Süper Lig'de artan şiddet olayları! Trabzonspor - Fenerbahçe maçı...
Ajansspor Yazarı Kaan Polat Cüreklibatır, Süper Lig'de artan şiddet olaylarını kaleme aldı.
O hazin sonla karşılaşır mıyız karşılaşmaz mıyız, orasını bilemem ama, geçen birkaç yıl içinde, müsabakaları, ülke çapında ele aldık mı, hâl-i pür melâlimiz, pek güzel gözler önüne serilmiş olur; olur da, acaba bir tek o mu gözler önüne serilmiştir!
"10 katılımcıdan 7’si şiddet içerdiğini düşünüyor"
Ya, insandaki vurma-kırma eğilimi? O nereden, o nasıl ortaya çıkıyor, nasıl bir alışkanlığa dönüşüyor? RTÜK’ün 2020 yılı ‘Televizyon Yayınlarında Şiddet’ araştırma raporuna göre aynen şöyle:
‘’…18 yaşından küçük katılımcıların %67.7’sinin akşam18:00 - 21.00 arasında televizyon yayınları izlediği ve her 10 katılımcıdan 7’si televizyon yayınlarının çok fazla şiddet içerdiğini düşünüyor!..’’
"Bir de toplumda şiddet niye bu kadar arttı diyoruz"
Şiddet içerikli çizgi film izleyen çocukların, yaşıtlarına göre, daha fazla kavga ettiği, daha gergin ve agresif olduğu saptanmış! Ekrandaki şiddet sahnelerinin bıraktığı olumsuz etkiler üç başlıkta anlatılmış!
‘’…1) bu çocukların diğerlerinin acı ve üzüntülerine daha az hassas olması, 2) bu çocukların gerçek hayatta çevrelerindeki şiddet unsurlarından gerektiği kadar hatta hiç rahatsız olmamaları, ve 3) bu çocukların çevrelerine karşı agresif ve şiddet dolu davranışlarda bulunmada diğerlerine göre daha yatkın olduklarıdır…’’
Televizyon bize neye mal oluyor, meydanda değil mi? Bir de toplumda şiddet niye bu kadar arttı diyoruz…
‘Özel’ televizyonlar’ ve şiddet alışkanlığı!..
Oysa ‘özel’ televizyonlarda, sadece haber başlıklarını seyretmek bile, ülkemizin de, Trabzonspor Fenerbahçe maçındaki fanatik’lerle, trafikte tartışıp kavga çıkaranlarla, eski sevgilisini darp edenlerle, taksiciye silahlı saldıranların akla gelen gelmeyen her çeşidiyle dolup taştığını görmeye yeter!
Türkiye’de ‘özel’ televizyonların kurulmasından itibaren insanların davranışları üzerindeki vurma- kırma eğilimleri giderek artmış, son birkaç yıl içinde zirveye ulaşmıştır. Türk yayıncılığına, istisnalar bir yana bırakılırsa, o kan revan içindeki filmlerinde, basit çizgi filmlerinde, son derece cafcaflı ambalajlar içinde, yüzyılın ‘son ve en büyük beşeri olayı’ diye sunulan soyut dizilerinde, altta kalanın canı çıktığı yarışma programlarında ve haberi sadece şiddet olursa ilginç sayan magazin basınını eklerseniz; ‘seyrederek’ öğrenen bizim gibi toplumlardaki insanların, çocukluklarından başlayarak, nasıl aşırı derecede şiddetle yüklü bir dünyayla ’yönlendirildiklerini’ daha da açık ve seçik fark edersiniz. İnsan davranışını ‘yönlendirmeye’ zorlayan en temel neden budur ama, hepsi bu mudur?
‘Kendini kanıtlama çabası’…
Sorunumuz acaba ne? ‘Kazanmak’la ‘kendini kanıtlama’yı birbirine karıştırmak mı; yoksa, ‘kendini kanıtlıyayım’ derken, insanın temeli olan ‘gerçekçi’liğin vazgeçilmez prensiplerini çiğnemek mi? Şu son birkaç yazımda altını çizdiğim noktaları, bir de, yöneticilerin davranışları aydınlığında bir daha gözden geçirir misiniz?
‘’... Her yerde ve her zaman nasılsa, burada da böyle, bilgisine güvenen ekranda, her zaman doğruyu bildiklerini ispat etmeye çalışıyor. İspat çabası, bir süre sonra, karşılıklı atışmalara ve güç gösterisine dönüşüyor.
Bu güçlülüğü herkese kanıtlama merakından yıllardır çekiyoruz! Üstelik bireysel gibi görünen bu eğilim, toplumsal düzeyde ele alındı mı, ne kötü sonuçlar getiriyor, fark edemiyoruz...’’
‘’...Peki neden böyle oluyor? Türkiye’de genel olarak ‘yöneticiler’, sorunları nesnel koşullar içinde derinlemesine ve geniş açıdan değerlendirecek yerde, duygusal nedenlerden hareket ederek, dar açılı bir ‘taraflılığa’ düşüyor. Sorunun nesnel cevaplarını aramak yerine, bir ‘taraflılığın’ ardına takılıyor. Gerçeklerden kopuk sanal bir alemde yaşıyorlar. Bu da uzlaşma bilmez bir ahlak anlayışı geliştirmelerine neden oluyor. Yöneticilerin çoğunun, 'fanatik' tavırları ve eylemleri tepkisel olarak, kulüpler arasında bir ‘düşmanlığa’ neden oluyor. Tabii bu tavır ve eylemler, zamanla ülkenin öz spor kültürü üzerinde; kin, nefret ve saldırgan bir kültür tabakası meydana getiriyor...’’
Öyle olmuştur gerçekten: Bu kin, nefret ve saldırgan kültür tabakasından itibaren,
futbol yaşantımız zehirlenmiş, sosyal yaşantımızı da zehirlemiştir, ve daha da zehirleyeceği pek açık meydandadır. Nur içinde yatsın babam, sık sık dile getirirdi; ‘... Türk sinema sanatı, ‘Amerikan Pop Kültür Sineması’na’ özenmeye başlayalı, Türkiye, ‘beşeri’ duygularını kaybetmiştir.’’ Sanatın başka türlüsü işte, fazlaca zararlısı! İnsanın duyguları ve düşünceleri soyut bir düzeyde, sanal olarak işlenecek. Üzerinde düşünülmeli! Oysa...
Oysa hiçbirimiz, ‘gerçekçi’ olmak üzerinde yeterince düşünmemişiz ki, onun ilkelerinden (yani akılcılıktan, nesnellikten, bilimsellikten) sapılarak gerçekleştirilecek bir ‘sporun’, nasıl vahim ve tehlikeli bir ‘yozlaşmaya’ yol açacağını kestirebilelim!