"Bizim Çocuklar'ın" EURO 2024'teki asıl rakibi: Sosyal Medya
Ajansspor köşe yazarlarından Fatih Cumhur Sarıkan, A Milli Takımımızın EURO 2024'te Portekiz'e yenilmesi ve teknik direktör Vincenzo Montella'nın tercihlerini değerlendirdi.
EURO 2024 öncesinde başlayıp, hemen arifesinde özellikle stoper mevkiinde seçeneklerimizi zorunluluğa çeviren sakatlıklar, olağan görünmese de hayatın gerçeği... Montella ve ekibi tarafından -aksine inanmamız için bir kanıt yok- seçilen 26 futbolcumuzla, turnuvanın en genç 2. ve “sürpriz yapma potansiyeline sahip” ekibi olarak turnuvaya başladık. Rakibin ceza sahamıza kolayca gelmesine engel ol(a)mayan ve orada cömert ikramlar yapan “nezaketimize” rağmen, gün ışığında bile parlayan Çoban Yıldızı gibi iki an ve Gürcistan’ın maçın sonuna kadar süren “ilk turnuvada ilk gol” iştahı sayesinde bulduğumuz üçüncü golle, ilk maçta üç puanı cebimize koyduk...
İkinci maçımız Portekiz yenilgisi sonrası, eleştiri düzeyini aşarak, boşalacak pozisyon fırsatlarını değerlendirmeye evrilen yorumlara tabii ki katılmıyorum. Maça başlayan on birin fazla kontratak eğilimli, orta saha sertliği düşük bir profili olduğunu zaten maç başladığında Radyospor mikrofonundan paylaşmıştım. Ancak bu 11’in belli birtakım gözetilerek belirlendiğini iddia eden, profesyonellikten, etikten uzak, Montella’nın karakterine karşı saygısızca, belgesiz -ve mantıksız- yorumlara katılmam mümkün değil...
Maç yayınında da söylediğim gibi, yapabileceklerimizin neredeyse hiçbirini Portekiz karşısında ortaya koyamadığımız doğru. Arnavutluk’ta gördüğümüz direnci, Avusturya’da gördüğümüz cüretkarlığı, Macaristan’da gördüğümüz vazgeçmemeyi gösteremedik... Yine de bir maçlık galibiyet nasıl ki her şeyin yolunda olduğunu anlatmıyorsa, bir maçlık mağlubiyet de -özellikle teknik ekibin- yetersizliğinin kanıtı olamaz. Turnuva kadrosu ve Portekiz maçının ilk on birine yönelik peşin hükümlü, sert ve kişiselleşen yorumlar bize hangi çözümleri sunuyor? Skora göre farklı uçlara savrulan toplumsal ruh halimiz hiç sağlıklı değil. Başka pencereden bakalım, umduğumuz, beklediğimiz Çekya galibiyeti gerçekleştiğinde futbolumuzun yapısal sorunları bir anda bitmiş mi olacak?
Dün akşam izlediğim(iz) İsviçre, maçın -ve EURO 2024 şampiyonluğunun- favorisi, ev sahibi Almanya karşısında nasıl oynanması gerektiğinin uygulamalı dersini verdi... İşini iyi bilen, kendine ve takım arkadaşına güvenen 11 insanın, akıllıca bir planı uzmanlıkla uyguladığında, iletişim, işbirliği ve dayanışma göstererek hedefine nasıl ulaşabileceğini -öğrenmek isteyen- herkese gösterdi. İsimler üzerinden analize gerek yok; şu üç detay sanırım yeterli:
1. Maçın son dakikaları dışında Almanya hiçbir kontratak/geçiş fırsatı, artık nasıl adlandırırsanız, sürpriz ve ani hücum imkanı bulamadı... Florian Wirtz ve Jamal Musiala tehlikeli bölgelere top taşıyan yetenekli ayaklar olarak, daima karşılarında aşmaları gereken, alan kapatan/daraltan, kademeli ve yardımlaşmalı İsviçre duvarları buldular. Bu duvarlar boşluk barındırmayan ve kendi alanlarını ezberlemiş İsviçre ikili veya üçlülerinden oluşuyordu...
2. Koşu mesafeleri tüm istatistikler gibi farklı perspektiflerden sağlama yapılmadıkça, yanlış sonuca götürebilecek veriler içeriyor. İsviçre sahanın her yerini 11 oyuncusuna öyle doğru parsellemişti ki Almanya’ya hücum edecek alan bırakmazken bunu toplam 115km koşarak yaptılar... Almanya’nın 120km’lik eforundan daha az koşarak!.. Biricik Johann Cruyff’un kulaklarını bir kez daha çınlatmanın zamanı geldi: futbol aslında gayet basit bir oyun; zor olan onu basitçe oynamak!... Basiti kolayca yapmanın ise iki şartı var: oyuncu grubuna ve rakibe uygun bir plan, planı ezbere uygulatacak kadar çok tekrar!...
3. Murat Yakın’ın 65. dakikada, skor korumayı değil, konsantrasyon ve tempo korumayı hedefleyen, üç hücum oyuncusunu yine üç forvetle değiştirmesine hayran kaldım. Bu hamleleriyle futbolun alan ve zaman temelli bir beceri oyunu olduğunu hepimize hatırlattı. Yine de futbolda sizin ne yaptığınız kadar rakibinizin yaptıkları -ve yapmadıkları- da belirleyici; gol için hatalar yapılması ve o hataların değerlendirilmesi gerekiyor. Julian Nagelsmann’ın Leroy Sane’yi ve Niclas Füllkrug’u oyuna geç alması, İsviçre’nin oyunu sıkıştırma planına yaramış oldu...
Sizi bilmem ama İsviçre bana, maçın hiçbir anında yenileceğine dair his geçirmedi; sonuçta elbette yenilebilirdi... Çünkü futbolda -tıpkı hayattaki gibi- her zaman çabalarınızın karşılığını alamayabilirsiniz; nitekim bence beraberlik de maçın hakkı değildi...
Bizim çocukların önünde, gruptan ikinci olarak çıkmalarını sağlayacak kritik bir maçları var; ben Çekya maçının turnuvadaki son maçımız olmayacağına güveniyorum... Saf yeteneğin hedefe ulaşmakta çoğu kez yetersiz kaldığı bir çağdayız. Montella ve ekibi maçtan önce oyun planımızı takıma benimseterek, bol tekrarını yaptırırsa; bizim çocuklar maç boyunca konsantrasyon, iletişim, işbirliği ve dayanışma ile oynarlarsa hiç merak etmesinler; maçtan sonra kutlama ve eğlence işleri bizde...
Modadan uzak kalmamak lazım; İspanyol Marca gazetesi bile Arda Güler’i kapak yaptıysa bu yazının da bir “Arda Güler cümlesi” olmalı: Arda’nın Milli Takımı galibiyete taşıması için, takımın Arda’ya daha fazla yardımcı olması lazım!... Üstünden yıllar geçse de hala Marco Van Basten’in Rusya’ya, Zinedine Zidane’nın Bayer Leverkusen’e şutlarının videoları izleniyorsa, her maç Arda’nın şapkasından harika şutlar çıkarmasını beklemek biraz fazla olmuyor mu?
14 Temmuz’daki Berlin hayalimiz bir köşede dursun; yetenekten ibaret olmadığımızı, stratejik bir aklımızın olduğunu, ekip çalışmasına uyumumuzu gösterdiğimiz maçlar oynayarak, gidebildiğimiz yere kadar: Haydi Bizim Çocuklar!