Geçmişe mektup 2: "Zidane'ın kafası, kadının..."

20.04.2020 - 15:34 | Son Güncellenme: 20.04.2020 - 16:57

Koronavirüs ile mücadele ettiğimiz şu günlerde futbolseverler olarak topun dönmesini gerçekten özledik. Sizleri, geçmişte iz bırakan maçlara götüren Ajansspor'da yeni başlayan serinin bir başka hikâyesine götürmeye hazırız. Radyospor programcısı ve Ajansspor editörü Emrah Karalinç'in kaleminden Geçmişe mektup serisi sizlerle. İşte serinin ikinci hikâyesi...

Geçmişe mektup 2: "Zidane'ın kafası, kadının..."

2004 yılında Avrupa Futbol Şampiyonası'nda Otto Rehhagel ve öğrencileri, sürpriz şampiyonluğunu genç Cristiano Ronaldo ve kıdemli bir futbolcu olan Figo'nun takımı Portekiz'e karşı kutlamıştı. Yunanistan tarafından gerçekleştirilen bu büyük sürpriz acaba, bu kez 2006 Dünya Kupası'nda başka bir takım adına olur muydu? Bu soru işaretleri zihnimin duvarında yanıtını bekliyordu.

"Biz olsaydık yenemeyeceğimiz takım yoktu"

Açtığım her telefona samimiyetle cevap veren ve her seferinde zihnimi açan Türk futbolunun unutulmaz teknik direktörlerinden Mustafa Denizli, "Biz olsaydık, yenemeyeceğimiz takım yoktu" diye tarif ediyordu 2006 Dünya Kupası'nı...

O dönemler...

Aziz Yıldırım'ın Fenerbahçe başkanlığını bıraktığını açıkladığı, Juventus'un şike skandalı sebebiyle Serie B'ye düşürüldüğü, Sevilla'nın UEFA Kupası'nda rakiplerine aman vermediği bir dönem olan o günler halen hafızamdaki canlılığını koruyor.

Unutulmayacak o anlar...

Büyük turnuvaların gediklisi olmadığımız eleştirilerinin milli takıma yöneltildiği, olaylı İsviçre maçı sebebiyle gidemediğimiz bir turnuva olacaktı Almanya'nın ev sahipliğinde düzenlenecek dev Dünya Kupası...

Kültür ve futbol arasında mekik dokuyan Almanlar...

Milli takımımız adına yaşadığımız üzüntüyü kalbimizin derinliklerine gömerken, Almanya ise o dönemlerde kültür ve futbol arasında mekik dokuyor, 2004 yılında kurulan Alman Futbol Kültürü Akademisi daha da yukarıya tırmanmaya devam ediyordu.

Herkes Zizou'yu konuştu...

12 şehirin ev sahipliği yaptığı 2006 Dünya Kupası, her ne kadar finalde Zinedine Zidane'ın İtalyan savunmacı Materazzi'ye attığı kafa ile anılsa da turnuva benim adıma çok farklı bir yer tuttu: meslek kariyerimdeki ilk büyük turnuvam!

Türkiye'nin o dönemdeki yayıncısı: Kanal 1

Bugünlerde sadece 1 sayfa spor haberlerine yer ayırabilen bazı gazeteler, o dönemde ise Dünya Kupası'na özel ek çıkarıyordu! Turnuvayı ise şimdilerde unutulmaya yüz tutmuş Kanal 1 televizyonu canlı yayınlarla futbolseverlere ulaştırıyordu.

Ciddi emek verildi ama...

Şu sıralarda yayıncı kuruluşta Türk futbolunun sesi olan Gökhan Telkenar önderliğinde maçlarda görev alan tüm meslektaşlar, meslek büyükleri futbol maçlarının keyfini en ince detaylarına sunmaya gayret ederken, reji ise bol bol 'kadın poposu' çekerek insanları ekrana kilitlemeyi tercih ediyordu. Kolay değil, televizyon tarihinde en fazla izlenen gösteriydi 2006 Dünya Kupası... Turnuvaya özel usta spikerler yerine dişiliğin vurgulanması bence bir ayıptı.

Çift spikerli maç uygulaması o zaman vardı...

Almanya ile Kosta Rika arasında oynanan açılış maçıyla başlayan turnuvada aslında yayıncı kuruluşun çift spikerle maçları sunması da damaklarda ayrı bir tat bırakmıştı. Birçok insan, beIN Sports'ta ilk kez uygulandığı söylenen çift spikerle maç anlatımını aslında o dönemde görmüştü. "İki gol Okay Karacan'dan, bir gol de benden" sözlerini Gökhan Telkenar kullanırken, Almanya ise Kosta Rika'yı dağıtmıştı: 4-2. 

Futbol ziyafeti vardı

Çeyrek finale gelene kadar futbol ziyafeti devam etti. Fakat; çeyrek finalde bu heyecan doruğa çıktı. Almanlar, 'Berlin mis gibi' cümlelerini Arjantin'i penaltılarla eledikleri çeyrek final maçının ardından kurmaya devam etti. Arjantin, Almanya'ya karşı tarihinde hep zorlanmıştır. Bir turnuva takımı olan ancak; kabuk değiştirmesi elzem olan İtalya ise Ukrayna'yı 3-0 geçmişti.

İngiltere havlu atmıştı

Joe Cole, Gerrard, Crouch, Lampard, Carragher, Hargreaves gibi futbolcuların forma giydiği İngiltere de Portekiz karşısında penaltılarla havlu atmıştı. Fransa ise Brezilya karşısında bu dev turnuvada Henry ile gülmüş ve yarı finale adını yazdırmıştı. 

İtalya, Almanya'yı dondurdu

Yarı finalde İtalya, Almanya karşısında uzatmalara giden maçta öyle bir galibiyet aldı ki... Dortmund'da oynanan maçta Almanlar, Fabio Grosso ve Del Piero'nun arka arkaya gelen golleriyle donup kalmıştı. Fransa ise turnuvanın olay adamı Zidane'ın Münih'te Portekiz'in umutlarını çimlere gömdüğü maçta 1-0 ile gülebilmişti.

İki ismin gol attığı pek bilinmez...

Final maçında Materazzi ile Zidane arasında yaşananları herkes hatırlar ama yine o maçta golleri iki ismin attığını hatırlayan çok azdır. Berlin'deki unutulmaz finalde Zidane, penaltıdan ağları havalandırırken yıllar sonra pişmanlık duyacak hareketi yapan Materazzi de beraberlik golünü atmıştı.

Zidane'ın kafası...

"Zidane'ın yaptığını onun yerinde ben de olsam yapardım" cümlesini birçok futbolcu ve yorumcu final yayınlarında kurmuştu. Çünkü Materazzi, Zidane'ın ailesine hürmetlerini(!) iletmişti. İtalya ise dördüncü kez Dünya Kupası'nı müzesine götürmüştü.

Purolu Lippi, ayrılarak hata etti

Marcelo Lippi, Dünya Kupası'nı eline aldığında yaşadığı mutluluğu nasıl tarif edemiyorsa sonradan hata yaparak neden İtalya'yı bıraktığı da o kadar tarifsiz. Kupayı ağzındaki puro ile kutlaması da beni güldüren anlardan biri olmuştu. 

Almanlar ekonomilerini büyüttü

Fransa'nın 'loser' ilan edildiği, İtalya'nın kazandığı, ama Almanya'nın geleceğin temellerini atma noktasında daha da ileriye gittiği bir turnuvaydı. Böyle bir organizasyona ev sahipliği yaparak futbol ekonomilerini büyüttüler. Bu büyüyen ekonomiden, kadın futbol takımı dahi nasiplendi. Türkiye'de ise kadın futbol takımı o dönem kambur olarak görülüyordu.

Unutmadığım bazı kişiler...

2006 yılındaki Dünya Kupası'nda ne Buffon'un kalede devleştiği unutulur, ne savunmada Cannavaro, Ayala, Thuram gibi isimlerin performansı, ne Ballack'ın orta sahadaki etkinliği, ne Ze Roberto'nun kıvraklığı... Ya da Altın Ayakkabı'yı sonuna kadar hak eden Alman golcü Miroslav Klose'nin golleri ve taklaları. 

Biz, Aurelio'yu tartışıyorduk...

İtalya'nın kazandığı turnuvada, Türkiye olsa neler olurdu? Bu bence halen bir soru işareti. Puskas'ın öldüğü yıl, birileri sonradan devrim olarak nitelendirdiği şeyleri temellendirirken, biz Türkiye'de ne konuşuyorduk? Ne dersiniz?

"Sayın hocam Mehmet mi yoksa Marco Aurelio mu demeliyiz?"

"Hocam, siz söyleyin. Aurelio'nun milli takım forması giymesi ne kadar doğru bir adım?"

EMRAH KARALİNÇ

NOT: BİR SONRAKİ YAZIDA 2007 YILI VAR. ŞİMDİDEN YERİNİZİ AYIRIN, BU SAYFALAR DEĞERLENECEK...

Emrah Karalinç: Geçmişe mektup 1

Senin için hazırladığımız haberler