"Volkan Demirel için Galatasaray taraftarıyla tartıştım"
Futbol ve piyano arasında seçim yapmak zorunda kaldı...
Ailesinde birçok piyanist olan, bunun yanında kendisini sokak çocuğu olarak tanımlayan, futbol topunun peşinde koşturan biri olarak tanımlayabilirim. 20 yıl yurt dışı maceram var. Sürekli piyano ile yaşayan biriyim. Babam ablama piyano almıştı. Ablam sıfır yetenek (gülerek). Ben de piyano tuşlarına basıyordum. Babam da bana piyano aldı. Babam sabırla piyanoyu gösterdi. Altay’ın altyapısında oynadım. Futbol mu, piyano mu diye babam sordu. Piyanoyu seçtim. Hakan Biçici, Erhan Önal gibi isimlerle top çevirmişliğim var.
"Eşim rüyasında piyano çaldığını görmüş"
Bir piyanistin piyanodan uzaklaşmaması gerekir. Uzaklaştığınızda komşunuz bile sizin uzaklaştığınızı anlar. Sabah amatör gibi piyano başına oturup akşam profesyonel şekilde kalkmam lazım. Ben oldum dememek lazım. Dünyada birçok ünlü ve başarılı piyanistler var. Eşim için de kolay bir durum yok. Bir gün eşim rüya görmüş. “Bir rüya gördüm. Piyano çalıyordum” demişti. Komşularım konçertolarımı ezbere biliyor. Klasik Batı müziği dışında başka projelerim de var. Gece 3’te yatıp sabah 6’da kalkmak zor. Evliyseniz eşinize bağlı bir durum. Eşim bana çok iyi katlanıyor. Ona teşekkür ediyorum.
Burçin Büke hangi takımı tutuyor? Spor ile arası nasıl?
Ben sporun her türlüsünü takip ediyorum. Yüzme, atletizm, tenis ve voleybolu seviyorum. Son zamanlarda futboldan biraz sıkılmaya başladım. Premier Ligi izlediğimde maç 0-0 bitse bile sıkılmıyorum. Spor çok özel bir yerde. Ben Karşıyaka’da doğduğum için Karşıyakalıyım. Göztepe’yi de destekliyorum. Almanya’da yaşadığım için 3 büyüklerden Galatasaray’a sempatim var. Ama Galatasaray kupa alınca aylarca bağırmıyorum. Fanatik değilim. Fenerbahçe Beko’yu çok beğeniyorum. Karşıyaka’nın da bende ayrı bir yeri vardır. Çok güçlü bir potansiyeli var. İlla ki toparlanacaklardır.
"Şimdiki futbolcular makine gibi"
Son 10 senedir futbolda bir iyiye gidiş var. Futbolcuları iyi yönlendiren menajerler oluyor. Genç futbolcular eskiye göre daha farklı. Önceki futbolcu yaşamlarıyla bugünkü farklı. Şimdikiler makine gibi. İyi bakıyorlar kendilerine. Futbol da çok değişti. 15 dakika koşup, 75 dakika yürüyorlardı. Şimdi ise izlerken yoruluyoruz. Günümüzdeki futbolcular daha fazla para kazanabiliyor. Kendilerine bu dönemdeki futbolcular daha iyi bakıyor fikrindeyim.
"Kahvede herkes okey oynarken, arkada televizyonda curling açıktı"
Ülkemizde bir spor kültürü eksikliği var. Bizden hep birer tane çıkıyor. Bir kulvarda 10 tane madalya alan güreşte olur. Bir tenisçimiz parlıyor, bir okçumuz parlıyor. Okçuluk da dışarıdan görüldüğü gibi kolay değil. Ok malzemeleri de o kadar ucuz değil. Oğlumdan biliyorum. Tabi ki profesyonelce desteklenmeleri gerekiyor. Diğer branşlara televizyonların daha fazla önem vermesi gerekiyor. Curlingi de kimse bilmiyordu. Foça’da bir köyde herkes kahvede okey oynarken, curling açıktı (gülerek). Hiç kimsenin dikkatini çekmiyordu. Öyle komik bir durum da var tabi.
"Gerginlikten beslenen bir yapımız var"
Futbolda sorunlar bitmiyor. Bu sene VAR çok konuşuluyor. Sürekli cezalar, açıklamalar… Kısır bir döngü. Ama VAR kararlarını çok garipsiyorum. Bir sürü hakem karar veremiyor. Bu sorunlar hep olacak gibi görünüyor. Sorunların olması da belli bir heyecanı da getiriyor. Futbolda hataların olmasını doğal buluyorum. Hatalar olsun. Hata olmadan olmaz. Biz bazı şeyleri bozmayı çok seviyoruz. Kurup, hemen bozuyoruz. İnanılmaz yetenekli bir toplumumuz var aslında. Basit olan bir şeyi çabucak bozuyoruz. Avrupalılar, köylerinde bir festival yapıyorsa 20 yıl aynı şekilde devam ediyor. Ama bizde bir festival başlar, kirazdır, sonra şeftali olur. Bizim halkımız tartışmaları seviyor. Gerginlikten beslenen bir yapımız var.
"Volkan Demirel için Galatasaray taraftarıyla tartışmıştım"
Biraz sıkıcı bir cümle olabilir ama Galatasaray ve Fenerbahçeliler yan yana oturuyordu. Yıllar önce bunu yaşamıştım. Bizdeki taraftarlar fanatik. Ben mesela Volkan Demirel’i tanıyorum ve çok da seviyorum. Bir kere yemekte konuştuk. “Yanımdaki adam sana nasıl küfrediyor” dedim. Volkan Demirel de, ”Ağabey zaten normal. Artık küfür etmelerine alıştım. Maalesef böyleler” demişti. Volkan için Galatasaray taraftarlarıyla tartışmıştım. Fanatiklik eğitim sistemiyle de alakalı. Avrupa’da da en ucuz yerlere dazlaklar gelir. Yan tribüne geçince Bach’ın, Beethoven’ın yanına oturmuş gibi olabiliyorsunuz. Bence biraz eğitimle de alakalı.
Almanya'da yaşayan futbolcuların Türkiye'yi tercih etmeme sebebi...
Almanya’da yaşayan, üçüncü jenerasyon artık Türk değil. Baba ve annesi Türkçe konuşuyor ama çocuk Alman gibi yetişiyor. Almanya’daki Türk kökenli oyuncuların milli takıma kazandırılamamasında başka birilerinin de parmağı olabilir. Aracılar, menajerler, yöneticiler işin dengesini bozuyor olabilir. Kaybettiğimiz çok Türk var öyle. İkilemin arasında kalıyorlar ve düşünceleri değişiyor. Futbol seçicilerinin de bir taraf olduğunu düşünüyorum. Herkes kendini düşünüyor. Almanya’da başka bir hayat var. Oradaki Türkler ile buradaki Türklerin bakış açısı arasında farklar var. Almanya’da çok sevdiğim 2 abim var. 30 senedir oradalar ve 5 dakika Almanca konuşamıyorlar. Kasabı aynıdır, berberi aynıdır. Daha çok futbol maçı izler, okey oynar. 30 sene Almanya’da kalıp Almanca konuşamayan insanların da özel yeteneğe sahip olduğunu düşünüyorum (gülerek).
"Yurt dışında yılda 130-140 konser yaparken, Türkiye'ye gelince telefonum çalmadı"
Çocuğun okul eğitiminden sonra devlet desteği görebilmesi gerekiyor. Devlet desteği olmazsa bir çöküş başlar. Almanya’da hiç ücret vermeden okulunuzda okuyabiliyorsunuz. Bir köye gittiğinizde nitelikli festival olduğunu görebiliyorsunuz. Yurt dışından geldim. Yılda 130-140 konser veriyordum. Türkiye’ye geldiğimde ilk 3 sene bir tane konser yapamadım. Telefonum çalmadı. Türkiye’de herkes kendi kurmuş. Büyük festivallerde de halen öyle olduğunu düşünüyorum. Hep aynı piyanistler olmamalı. Yurtdışında senin nereli ya da kimin yakını olduğuna bakmıyorlar. Menajerim Amerikalıydı. İtalya’daki bir yarışmada beni gördü. Amerika’da piyanist mi kalmadı da beni aldılar? İyiysen seni orada alıyorlar. Nereli ya da kimin yakını olduğuna bakmıyorlar.
Burçin Büke: "Burada değişik bir sistem var"
Bizim piyanist açısından sorunumuz yok. İdil Biret 5 kıtada çaldı. Fazıl Say çok iyi arkadaşım. Gülsin Onay… Sorun Türkiye’de. Burada değişik bir sistem var. Yaklaşık 10 senedir benle iyi geçiniyorlar. Ama 20 yaşındaki bir piyanist geldiğinde bunu yaşayacaktır. Hemen hemen her yerde çiftlik sistemi var. Bunun düzelmesi gerekir.
"Şeflikte tecrübe lazım"
Enstrüman çalamayan şef olur, kötü bir kemancı şefliğe döner (gülerek). Şaka yapıyorum tabi. Anlayış tarzı yavaş olan insanlar beni kenara ittiler. Şeflikte bir kere tecrübe gerek. Arturo Toscanini’nin 60 yaşında yönettiği senfoni ile 20 yaşındaki bir olabilir mi? Olamaz. Valeri Gergiyev mesela yaşayan bir efsane. Sanıyorum Münih’te. Onun dışında Ray Charles’a çalmıştım Almanya’da. “Yahu Ray Charles zaten piyanist. Ben neden çalayım” demiştim. Aslında çok az çalarmış. Esas grubun piyanisti çalarmış. Eski Alman popçu Nena ile çalıştım. Ermeni kemancı Ara Malikian ile çalıştık. Büyük bir kemancıdır. Sahnede taklalar atan, sıçrayan Paganini çalan çılgın bir kemancıdır.
"Türkiye'de proje çılgınlığı var"
Klasik’ten Caz’a projesini başlattım. Avrupa’dan gelince koşturuyorsunuz festivallerde çalmak için. Türkiye’ye geldiğimde bana, ‘Projeniz ne?’ diye sormuşlardı. Ben de ne projem olacak ki? Projem; Bach çalmak, Beethoven çalmak demiştim. Sonradan uyandım ben. Demek ki bir başlık vermek lazımmış. Klasik’ten Caz’a gibi. Aslında ben caz piyanisti değilim. Klasikten başlayıp Chopin ile Mozart, Beethoven, arkadan The Beatles, Duke Ellington’a kadar araya da bir 1-2 kendi bestemi soktum. Bu 7-8 sene sürdü. Bunu proje anlamında düşünmemiştim. Müzik yapmayı düşünüyoruz çünkü. Ama Türkiye’de bir proje çılgınlığı var. İçeride ne çaldığın aslında önemlidir. Proje buydu. Halen daha bu projeyi yapıyorum tabi.
Ülkemizdeki salonlar yeterli mi?
Ülkemizdeki salonlar yeterli değil. İstanbul’da milyonlarca insan yaşıyor. Zorlu’da güzel bir merkez oluşturulmuş. Taksim’deki AKM’nin açılıp senfoni orkestrasının yerleşmesi lazım. Turist arkadaşlarım Türkiye’ye geldiğinde, “Bu gece hangi operayı izleyelim?” diyor. 400-500 kişilik salona orkestra çıksa seyirciyi dövebilir. Ama İzmir’de Adnan Ahmed Saygun Salonu, nefis bir salon. Tabi ki daha büyük salonlara ihtiyacımız var. İstanbul’da temeller atılmış. İnşallah o da biter.
"Kötü piyano yoktur, iyi piyanist ya da kötü piyanist vardır"
Konser salonuna her zaman erkenden gidemiyorsunuz. Havaalanından direkt salona geçtiğimiz oluyor. O anda seyirciler içeri girmiş oluyor. İdil Biret’in dediği gibi, “İyi piyano ya da kötü piyano yoktur. İyi piyanist ya da kötü piyanist vardır” cümlesini kurabiliriz. Son dakikada piyano kötüymüş diyemezsiniz. Ben büyük bir firmanın sanatçısı olduğum için çok fazla sorun yaşamıyorum.
Birlikte çalışmaktan keyif aldığı isimler...
İlhan Şeşen, büyük Fenerbahçeli abimizdir. Birlikte çalışıyoruz. Güvenç Dağüstün, Celil Nalçakan çok yakın dostlarım. Yurtdışında çok önemli konserlerimiz oluyor. Almanya’nın en iyi kemancısı, İngiltere’nin en iyi opera sanatçısı ile mesela projelerimiz oluyor.
"Eğer Bach olmasaydı hiçbir şey olmazdı"
Ben inanılmaz Bach dinleyicisiyim. Ama çok iyi Bach çaldığımı düşünmüyorum. Eğer Bach olmasaydı hiçbir şey olmazdı. Bach müziğin babasıdır derler. Herkesin, 1 gün de olsa Bach dinlemesini tavsiye ediyorum.
"Radyospor dinlerken konseri kaçırdım"
Radyospor’u hiç sevmiyorum (gülerek). Şaka bir yana çok dinliyorum. Bir gün konserden önce, kulaklık takıp Radyospor dinliyordum kuliste. Dalmışım. 3 kez çalan konser gongunun ikisini pas geçmişim. Kapıyı biri yumrukladı ve sahne dedi. Üstümde tişört ve altımda eşofman vardı. Radyospor’un progamcılarını çok samimi buluyorum. Radyospor iyi ki var. Yurt dışında havaalanı-otel-konser salonu üçgeni içindeyiz. Radyospor benim yanımda iyi bir ses oluyor.