Ahmet Çakır yazdı... Ünal Karaman’ın isyanı

07.03.2019 - 15:28 | Son Güncellenme: 07.03.2019 - 15:28

Trabzonspor Teknik Direktörü Ünal Karaman, 6 Mart Çarşamba günü muhteşem bir basın toplantısı yaptı. Attila Gökçe ağabeyim ve Cem Dizdar kardeşimle aynı fikirde olmadığımız sayılı konulardan biri oldu bu. Onlara göre Karaman, özellikle basına karşı tavrında biraz sınırları zorlamıştı. Bana sorarsanız, tam tersine, bugüne kadar mutlaka söylenmesi gerekirken bundan doğacak tepkileri göze alamayan teknik adamlardan sonra, bu konuyu tepeden tırnağa bilen ve gerekli cesarete de sahip olan Ünal Karaman sonunda patlamıştı.

Şunu da eklemem gerekiyor: Karaman’ın o basın toplantısında özellikle yerel basının eleştirileriyle ilgili olarak söylediklerini tam anlayabilmek için, benim gibi 1,5 yıl Trabzon’da yaşamış olmak gerekiyordu. Uzaktan atışlarla Trabzon ve Trabzonspor’u anlamak, basmakalıp birtakım laflarla orada yaşananları değerlendirmeye kalkmak mümkün değildi.

Gerçi burası 18 yaşındaki stajyer bir muhabirin, Derwall’e Galatasaray’ı nasıl oynatması gerektiğini söyleyebildiği bir ülke… Bir yandan basın özgürlüğü konusundaki sorun ve sıkıntılar ortadayken öte yandan futbol dünyamızda buna benzer akılalmaz nitelikte birtakım özgürlükler de sözkonusu olabilir. Hepimizin bu türden olaylara tanıklık etmişliği vardır.

İşin temelinde futboldan anlama iddiası var. Konuya üstünkörü yaklaşıldığında Trabzonluların futboldan iyi anladıkları yolundaki laflar, bazı değerli yorumcu arkadaşlarımız tarafından bile edilir. Burada ‘futboldan anlama’ kavramının biraz umursamaz biçimde kullanılması sözkonusudur. Yoksa gerek Trabzon’da gerekse başka kentlerde futboldan gerçekten anlayan insanların sayısı, iki elin parmaklarıyla gösterilebilecek kadar azdır. Ayrıca gerekli de değildir.

Elbette ki Trabzonluların futbola olan ilgileri ve takımlarıyla aralarındaki bağ, öteki illerden daha farklıdır. Bunun da ötesinde herkes futbolla ilgili gibidir. Gece-gündüz hemen her ortamda futbol ya da doğrudan Trabzonspor konuşulduğuna tanıklık edebilirsiniz. Ancak tribünlerde yaşlı teyzelerin yer alışı, sokaklarda yine onların size futbolla ve takımlarıyla ilgili birşeyler söylemeleri futboldan anlamak filan değildir.

Bunun çok üzerinde durulacak bir yanı da yoktur. Fakat iş yerel basının eleştirileri boyutunda ele alındığında, bunlara kulak asan her teknik adamın kısa sürede aklını oynatma noktasına gelebileceğini yakından tanıklığımla biliyorum. Sadece orada değil, İstanbul’da da neyi ne kadar bildiği çok kuşkulu olan meslekdaşlarımız, o güne kadar değeri anlaşılamamış gönüllü teknik direktörlüklerini her ortamda ortaya koyarlar.

Özellikle maçların kaybedildiği ortamlarda, bu işle ilgili tavır, daha saldırgan boyutlar kazanır. Kesinlikle teknik direktörün hataları yüzünden maç kaybedilmiştir. Maçın taktiği doğru değildir, kadro seçimi hatalıdır, oyuncu değişiklikleri de gerektiği gibi yapılamamıştır falan filan… Kendi takımıyla ilgili doğruları teknik direktör asla bilmez! Bunları hep basın mensubu arkadaşlarımızdan öğrenmelidir.

Yazılan ve söylenenleri doğru kabul ettiğinizde ortaya o teknik direktörü en hafif deyimle deli olduğu gibi bir sonuç çıkar. Öyle ya, bu arkadaşlarımızın yazıp söyledikleri çok basit işleri yaparak maçları kazanmak mümkün iken teknik direktör bambaşka işler yapmakta ve başarısızlığa yol açmaktadır! Üstelik, takımının başarısından en büyük yararı kendisi sağlayacağı halde bir türlü doğru yolu görememekte, gerekeni yapamamaktadır.

Futboldan kim anlar?

Gerçekte bu kardeşlerimizin hangisinin futboldan ne kadar anladığını, onların en yakın arkadaşlarına sorarak rahatlıkla öğrenebilirsiniz. Bu konuda birbirleri hakkında “Hadi oradan, Allahın çobanı! Futbolun nesinden anlarmış o” gibisinden iltifatlarda bulunacakları noktasında en küçük bir kuşkunuz olmasın. Bundan çok daha ağır ifadelerin kullanılacağından da emin olabilirsiniz.

İşin aslı, kendi işlerini doğru dürüst yapamayan insanların sürekli olarak başkalarına akıl vermeleri, onların işlerini nasıl yapacaklarını söylemeye çalışmaları gibisinden çok saçma hatta utandırıcı bir durumdur. Hepimiz biliriz ki kendi işini iyi yapan insanlar, hiç başkalarına akıl verme derdine filan düşmezler. Bir iş ve daha önemlisi meslek sahibi insan, onun zorluklarını da iyi bildiğinden, başkasınınkine de saygı duyar.

Oysa burada siz bir yandan teknik direktör olarak olağanüstü özveride bulunur, en az para alan oyuncunuzun bile aşağısında ücretle çalışır, öte yandan kısıtlı kadro olanaklarıyla hiç yabana atılmayacak işler yaparken yerel basının sürekli hoşnutsuzluğu ve bundan doğan tepkilerle başetmek zorunda kalırsınız. Üstelik bunlar yapılırken belli sınırlar içinde kalma gerekliliğine filan da kimse kulak asmaz. Akıllara gelen herseyini pervasızca yazılıp söylenebilir.

Yaptığınız önemli işler, bunlarla kulübe ve takıma kazandırdıklarınız, gelecekle ilgili çabalarınız kimsenin umurunda bile değildir. O haftaki maç kaybedildiğinde bunların tümü yerle bir olmuştur bile. Böyle zehirli bir ortamda kaçınılmaz olarak sizin de konsantrasyonunuz dağılır, yapacaklarınızı bile yapamaz hale gelirsiniz. Ondan sonraki haftalarda artık maçlara ne zaman kovulacağınızı düşünerek çıkmaya başlarsınız.

Büyük ölçüde yerel basın tarafından yönlendirilen taraftarlar da belli bir noktadan sonra takımın arkasındaki bir güç olmak yerine, önüne çıkan engellerden birine dönüşür. Bu da elbette ki oyuncuları etkiler ve bir kısır döngü başlar. Sizin, ‘yapmayın etmeyin, bu iş böyle olmaz!’ Şeklindeki çırpınışlarınız kesinlikle para etmez.

Bundan sonraki kaçınılmaz adım teknik direktörün değiştirilmesi ve o güne kadar yaşanmış olan bütün saçmalıkların bir kez daha yinelenmesidir. Bütün bu süreçlerde yapılan gereksiz transferler ve başarısızlıklarla kaybedilen paralar yüzünden kulübün bir batağa düşmesi de kimsenin umurunda değildir. Bundan doğan yükü de belli ölçüde siz taşımak zorunda kalırsınız.

Aslında böyle bir ortamda görev yapmak, cehennemi ölmeden yaşamak gibidir ama ne yaparsınız ki hem kulüp ve camiayla olan bağınız hem de işinize olan tutkunuz, sizi orada tutan temel motivasyondur. Ancak insan bir yere kadar dayanır ve ondan sonra çekip gider. Ardından da bildiğimiz döngü başlar: Yeni bir teknik direktör, onun transfer istekleri, başarı için zamana gereksinme olduğu, yerel basının her geçen gün artan tepki ve eleştirileri, bundan etkilenen taraftarın da size karşı cephe almaya başlaması…

Yıllardır seyrettiğimiz ve çoğu zaman da bir parçası olduğumuz bu berbat oyundan bıkmadınız mı? Bu işle ilgili olarak bilgi, donanım, akıl, iz’an ölçüleri içinde yazıp konuşma zorunluluğu sizi hiç ilgilendirmeyecek mi? Bugün oluşmuş bulunan batakta kendi rolünüzü sonsuza kadar görmezden mi geleceksiniz?

İşte sonunda Ünal hocayı isyan ettiren gerçekler bunlar. Yoksa, eleştirinin bu işin bir parçası olduğunu, kimi zaman sınırları zorlayanlara bile tahammül etmek gerektiğini Ünal Karaman da bizim kadar biliyor.

Fakat emin olun ki orada işler asla tahammül edilebilecek sınırlar içinde değildir. Bunu öğrendiğinizde Ünal Karaman’ı biraz olsun anlayabilirsiniz.

Senin için hazırladığımız haberler