Fenerbahçe 28 şampiyonluk diyor, Galatasaray karşı çıkıyor! Kim haklı?
Son dönemde Türkiye futbolundaki en güncel tartışmalardan biri 1959 yılından önce alınan şampiyonlukların yıldız sistemine dahil edilip edilmeyeceği... Fenerbahçe'nin TFF'yebaşvurmasıyla resmi süreç başladı. Spor tarihi araştırmacılarından Melih Şabanoğlu, Fenerbahçe’nin tezine karşı olduğunu söyledi. Bir başka spor tarihi araştırmacısı Serhan Oytun Eroğlu ise, karşı görüşü savunuyor. Peki, 1959 yılından önceki şampiyonluklar yıldız sistemine dahil edilmeli mi? İşte detaylar...
Eski şampiyonlukların da genel sayıya eklenmesi konusu yeni bir gündem mi? Önceki yıllarda da bu konu spor kamuoyunda hiç tartışıldı mı?
Yakın zaman için böyle söylenebilir. Fakat Fenerbahçe Spor Kulübü’nden çok önce, daha 1978 yılında, merhum Vala Somalı, Beşiktaş Spor Tarhi kitabında bu konuya değinmiş hatta bir de ‘Türkiye şampiyonları listesi’ eklemişti yazdıklarına. Somalı, tarihteki bazı müsabakaların “Sevmediğimiz bir kulüp tarafından kazanıldı diye..” değersizleştirilmesi ve hükümsüz kılınmasının arkasındaki sebebi, “Bizdeki koyu kulüpçülük illetinden başka bir şey değildir” diye yorumlamış.
İSTANBUL DIŞINDA ÜST ÜSTE 2 KEZ ŞAMPİYON OLAN MİLLİ KÜME’YE GİRERDİ
En çok tartışılan organizasyonların başında Milli Küme geliyor. Milli Küme ulusal bir organizasyon değil miydi?
Deplasmanlı, lig usulü ve ulusal bir organizasyon. Milli Küme kurulurken yapılan düzenleme ile İstanbul, Ankara, İzmir dışındaki şehirler için de ayrı bir şampiyona düzenlenmiş ve bu şampiyonayı 2 yıl üst üste kazanacak olan takıma, üçüncü sene Milli Küme’ye katılma hakkı tanınmış. Şampiyona, devrin basınında ‘Milli Küme Harici Mıntıkalar Birinciliği’, ‘Bölgeler Şampiyonası’, ‘Anadolu Şampiyonluğu’, ‘Gruplar Birinciliği’ gibi isimlerle anılıyor. Nitekim, bu Anadolu şampiyonluğunu 1938 ve 1940’ta üst üste 2 defa kazanan Eskişehir Demirspor takımı (müsabaka 1939 yılında düzenlenmemiş) 1941 yılındaki Milli Küme’de tam da bu başarıları ve Milli Küme nizamnamelerinin tanıdığı imkân sayesinde yer alıyor. Dolayısıyla, Anadolu kulüplerini de Milli Küme’nin kapsamı içine alan bir hukukun hayata geçirildiği ortadadır.
Beşiktaş’ın kazandığı ve sonrasında yıldız hesabına eklenen 1956-57 ve 1957-58 şampiyonlukları ne anlama geliyor?
Düzenlendikleri sırada bunlar ‘eski Milli Küme’ olarak nitelendiriliyor ve düzenleyici kurum TFF tarafından da ‘Milli Lig’e bir başlangıç’ olarak görülüyor. Bu iki şampiyonluk, Federasyon Kupası şampiyonluğu adını taşıyor ama kupanın o günlerde nasıl algılandığına dair birkaç örnek paylaşayım:
Spor, 5 Mayıs 1957: “…Futbol federasyonu üyesi Hasan Ekin kısa bir konuşma yaparak, bu kupanın Türkiye milli ligine bir başlangıç olduğunu, seneye İstanbul Ankara ve İzmir’den Federasyon Kupası’na dörder takımın katılacağını, 1959 yılında ise takım adetlerinin 6’ya çıkarılarak milli ligin kurulacağını belirtti” / Spor, Mayıs 1957: “Hatırlarda olduğu gibi 1944 senesinde zamanın başvekili Şükrü Saraçoğlu tarafından ihdas edilen bir Başvekillik Kupası vardı. O zaman bu kupaya, şimdiki Federasyon Kupası maçları mahiyetindeki Milli Küme (Milli Eğitim) şampiyonları ile…” / Yeni Asır, 19 Nisan 1957, Cezmi Zallak: “Milli Küme, Milli Eğitim Kupası adları altında evvelce de tertiplenmiş bulunan bu maçların…” / Yeni Asır, 21 Haziran 1957, Mehmet Ali Oral: “…Federasyon Kupası maçları…eski Milli Küme mahiyetinde seri maçlardır” / Vakit, Mayıs 1958: “Türkiye şampiyonluğu mahiyeti taşıyan ve Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’na katılma hakkını kazanacak takımı ortaya çıkaracak Federasyon Kupası’nın…” / Ege Ekspres, 12 Nisan 1958: “Futbol federasyonumuzun uzun zamandan beri yapılmayan, eski adı ile Milli Küme yeni adıyla Federasyon Kupası maçlarını iki yıldan beri tekrar ele alması çok faydalı olmuştur…”
Yani 1956-57 ve 1957-58 Federasyon Kupası organizasyonları, öyle basitçe ‘prova’ denilip geçilebilecek türden birer organizasyon olarak planlanmadıkları gibi, o şekilde algılanmamışlar da.
BEŞİKTAŞ’A VAR, GALATASARAY’A NEDEN YOK?
Bu ikisinin şampiyonluk olarak tescil edilmesi Beşiktaş’ın, Şampiyon Kulüpler Kupası’na gitmesi nedeniyle mi oldu?
Beşiktaş’ın konuyu açarken, çok başarılı bir halkla ilişkiler faaliyeti ile “Türkiye’yi Şampiyon Kulüpler Kupası’nda temsile” dayandırdığı talebinin, elbette ki onun dışında çok daha derin sebepleri de vardı ki şampiyonlukları tescil eden TFF Tahkim Kurulu, kararını o sebeplere istinaden de vermiştir. (Deplasmanlı lig usulü olması, 1959’da ‘Milli Lig’ adıyla oynanan ligden prensipleri itibarıyle farkının bulunmaması vb.)
Bu arada, bu 2 sezonda ‘Federasyon Kupası’ adıyla düzenlenen ‘eski Milli Küme’nin’, 1959 yılında aynı isimle düzenlenen ve ikinci seviye bir müsabaka olup Kasımpaşa’nın birinciliği ile sonuçlanan müsabaka ile aynı listelerde gösterilmesi ve/veya aynı metin içinde zikredilebilmesi de, futbol tarihçiliğimizdeki tasnif (edememe) sorununun en çarpıcı örneklerindendir. (1959 Federasyon Kupası, sonraki yılın Milli Ligi’inde mücadele edecek takımları belirlemek için düzenlenmiş bir terfi müsabakasıydı!)
Peki Galatasaray neden 1956 şampiyonluğu için bir talepte bulunmadı?
Beşiktaş’ın 1957 ve 1958 şampiyonluklarının tescili ile ilgili tek (veya asıl) dayanağın, takımın Türkiye’yi Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda temsili olduğunu zannedenler sıkça “O zaman G.Saray neden 1956 şampiyonluğunu talep etmiyor?” sorusunu yöneltiyor. Cevabı şöyle: Beşiktaş’ın şampiyonlukları ile sonuçlanan iki ‘Federasyon Kupası’ müsabakasının varoluş nedeni zaten Galatasaray’ın, 1956-57 sezonunda Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’na herhangi bir ulusal şampiyonluk apoleti olmaksızın katılmasına, -haklılığı zamanın federasyonunca da kabul edilmiş itirazlara rağmen- izin verilmiş olmasıdır.
Şunu da ben ekleyeyim ki; mesele Avrupa’da temsilden ibaret olsaydı, Galatasaray’ın sadece 1955-56 için değil, 1954-55 sezonu için de talepte bulunması abes olmazdı. O durumda, kupaya fiilen katılıp katılmamış olmak da bir şeyi değiştirmezdi zira, Beşiktaş’ın 1957 şampiyonluğu da, takım, federasyonun ‘ihmali’ nedeniyle kupaya katılamamasına rağmen tescil edilmiştir.
Peki tartışılan yıllara dair tek bir ‘Türkiye Futbol Birinciliği’nden (TFB) söz etmek mümkün mü?
1937’de Milli Küme kurulduktan sonra, Türkiye’deki ‘müsabakalar hiyerarşisi’ değişmiş ve TFB’ler de bu bağlamda apayrı bir muhteva kazanmış, bambaşka hedeflerle oynanmıştır. TFB’ler arasındaki bu farkların görmezden gelinmesi, TFB Şampiyonları listesine, Bafra İdman Yurdu’ndan Galatasaray Amatör Takımı’na kadar, birçok ilgisiz takımın enjekte edilebilmesi gibi vahim sonuçlar doğuruyor.
1937’de ilk Anadolu Şampiyonası düzenlendi ve Bafra İdman Yurdu şampiyon oldu. Bu unvanı, 1938’de ise Eskişehir Demirspor kazandı. Bu dönemde, tamamen değişen muhtevasına rağmen, müsabakanın, basında ‘TFB’ olarak da anılmaya devam etmesi, bu takımların aslında TFB değil, fiilen Anadolu şampiyonluğunu kazanmış oldukları gerçeğini değiştirmez. Dolayısıyla 1937 ve 1938 yıllarında düzenlenen iki müsabaka, TFB değil, Anadolu Şampiyonluğu’dur. İstanbul, İzmir ve Ankara kulüpleri bu müsabakaların kapsamında değillerdir.
10. TAKIM ŞAMPİYONLA OYNUYOR!
1940’taki ‘TFB Finali’ni nasıl değerlendirmek gerekiyor?
1940 yılı, Milli Küme’nin kurulmasından sonra ‘müsabakalar hiyerarşisi’ ile ilgili bir bulanıklığa -belli ölçüde de olsa- sebebiyet verilen yıldır. O yıl, Anadolu şampiyonu Eskişehir Demirspor ile Milli Küme şampiyonu Fenerbahçe takımları ‘TFB Finali’ adı altında karşılaştırılmak istenmiş fakat bu istek kamuoyundan tepki gördüğü gibi, Milli Küme şampiyonu tarafından da ciddiye alınmamıştır. Maçın oynanacağı günlerde, Beşiktaş ile İstanbul Futbol Ligi ilk hafta maçı olan sarı-lacivertliler A takımını İstanbul’da tutmuş ve neticede Demirspor’a kaybetmişlerdir. Basın ise, böyle bir ‘TFB finalinin’ anlamsızlığını vurgulayarak, Anadolu şampiyonu Eskişehir Demirspor’un Milli Küme şampiyonundan ziyade, kümenin sonuncusuyla oynamasının daha uygun olduğu yönünde yayınlar yapmıştır. Bu konunun her şeyden önce bahsedilmesi gereken boyutu da bu olsa gerektir.
Bu istisnai örnek dışında, Milli Küme ve TFB arasında iç içe geçme gibi gösterilebilecek hiçbir örnek yoktur. Milli Küme bu yılın dışında müstakil özelliğini daima korumuş, şampiyonu veya herhangi bir katılımcısı hiçbir zaman başka bir müsabakanın katılımcılarından biri olarak konumlandırılmamıştır.
Bu arada, kaynaklarda da zaman zaman Eskişehir Demirspor’un, ertesi yılın Milli Küme maçlarına 1940 TFB şampiyonluğu nedeniyle alındığı yazılmıştır. Bu da yayılan yanlış bir bilgidir. Çünkü 1938 Milli Küme nizamnamesinin 7. maddesi açıktır: “Bölgelerarası milli küme harici grup şampiyonluğunu üst üste 2i sene kazanan takım Milli Küme’ye girecektir” (Ulus, 1938) Eskişehir Demirspor işte sadece bu şartı sağladığı için ertesi sene Milli kümeye alınmıştır.
HİÇBİR KIYMET İFADE ETMEYEN TFB
41 yılındaki Beşiktaş-Gençberbirliği TBF Finali çok tuhaf değil mi?
Evet. 1941 yılına gelindiğinde; Milli Küme’nin, ‘ulusal şampiyonu’ apaçık ortaya çıkardığında o dönem hemen herkes hemfikirdir. Bu durum, kendini en belirgin şekilde, 1941’deki olaylı Beşiktaş-Gençlerbirliği TFB finalinden sonra gösterecektir. O yılın Milli Küme’sini 10 takım arasında sonuncu bitiren Gençlerbirliği, aynı ligin namağlup şampiyonu Beşiktaş’ı 4-1 yenince maçın ardından olaylar çıkar. Ve bu olayların ardından da haftalarca süren tartışmalar çıkar ve sonunda ‘pandoranın kutusu’ açılır. Kemal Onan o günlerde Vatan’da şöyle yazar: “..Şunu da ilave edelim ki, futbol federasyonunun böyle bir şampiyonaya neden lüzum gördüğünü bir türlü anlayamadık. Nitekim alınan netice bu şampiyonanın (TFB kastediliyor) hiçbir kıymet ifade etmediğini bütün açıklığı ile meydana koymuştur”
Bunun üzerine, TFB finallerinin statüsü değiştirilerek, İstanbul Ankara ve İzmir şampiyonlarına ilaveten Anadolu şampiyonunun iştiraki ile tek devreli lig usulü (sadece 1950’de çift devreli) oynanmalarına karar verildi. Belli ki TFB’ye olabildiğince itibar kazandırılmak isteniyordu. Müsabaka, 1942’den, birinci seviye takımlar arasında son kez oynandığı 1951 yılına kadar da bu statü ile devam etti.
Neticede, 1937’den sonraki TFB’leri (çoğu Ankara şampiyonları olmak üzere) birçok farklı takım kazanabildi. Fakat bunların, aynı yılın Milli Küme’sini tamamladıkları pozisyonlar, bu dönem TFB’lerin atmosferi ve bunların ne derece ‘Türkiye şampiyonu’ olarak adlandırılabileceği ile ilgili fikir vermesi açısından yeterlidir:
Dolayısıyla önemle altını çizmek istediğim husus, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın da birer şampiyonluğunun bulunduğu 1935 sonrasındaki TFB’lerin, kesinlikle ‘1959 Öncesi Şampiyonluklar’ bahsinin dışında tutulmaları gerektiğidir. Bu şampiyonlukların kapsam dışı bırakılmaması sportif gerçeklerle bağdaşmayacağı gibi, büyük bir sınıflama hatasına da yol açacaktır.
Milli Küme öncesindeki yani 1924-35 arasındaki TBF’lerin şampiyonunu Türkiye Şampiyon sayabilir miyiz?
Bu yıllar arasında düzenlenen 6 TFB’nin benim açımdan zaafiyeti, bunların (diğer bütün TFB’ler gibi) birer ‘türev müsabaka’ olmasıdır. Bu TFB’lere katılan takımlar, bölgelerinin, nihayetinde şehir şampiyonu sıfatıyla katıldıkları şampiyonlarıdır. (Marmara, Batı Anadolu, Karadeniz gibi..) Yani, şehrinin liginde şampiyon olamayanın mıntıka birinciliği müsabakalarına ve dolayısıyla TFB’lere katılmak için bir yolu yoktu. Bu durum, bu dönem TFB’lerini de, ‘rekabete konu bir şampiyona’ (yani 3 Büyükler’in beraberce yarışma imkânına sahip oldukları bir şampiyona) olmaktan da çıkarmaktadır.
Bu dönem TFB’leri ile ilgili popüler netameli husus ise, bunların lig formatında düzenlenmemiş olması. Fakat, bugün tartışılmakta olan konu, ‘Türkiye Ligi Şampiyonlukları’ olarak değil de, Fenerbahçe’nin takdim ettiği şekilde, ‘Türkiye Şampiyonlukları’ olarak tanımlandığında ortada bir mesele kalmamaktadır. (Ki bunda artık ben de bir beis görmüyorum; çünkü devrin şartları neye el verdiyse o yapılmıştır ve basının ayırdığı yer, konuyu işleyiş biçimi ve halkın ilgisi, kulüplerin atfettiği değer gibi açılardan bakılınca, yapılandan daima bir Türkiye şampiyonunun çıkarılabildiği ve bu şampiyonların bu unvana kamuoyu tarafından da layık görüldükleri anlaşılabiliyor)
1924 ve 1927 TFB’lerini kazanan askeri takımların kadrolarında, o 2 yılın İstanbul Futbol Ligi şampiyonları olan Beşiktaş ve Galatasaray’ın oyuncularının yer almak zorunda kalmaları gibi hususlar bugünün bakış açısıyla anlaşılabilir olmasa da, nihayetinde, düzenlenen müsabakanın sportif ‘özü’ ile ilgili meseleler değillerdir.
Tam 14 takımın katıldığı 1924’teki ilk TFB’ye, daha doğru dürüst asayişin dahi sağlanamadığı Doğu-Güneydoğu bölgelerinden temsilcinin katılamamış olmasının müsabakanın ‘kapsayıcılığı’ açısından sorgulanmasını da; 6 takımlı (ve içine istediğini alan istemediğini almayan ve birçok yazar tarafından buna rağmen ‘bir nevi federasyon’ şeklinde sunulabilen) bir birliğin düzenlediği lige bir doğal şampiyonluk adayının alınmadığı (Fenerbahçe), diğer bir şampiyonluk adayının (Altınordu) bazı gelişmelere tepki göstererek maçlar oynanırken ligi terk ettiği, bir takımın daha (Süleymaniye) aynı kararı vermesi ile 3 takımdan ibaret kalan bir ligin (İstanbul Futbol Birliği Ligi, 1914-15 sezonu) birincisinin ‘kemal-i rahat ile’ (rahatlıkla) ‘İstanbul Şampiyonu’ olarak nitelendirilebildiği bir futbol tarihçilik anlayışı için ‘fazla hassas’ bulduğumu da söylemeliyim.
Aynı sezon içinde iki şampiyon çıkması mümkün mü?
Tabii ki olmaz. Benim, görüldüğü gibi, zaten teorik/kategorik olarak uygun olmadığını düşündüğüm, Milli Küme sonrası TFB şampiyonluklarının kapsam dışı bırakılması, ”Aynı yıl 2 şampiyon olur mu!” yönündeki haklı bir itirazı da gündemden düşürecektir. Fenerbahçe’nin o itiraza karşılık verebilmek için yaptığı ‘apertura-clausura’ (Arjantin’deki açılış-kapanış ligi misali) benzetmeleri bizdeki durumla paralellik arz etmiyor. İtalyan futbolunun ‘bölündüğü’ ve iki federasyonun kendi şampiyonlarını çıkarttığı söylenen 1921-22 İtalya örneği de, olsa olsa, bizim Cumhuriyet öncesi İstanbul futbolumuzdaki örneklerle karşılaştırılabilir ki bunlar doğal olarak bağlam dışıdır. (1919-20 İstanbul Futbol Birliği (İFB) ve İstanbul Türk İdman Birliği (İTİB); 1920-21 İFB Ligi, İTİB Ligi ve Pazar Ligi, 1921-22 “Türkiye İdman Cemiyetleri Futbol Müsabakaları” ve ‘İstanbul Futbol Federasyonu Ligi’ gibi)
Fenerbahçe Spor Kulübü, 1944 yılında kazandığı TFB şampiyonluğundan vazgeçmemek adına; mesela 1946’da şampiyon bitirdiği 6 takımlı Milli Küme’nin altıncısı Gençlerbirliği’nin, ya da 1950’de şampiyon bitirdiği 8 takımlı Milli Küme’nin sekizincisi Göztepe’nin ‘Türkiye Futbol Birincilikleri’ni, bu yıllardaki kendi Milli Küme şampiyonluklarına eşdeğer görüyormuş gibi bir vaziyette kalmaktadır. Bunun ise, en başta Fenerbahçe’nin Milli Küme şampiyonluklarına ve tabii bizatihi Milli Küme’ye yapmakta oldukları bir haksızlık olduğu kanaatindeyim.
Fenerbahçe için “28 değil de 27 şampiyonluğu var” anlamına gelen bu bakış açımın, taraftarı olduğum Beşiktaş’ı -eğer bu şampiyonluklar yıldız hesabına eklenecekse- dördüncü yıldızdan edeceğinin elbette ki farkında olduğumu da belirtmek isterim. Ancak tarihsel objektifle bağrıma taş bastırmayı gerektirir.
Fenerbahçe’ye itiraz edenler “3 maçla Türkiye şampiyonu mu olunur” diyor. Haksız bir çıkış mı bu?
Bu, benim tescil edilmesine taraftar olduğum-olmadığım bütün TFB şampiyonluklarına -belli ki hiç düşünülmeden- yapılmakta olan çok büyük bir haksızlıktır. Bu TFB’lere katılacak şehir şampiyonları, Anadolu şampiyonları kur’a ile mi belirlendi zannediliyor? Arkalarında, kendi şehirlerinde oynadıkları 14-18 şiddetli oyun ve ellerinde birer şampiyonluk kupası ile gidiyor bunlar TFB finallerine. Üzerine, (Milli Küme öncesi dönemde) bir de kendi bölgelerinin şampiyonluğunu kazanmaları gerekiyor. O başarı da her zaman öyle kolayca elde edilemiyor. TFB finallerine gidememiş olan Ankara şampiyonları vardır mesela.
“Falanca İstanbul şampiyonu, Marmara bölgesinden filanca gariban amatör takıma şu kadar gol atmış..” diye de bakılmaya başlanmış. O kadar golü yiyen amatör de, atan amatör değil mi zannediliyor? Bahsettiğim gibi, öyle olmaları gerekiyor zaten.
59 ÖNCESİ PROFESYONEL AMATÖR AYRIMI
O dönem için profesyonel ve amatör diye bir ayrım yapmak doğru mu? Böyle bir mesele var mı?
Yıllar içinde, 1950’lere kadar futbolumuzun amatör olarak oynandığı ve ilgili dönem müsabakalarının bu nedenle ‘makbul’ sayılamayacağı yönünde, bütün camları tek başına kırabilmesi umulan bir taş aranmış ve bulunmuştur. Profesyonelliğin yasak (ve suç!) olduğu, ‘Profesyonelliğe bulaşmamış (dahi) olmanın’ liglere kupalara katılım için ön şart olduğu bir dönemde bilumum müsabakanın amatör kulüpler arasında düzenlenmesinden tabii ne olabilir? Bu amatörlük vasıfları, kulüplerimizin, profesyonelliğe şartlı serbesti getirilen zamana kadar birbiriyle bugünkü formalarıyla armalarıyla isimleriyle yarışmış olan birinci seviye takımlarının, birinci seviye takımlar olma özelliklerine nasıl bir halel getirmekte, onları nasıl ‘bahs-i diğer’ kapsamına sokabilmektedir?
Kaldı ki, bırakınız tüm Türkiye’yi, sadece İstanbul’da dahi, zannedildiği gibi 1952’de profesyonelliğe ‘geçilmiş’ de değildir. O yıl İstanbul’da kabul edilen talimatnameye göre, kulüpler yine amatör olarak kalmaya devam edecek ve mutlaka amatör bir takıma sahip olacaklardı. Fakat kulüplere profesyonel takım kurma hakkı da tanınıyordu. İşte ikinci seviye olan amatör takımlar, bu tarihten sonraki amatör takımlardır. Galatasaray amatör futbol takımının 1953’teki ‘Türkiye Futbol Birinciliği’nin, diğer takımların 1951’e kadarki Türkiye Futbol Birincilikleri ile aynı listede gösterilmesi de tam da bu yüzden abestir. (Bu gösterimin yanlışlığını ortaya koyabilmek için aslında şu soruyu sormak dahi yeterlidir: 1952-53 sezonu ‘İstanbul Şampiyonu’ kimdir? İstanbul Profesyonel Futbol Ligi şampiyonu Fenerbahçe mi, yoksa İstanbul Amatör Futbol Ligi şampiyonu Galatasaray mı? Cevap tabii ki ilkidir.)
İlaveten; sarı-kırmızılı amatörlerin şampiyon olduğu ligle ilgili bakın 7 Ekim 1952 tarihli Cumhuriyet ne diyor: “İki haftadır devam eden amatör maçlarında, görebildiğimiz takımların ekseriyetini ya çok genç çocuklar yahud da ‘tekaüd’ denilebilecek yaşlanmış futbolcular teşkil etmektedir. Halbuki bu kümenin tertibinde güdülen gaye bu değildi. Kulüblerimiz bu işin ehemmiyetini kavrayarak amatör takımlarını bir an evvel ıslah ederlerse, birinci takımları için lüzumlu elemanlarını şimdiden hazırlamak yoluna girmiş olurlar.”
Gayesi ‘birinci (yani profesyonel) takımlar için lüzumlu elemanlar hazırlamak’ olan bir takımın, kendi sınıfında kazandığı bir Türkiye şampiyonluğu nasıl olup da bir itiraz unsuru haline getirilebiliyor, şaşmamak elde değil. Öte yandan bu amatör takımların gazete tarafından zımnen ‘ikinci takım’ olarak kabul edilmiş olması da, bu başlığın altındaki ilk paragrafta söylediklerimi herhalde yeterince teyit ediyordur.
TEK PARTİDE TAKIMLAR BİRLEŞTİRİLDİ DE 59 SONRASI BİRLEŞTİRİLMEDİ Mİ?
Melih Şabanoğlu, dönemin şampiyonluklarının genel hesaba katılmasına karşı çıkarken siyasi manzaraya da dikkat çekiyor. Tek parti döneminin uygulamalarının da bu şampiyonlukların genel hesap içinde görülmesine bir engel teşkil edeceğini düşünüyor. Siz ne diyorsunuz? (MELİH ŞABANOĞLU'NUN RÖPORTAJINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ)
İzmir kulüplerinin valilik marifetiyle birleştirildiğinden ve İzmir’in Milli Küme macerasının bu halde başladığından bahsediliyor. Doğrudur. Fakat bunun İzmir’in İstanbul’la giriştiği rekabetle de ilgili olduğunu da söylemeliyiz. İzmir başarı istemektedir ve ‘güçlerin birleştirilerek’ şehir içi rekabetin azaltılması ve İstanbul’la rekabette mesafe alınması da amaçlanmıştır bununla. Ama bu tarz -doğru veya yanlış- kararlar bizatihi ‘Milli Küme’nin ve topluca o dönemin eksi puan hanesine niye yazılıyor? Niye Milli Küme’yi kabullenememeye mazeret oluyor?
Milli Küme, bu gerekçeyle kabullenilmesi zor bir organizasyon haline geliyorsa; 1960’lı yıllarda ‘devlet zoruyla’ şehir kulüpleri kurulurken yok edilen Trabzon’un İdman Ocağı, Bursa’nın Acar’ı ve buralarda ve diğer Anadolu şehirlerindeki, bir çırpıda tarihe karıştırılan diğer sayısız bedbaht kulüp için ne diyeceğiz? Bu argümanla, ‘Türkiye Birinci Futbol Ligi’ni kabullenmekte de güçlük çekilmekte midir?
KİMİN KAÇ ŞAMPİYONLUĞU VAR?
Bir tablo ile; Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray arasındaki rekabetin bugün itibarıyle mevcut bakiyesini de paylaşıyorum. Tabloda, ‘Ulusal şampiyonluklar toplamının’ altında, söz konusu dönemde bu kulüpler, taraftarları ve İstanbul ve hatta ülke basını tarafından, rekabetin en önemli ve en yüksek sahnesi olarak kabul edilen resmi İstanbul Futbol Ligi şampiyonluklarını da dahil ederek… Ama güncel tartışmaya konu olan şampiyonluklar benim bakış açıma göre Fenerbahçe 27, Galatasaray 23 ve Beşiktaş da 19 şampiyonluğa sahip. Yukarıda söylediğim gib Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin hesabından ben birer tane düşüyorum.