama 2000’de gittiğimizde Portekiz’i yenseydik, Arif Erdem o penaltıyı atsaydı biz yarı finale çıkmıştık. 2002’de Dünya üçüncüsü olduk. 2006’da yoktuk ama 2004’te de yoktuk. 2008'de vardık ve Avrupa üçüncüsü olduk. Yani kısaca gittiğimiz her turnuvayı biz salladık. Bu turnuvada ben çok ütopik gelecek ama yarı finali de düşünüyorum.
- Ülkemiz futboluna birçok yıldız geldi. Unutamadığınız yıldız futbolcu var mı?
Benim unutamadığım tek bir yıldız var. O da Hagi.
- Alex mi Hagi mi tartışmasında sizin düşünceniz nedir?
Yani ben bu tip kıyaslamalardan çok keyif almıyorum. Messi mi Maradona mı Pele mi Maradona mı bütünüyle bakmak lazım. O yüzden de böyle kıyaslamak yerine hepsini kendi yapısı içerisinde değerlendirip, ona göre görüp, ona göre yorumlamakta fayda var. Ben net olarak şunu söyleyebilirim. Baktığımızda Alex kendi döneminin en iyisiydi. Hagi de kendi döneminin en iyisi oldu. İkisi de Türk futbolu adına büyük şeyler getirmeye çalıştılar ama Hagi’nin Türkiye’de Avrupai yaklaşımının net verisinin UEFA Kupası olduğunu düşünüyorum. Demek ki benim gözümde Hagi kattıklarıyla da ayrı bir özellik yaratmış.
- Son dönemde Dünya futbolunda en çok beğendiğiz futbolcu hangisi?
Ben Messi diyorum. Yaratıcı gücünden dolayı Messi’den yana tavrım.
- PTT 1. Ligi takip ediyor musunuz? Bu ligde şampiyonluk adayınız hangi takım?
Sürekli takip etmiyorum. Ama fırsat buldukça maçları seyrediyorum. Ben İzmirli olduğum için Göztepe’den yana tavrımı kullanıyorum. O yüzden inşallah Göztepe şampiyon olur.
Röportaj: Salim MANAV