YAZI DİZİSİ (5): La Furia oldu La Roja! Cruyff'un gelişi ve Franco'nun ölümüyle değişen İspanyol futbolu...

12.10.2017 - 23:00 | Son Güncellenme: 12.10.2017 - 23:00

2008 yılına gelene kadar İspanya, milli takımlar düzeyinde bir ekol olmaktan oldukça uzak bir futbol ülkesiydi. Tek başarıları 1964'te kazandıkları Avrupa Şampiyonası'ydı ve Dünya Kupaları'nda da dördüncülükten (1950) öteye gidememişlerdi. Ama 1992 Barcelona Olimpiyatları'yla başlayan ve sonrasında iyice hızlanan yatırımlarla birlikte dünyanın örnek aldığı bir ekol haline geldiler.

İspanya'daki futbolun ilk dönemleri şu andakinin aksine tekniğe değil fizik güce dayalıydı. 1920'de Antwerp'teki Olimpiyat Oyunları'nda İsveç'le oynanan maç o kadar sert geçmişti ki maçın sonunda sahada sadece 15 futbolcu kalmıştı. Özellikle Bask kökenli futbolcuların sert oyunu, Franco'nun diktatörlüğüyle birlikte iyice ana akım haline geldi. İspanya'nın futbolu "La Furia" yani "Öfke" olarak adlandırılıyordu. Maçların oynandığı sahalar savaş alanları, futbolcular askerler gibi tasvir edilirdi. Şimdikinin aksine önemli olan cesaret, acı çekme ve rakibi fizik olarak yok etmeydi. Ama 1973'te Johan Cruyff'un Barcelona'ya transferi ve 1975'te de Franco'nun ölümüyle birlikte yeni bir futbol tarzı ortaya çıktı: Pasa dayalı pozisyon futbolu.

1988'de Johan Cruyff'un Barcelona'nın başına geçmesi ise bu futbol tarzının ülkece benimsenmesine vesile oldu. Katalan ekibinin oynadığı futbol ülke çapında büyük ilgi gördü. Yıllarca fizik güce dayalı bir anlayış benimseyen İspanyollar aslında fizik olarak çok da üstün olmadıklarını fark ettiler. Onlar için en uygunu pasa dayalı, tekniğin ön planda olduğu futboldu.

İlk büyük adım 1995-96 sezonunda atıldı. Dönemin İspanya Futbol Federasyonu (RFEF) Başkanı Angel Villar Llona altyapıların ve antrenörlerin yeterli olmadığını gördü ve bölgesel federasyonlar ve kulüplerle ortak bir altyapı programı hazırlamaya karar verdi.

Yeni sistemle birlikte artık kulüplerde bütün altyapı grupları aynı oyun tarzını oynamaya başladı. Böylece bir üst yaş grubuna çıktıklarında pek yabancılık çekmeden aynı mantaliteyle oynamaya devam ettiler. Aynı durum antrenörler için de geçerliydi. Mesela U15'in teknik direktörü U16'nın başına geçtiğinde U15 takımını onun yardımcısı devralıyordu. Yani burada da süreklilik mevcuttu.

İspanya'yı diğer ülkelerden farklı kılan konu sahip oldukları 19 özerk bölge. Katalonya, Bask, Madrid, Endülüs gibi bölgelerin hepsi kendi futbol federasyonlarına sahip. Hepsi RFEF'ye bağlı olarak çalışmalarını sürdürüyorlar.

İspanyollar için bu bölgesel federasyonlar oldukça önemli. Kulüplerinde başarılı olan gençler ilk olarak bölgesel federasyonlar takımına seçiliyor. Burada çeşitli yaş gruplarında düzenlenen turnuvalarda boy gösteren çocuklar eğer göze girerlerse soluğu İspanya'nın kendi yaş grubundaki milli takımında alıyor. RFEF Teknik Sorumlusu Gines Melendez, bölgesel federasyonların katıldığı turnuvaların kendileri için çok önemli olduğunu şu sözlerle ifade ediyor: "Bizim için en anahtar turnuva, özerk bölgeleri temsil eden takımların katıldığı turnuva. Bu sayede yılda 4 kez İspanya'nın en iyi futbolcularını yakından takip edebiliyoruz." Mesela Barcelona'nın efsane oyuncusu Xavi ilk kez, Barcelona altyapısında oynarken değil de Katalonya Federasyonu'nu temsil ettiği bir turnuvadayken dikkat çekip genç milli takıma çağrılmış.

Tahmin edileceği üzere RFEF, bölgesel federasyonlar ve kulüpler arasında muazzam bir iletişim ağı mevcut. RFEF ülke genelindeki bütün futbolcuları yakından takip ediyor. Bu konuda onlara yardımcı olan 19 gönüllü gözlemci de mevcut. Her yıl RFEF Gelişim Direktörü ve ekibi bu 19 gözlemciyle bir araya gelerek bir toplantı düzenliyor. Bu toplantıda İspanya'nın bütün alt yaş kategorileri için ayrı ayrı 55 kişilik geniş bir liste hazırlanıyor. Her mevkiden beşer isim seçiliyor. Eylül'de bu liste kulüplere sunulurken buraya seçilen futbolcular eylülden ocak ayına kadar ayda üst üste 3 gün olmak üzere İspanya Futbol Federasyonu'nun tesislerinde yaşayıp burada idmanlara çıkıyor. Yapılan anlaşma gereği kulüplerin oyuncularını bırakmama gibi bir durum söz konusu değil. Ocak ayına geldiğimizde 55 kişilik liste 33'e düşüyor. Bu sefer yaza kadar aynı şekilde ayda üst üste 3 gün olmak üzere bu futbolcular milli takım bünyesinde idmana çıkıyor. Burada da tıpkı kulüplerde ve bölgesel federasyonlarda olduğu gibi her yaş düzeyindeki takımlar aynı oyun anlayışına sahip. Yaza gelindiğinde ise genelde uluslararası bir turnuva oluyor ve bu takımlar da orada boy gösteriyorlar.

Bu kamplarda idmanların yanı sıra normal okul dersleri de mevcut. Ayrıca burada yaşamak için belli başlı kurallara da uyulmak zorunda. Mesela dakiklik, arkadaşlık oldukça önemli. Soyunma odası her zaman temiz bırakılmalı. Otel odaları düzenli olmalı. Masöre, malzemeciye, rakip takıma ve hakeme saygı esas.

RFEF'nin buradaki amacı farklı farklı kulüplerde oynayan futbolcuların milli takım bünyesinde toplanarak kaynaşmalarını sağlamak ve bir takım kimyası oluşturmak. Genelde milli takımların en büyük sorunudur bu. Yılda sadece belirli dönemler bir araya geldikleri için takım kimyasını oluşturmak kolay değildir. Ama İspanya altyapıdaki bu sistemle birlikte bunun etkisini en aza indirmenin yolunu bulmuş.

Barcelona'nın yıldız savunma oyuncusu Gerard Pique, "Alt yaş milli takımlarında Iker Casillas Xavi ve Marchena ile Fernando Torres Iniesta'yla, ben de Cesc Fabregas'la sayısız kupa kazandım" diyor.

 

Bütün bu gelişmelerin temel unsurları kuşkusuz antrenörler. Oyuncuları yetiştirecek olan bu isimlerin eğitimi de RFEF'nin önceliklerinden bir tanesiydi. Atletico Madrid'de Fernando Torres'ii yetiştiren antrenör Pedro Calvo, 2010'da verdiği bir röportajda federasyonun antrenör eğitimine verdiği önemi şu sözlerle anlatıyor: "Federasyon gerçekten antrenörlerin kalifiye olması konusuna odaklandı. Bu sadece profesyonel futbol için geçerli değil, sistemin tamamını kapsıyor. Yani okullarda çalışan antrenörlerle en üst ligde çalışan antrenörlerin eğitim seviyeleri aynı."

2008 yılına gelindiğinde, yani İspanya o muhteşem üçlemeyi yapmadan önce, İspanyollar Avrupa'nın en kalifiye antrenörlerine sahipti. O dönem tam 15000 UEFA Pro ve A Lisans sahibi antrenör bulunuyordu ve bu sayı onlara en yakın ülkenin sahip olduğu sayının iki katından daha fazlaydı.

Tabii antrenörlerden bu kadar bahsetmişken altyapının başındaki isimleri anmadan geçmek olmaz. 1950'li yıllardaki efsane Real Madrid kadrosunun oyuncularından (O dönem Beşiktaş'a iki golü vardır) Juan Santisteban, 1988'de Real Madrid altyapısındaki görevini bırakıp İspanya Futbol Federasyonu için çalışmaya başladı. Altyapıdan sorumlu olan Santisteban aynı zamanda İspanya U16, U17 ve U19 takımlarının teknik direktörlüğünü yaptı. Santisteban U17 takımı ile 2, U19 ile 1 ve U16 ile 4 Avrupa Şampiyonası zaferi elde etti. Yine U19 seviyesinde 3 tane ikincilik geldi. 1998'den EURO 2008'e kadar İspanya U16 ve U21 kategorileri arasında tam 19 UEFA VE FIFA turnuvası kazandı.

2008'de emekli olan Santisteban'ın yerini yardımcısı Gines Melendez aldı. 2001'de İspanya Futbol Federasyonu'nda çalışmaya başlayan Melendez, kulüpler ve bölgesel federasyonlarla olan iletişimi yürüten isimdi. 2002-2004 yılları arasında İspanya A Milli Takımı'nı çalıştıran Inaki Saez de genelde U21 takımında görev alıyordu ve bu üçlü İspanya'daki futbol anlayışını bambaşka bir seviyeye getirdiler.

2008'de Antalya'da düzenlenen U17 Avrupa Şampiyonası'na gelen Juan Santisteban, TFF'nin Tam Saha dergisine özel bir röportaj vermişti. Santisteban, İspanya'nın başarısını şu sözlerle anlatmış: "Başarımızın en önemli faktörü, inanılmaz iyi bir ekip kurmamızdı. Tüm antrenörlerimizle her zaman Barcelona, Real Madrid ve diğer kulüplerin antrenörleriyle birebir iletişim içerisindeyiz. Ve tabii ki çok emek veriyoruz. Bir gün içerisinde gidip altı maç seyrettiğimizi bile hatırlıyorum. Örneğin Barcelona ve Madrid şehirleri arasındaki mesafe bile bizi etkileyemedi. Gidip çıplak gözle izlemek bizim için hep çok önemli oldu. Yardımcım Gines Melendez tüm antrenörlerle birebir ilişkide. O yüzden inanılmaz bir ekibimiz var diyorum. Bu şekilde hiçbir taviz vermeden sistematik olarak çalışmaya devam ediyoruz."

Yazı biraz uzun oldu, farkındayım. O yüzden tesisleşme hamlelerine değinmiyorum.

2008, 2010 ve 2012'de üst üste 3 büyük turnuvayı da kazanan ilk ülke olma başarısını gösteren Boğalar, bugünlere tesadüfen gelmedi. Bu işin arkasında büyük bir ekip çalışması, azim ve sabır var. Eskiden İspanyol futbolu denince akla "La Furia" (öfke) geliyordu ki bu da aslında futbolla ya da taktikle alakası olmayan bir şeydi. Ama şimdi durum farklı. Artık İspanya denince akla "La Furia" değil "La Roja" yani "Kırmızılar" geliyor. İspanya Futbol Federasyonu'dan futbol direktörlüğü yapmış olan Fernando Hierro de bu durumdan memnun: "Kimse İspanyol futbolunun karakteristiğini bilmezdi. Ama hepimiz İtalyan, İngiliz, Alman, Arjantin ve Brezilya futbolunu bilirdik. Şimdi artık İspanyol futbolunun burada olduğunu göstermek güzel." 

 

 

 

 

 

 

 

 

Senin için hazırladığımız haberler