"Her şeye kızarak futbolcu olunmaz"

02.05.2017 - 15:21 | Son Güncellenme: 02.05.2017 - 15:21

Almanya patentli genç oyuncu Orkan Çınar, Gaziantepspor formasıyla çıktığı Türkiye vitrininde müthiş adam eksiltme özelliğiyle dikkatleri çekiyor ve Almancada "rüzgâr" anlamına gelen isminin hakkını veriyor.

Golden sonra attığı taklalarla jimnastikçileri andıran genç oyuncu, üst üste talihsiz iki sakatlık yaşasa da çabuk geri dönmeyi ve Ümit Millî Takım formasıyla buluşmayı başardı. Bu sezon başında Trabzonspor'a attığı Messi golüyle parmak ısırtan yetenekli oyuncu hikâyesini ve gelecekle ilgili planlarını anlattı.

Önce isminle başlayalım istersen. Orkan çok yaygın kullanılan bir isim değil? Ne anlama geliyor? Sana bu ismi kim koymuş?

Bu ismi bana babam koymuş. Hem Türkçe bir isim hem de Almancada rüzgâr anlamına geliyor. Almanya'da doğduğum için babam ismimin orada da bir anlam taşımasını istemiş, o nedenle Orkan'ı tercih etmiş.

Ailenden söz edelim biraz. Almanya'ya neden ve nereden göç etmişler? Annen, baban ne iş yapıyor? Kaç kardeşsiniz?

Babam 1961 doğumlu ve Almanya'ya 30 yaşındayken tek başına gitmiş. 1990'ların başında İnegöl'den Dortmund'a gitmiş, orada bir iş kurup annemi de yanına almış. Ben de Dortmund'da doğdum. Ailemin tek çocuğuyum. Babam çok uzun yıllar Almanya'da dönercilik yaptı. Bazen başkalarının yanında çalıştı, bazen kendi dükkânı oldu. Onun benim için yaptıklarını ödemem hiç de kolay olmayacak. Gerçekten ailesi için çok çalıştı. Dönercilik hiç de kolay bir iş değildir. Ben de babamın yanında çalıştım. Döner kesebilirim, dürüm yaparım, salataları hazırlarım. 14-15 yaşlarındayken babama dükkânda çok yardım ettim.

Peki, şimdi ne yapıyor ailen?

Annem zaten ev hanımıydı. Ben futbolcu olduktan sonra babam da çalışmıyor. Zaten en başından babama, "Ben futbolcu olduğumda sen artık çalışmayacaksın. Evin sorumluluğu bende olacak" demiştim. Gaziantepspor'a gelirken onlara da memleketimiz İnegöl'de bir ev aldım. Almanya'dan kesin dönüş yaptık artık. Annem ve babam şimdi orada emekli hayatı yaşıyor. Babam şimdi benim menajerliğimi yapıyor artık.

Futbolla ilişkin nasıl başladı?

Ayaklarımın üzerinde durmaya başladığım andan itibaren topa vurmaya başlamışım. Yani ailemin zorlamasıyla futbola yönelmiş değilim. Zaten kendimi bildim bileli topun peşinde koşturuyordum. Bu arada 2 yaşına geldiğimde Dortmund'dan Berlin'e taşınmıştık. Babam daha büyük bir şehirde büyümemi istemişti. Fakat Berlin'de yaşadığımız muhitte ortam çok da iyi değildi ve babam beni sokaklardan uzak tutmak için 4-5 yaşındayken bir kulübe yazdırdı. Kaleci başladım ama bir maç oynadım. Hiç unutmuyorum, topu alıp ileri gidiyordum ve 25 tane gol yemiştim (gülüyor). Ondan sonra da bir daha kaleye geçmedim zaten.

Sonrasında hep kanatlarda mı oynadın?

Yok, hayır. Süreç içinde oynadığınız mevki çok değişebiliyor. Altyapılarda defansta da forvette de orta sahada da oynadım.

Başka sporlarla da ilgin var mıydı? Malûm Almanya bu açıdan çocuklara çok fazla seçenek sunabiliyor. Özellikle golden sonra attığın taklalar sanki çocukken jimnastik yaptığını gösteriyor.

(Gülüyor) Ben takla atmayı havuzda öğrendim. Arkadaşlarımın teşvikiyle yaptım. Arkadaşlarım "Sen bu taklaları sahada da atarsın" deyince önce kumda denedim. Baktım oluyor, gollerden sonra sahada da takla atmaya başladım. Ne jimnastik ne de başka bir sporla ilgilendim. Hayatımda hep futbol vardı.

Evet, Almanya'daki kariyer hikâyeni dinleyebiliriz artık…

İlk gittiğimiz kulüpte aileler çocukların işine çok karışıyordu. O nedenle annem-babam oradan çok hoşlanmadı. Füchse Berlin Reinickendorf diye küçük bir kulübe gittim ve 3-4 yıl oranın altyapısında kaldım. Sonra Hertha Berlin beni istedi ve iki sene de oranın altyapısında kaldım. 15 yaşındayken bir alt küme takımı olan Tennis Borussia Berlin'e geçtim. Çok iyi bir takımımız vardı. Hertha'nın da yer aldığı Berlin Ligi'nde hiç yenilmeden şampiyon olduk. O sezonun ardından Bundesliga'da her takıma gitme şansım vardı. Çünkü hem takım hem de ben harika bir sezon geçirmiştik. Kanatta oynamıştım ve çok iyi bir performans göstermiştim.

Zaten hemen ardından Wolfsburg'a gittiğini görüyoruz.

Bu kararı ailece aldık. Berlin ile Wolfsburg'un arası 220 kilometre. Bayern Münih ve Hoffenheim da gündemdeydi ama çok uzak oldukları için annem "Seni yollamam" dedi. En hayırlısı da Wolfsburg tercihim oldu. Orada U16'dan U19'a kadar oynadım. Wolfsburg'daki günlerim için hayatımda yaşadığım en güzel zamanlar diyebilirim. 15 yaşında evden çıkıp akademiye gitmiş oldum. İnanabiliyor musunuz, Wolfsburg'un sadece gençleri için tahsis edilen tesis, Riva'daki bu mükemmel tesis kadardı. Bu kadar çok sayıda çim sahamız vardı. Bir genç için başlangıçta yalnız kalmak bir zorluk oluşturuyor ama sonrasında tek başına ayakta kalmanın keyfini yaşıyorsunuz. Annem babam beni affetsin ama Wolfsburg'da bana hiç kimse, "Nereye gidiyorsun, ne zaman geleceksin?" diye sormuyordu. Okul da 5 dakikalık mesafedeydi. Adeta büyük bir ailede büyüdüm. Kardeş eksiğimi oradaki arkadaşlarımla gidermiş gibi oldum.

Wolfsburg kulübü futbolculuğuna neler kattı peki?

Almanya'daki herkes Wolfsburg altyapısının ne kadar güçlü ve kaliteli olduğunu bilir. İnanılmaz imkânlar vardı. Her sene şampiyonluğa oynuyorduk. Hamburg gibi rakipleri 7-0, 8-0 gibi skorlarla yeniyorduk. Orada neredeyse her mevkide oynadım. Sağ açıkta, ön liberoda, hatta sol bekte bile görev aldım. O zaman hocayla "Beni neden mevkiimin dışındaki yerlerde oynatıyorsunuz?" diye tartışmıştım. O da bana "Bunun faydasını ileride göreceksin" demişti. Gerçekten de öyleymiş. Şimdi buradan onlara teşekkür ediyorum. Oyun bilgimi de o gün bana verdikleri bu emeğe borçluyum.

Her şey bu kadar iyi giderken ve bu kadar mutluyken Wolfsburg defteri neden kapandı senin için?

Gençsiniz ve hatalar yapıyorsunuz. Ben de çok rahat durmadım sanırım. Hiçbir zaman saygısız değildim ama biraz kendi kafama göre yaşıyordum. Sanırım biraz ileri gittim ve sonuçta Wolfsburg'dan ayrılmak zorunda kaldım. Profesyonel olarak Greuther Fürth takımına gittim.

Sercan Sararer'in de oynadığı takım değil mi?

Aynen o takım. Bundesliga 2'de şampiyonluğa oynuyorlardı. 6 ay o takımın formasını giydim ama hissettim ki, Greuther Fürth bana göre bir takım değil. Sabah 10.00'daki antrenman için oyuncuları 7.30'da kulüpte topluyorlardı. Bunun gibi sevmediğim çok şey vardı o kulüpte. Aslında çalışmayı seven birisiyim ama bu kadar erken saatte kulüpte olmak hoşuma gitmiyordu. Bir de hoca fazla şans vermedi. Bana "Seni Türkiye'ye kiralık olarak gönderelim" teklifinde bulundular. Niyetim Türkiye'de yarım sezon oynayıp yeniden Almanya'ya dönmekti ama Gaziantepspor'da 6 ay kadroya giremediğim halde yine de burada kalmak istedim.

O kadar sevdin yani Türkiye'yi...

Evet. Buradaki ortam çok farklıydı. Kendimi çok iyi ve rahat hissettim. Takımdaki abiler Almanya'dakilerden çok farklıydı. Buradaki ağabey-kardeş ortamını çok sevdim. Bir de annemin ve babamın yüzlerinin Türkiye'de çok daha fazla güldüğünü gördüm. "Burada kalmak istiyorum" dedim ve Gaziantepspor'da kaldım.

6 ay oynamamana rağmen Gaziantepspor'un seni elinde tutması da ilginç.

Sağ olsun başkanımız İbrahim Kızıl bende bir şeyler gördü demek ki… Aslında Okan Buruk Hoca da beni beğeniyordu ama "Daha zamanın var" diyordu. Bence oynamamak da hayrıma olmuş diye düşünüyorum. Çünkü oyuncu her tecrübeyi yaşamalı. Ben de o dönemde kadroya girememe tecrübesini yaşadım ve sabırlı olmayı öğrendim. Futbolda sabır en önemli şeydir. Her şeye kızarak futbolcu olamazsınız.

Peki, şimdiki aklın olsaydı Wolfsburg'da kalır mıydın?

Kalırdım ve çok da iyi olurdu. Çok daha farklı yerlere gelmiş olabilirdim. Orada bir pişmanlığım var. Ama ben her şeyin hayırlısına vardığını düşünüyorum ve şu anki durumumdan da çok mutluyum.

Antrenörlerin bir forvet oyuncusu olarak seni nasıl tanımlıyor? Kendinde beğendiğin ya da eksik gördüğün yönler neler?

Adam eksiltebilme özelliğimi beğeniyorlar. Topla adam geçebilmek günümüz futbolunda çok ekstra bir durum haline geldi. Baktığınız zaman bizim ligimizde topla adam geçebilen çok oyuncu yok. Aslında sadece bizim ligimizde değil dünyada da bu tip oyuncu sayısı fazla değil. Dolayısıyla topla adam geçebilme özelliği benim açımdan ekstra bir avantaj oluşturuyor. En büyük eksiğim ise defansa yardım etme konusu. Aslında kendimde tek eksik olarak bunu görüyorum.

Bunu niye yapamıyorsun? Savunmaya yardım ettiğinde fiziksel olarak zayıf kalabileceğini mi düşünüyorsun?

Bence fiziksel açıdan bir problemim yok. Nedenini tam olarak bilemiyorum. Bu konuda çalışmam, antrenman yapmam ve kendimi mental açıdan geliştirmem lâzım. Zamana ihtiyacım var. Doğrusunu isterseniz profesyonel olarak 1 senedir futbol oynuyorum. Henüz çok yeniyim ve 1 yıl içinde bu eksiğimi de kapatabileceğimi düşünüyorum. Zaten hocalarım da benimle konuşuyor, "Oğlum savunma yapacaksın, geriye geleceksin" diyorlar. Sakatlıktan sonra şimdi yeniden oynamaya başladım ve bu eksiğimi de gidereceğimi düşünüyorum.

İnsanın eksiklerini bilmesi ve bunların üzerine gitmesi de kendisini geliştirebilmesi açısından güzel bir şey.

Evet. Ben eksiklerimi merak eden bir oyuncuyum. Bunun için maç kasetlerimi ister ve mutlaka izlerim. Eksiklerimi görmeye çalışırım. Benim gördüğüm şey şu; her zaman topun arkasına geliyorum ama topu kazanmak için daha agresif olmam gerekiyor. Fiziksel olarak da kendimi buna hazır hissediyorum. Takımdaki en kuvvetli oyunculardan biri olduğumu düşünüyorum. Elyasa ağabey hariç tabiî (gülüyor).

Bir idolün var mı?

Hiçbir zaman birisi gibi olmak istemedim ama sevdiğim, beğendiğim futbolcular elbette vardı. Messi mi Ronaldo mu diye soracak olursanız, Ronaldo derim mesela. Messi bana çok antipatik gelir. Ama şu an en sevdiğim oyuncu Neymar. Ona hayranım. Bir de Arda ağabey millî gururumuz ve U21 Millî Takımımızdaki her oyuncunun idolüdür.

Messi'yi antipatik buluyorsun ama aslında senin zaman zaman yaptığın driplingler Messi'ye benzetiliyor…

Messi'ye benzemek imkânsız bir şey zaten. Ben sadece ondan elektrik alamıyorum. Neymar'ı izleyip ondan bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Hatta öğrendiğimi de söyleyebilirim. Mesela çalımlarını ne zaman yaptığını öğrendim. Defans oyuncusu ters ayaktayken çalımınızı atarsanız fazla hızlı olmasanız da rahatlıkla geçebiliyorsunuz. Bunu Neymar'dan öğrendim. Eskiden çalım atacağım diye bir sürü boş hareket yapardım. Artık bunları yapmıyorum, sadece adamı geçmeye yönelik oynuyorum.

En başından beri Türk Millî Takımı'nı seçtin. Wolfsburg'da oynarken U16 Millî Takımımıza geldin. O dönemde Almanya'dan teklif almış mıydın?

Almanya'dan teklif almıştım ama Türkiye'yi tercih ettim. Ben aşırı milliyetçi bir insan değilim, açık görüşlü biriyim. Ama adı üstünde Millî Takım bu. İnsan hangi millete aitse o milletin takımında oynar. Benim yerim burası. Ben Türküm ve Türk Millî Takımı'nda oynamam zaten normal olanı. O yüzden bu tercihin büyütülmemesi gerekir

Seni Türkiye adına ilk davet eden kimdi?

Hakan Tecimer Hocamdı. 2012 yılında ilk kez Kazakistan'a karşı U16 Millî Takımımızın formasını giymiştim. Ondan sonra zaten her Millî Takım'a geldim. İlk maçımı çok iyi hatırlıyorum çünkü iki gol atmıştım. Ama millî oyuncu olmayı, millî maça çıkmayı çok da anlayamamıştım. Millî formayı giymenin ne demek olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Daha İstiklal Marşı okunurken tüyleriniz diken diken olduğunda başlıyor her şey.

Almanya'da oynanan futbolla Türkiye'de oynanan futbolu karşılaştırırsan neler söylersin?

Türkiye'deki futbol çok daha sert, fiziksel güç burada aşırı derecede önemli. Fiziksel olarak zayıf oyuncunun burada başarılı olabilmesi mümkün değil.

Almanya'da da fizik güç çok önemli değil midir?

Önemlidir ama orada futbol daha dikkatli ve daha taktik oynanıyor. Almanya'da atlayıp zıplayan oyuncu bulamazsınız. Biz burada taktik ve stratejik eksiklerimizi fizik gücümüzle kapatmaya çalışıyoruz. Aslında Almanya'da Bayern Münih ve Borussia Dortmund'u dışarıda bırakırsanız çok yetenekli oyuncu bulamazsınız. Ama takım olarak çok iyi oynarlar. En büyük fark da budur.

Dışarıdan gelen hangi oyuncuyla konuşsak yıllardır hep Türkiye'deki taktik eksiklerden söz ediyor. Oysa takımlarda çok sayıda yabancı oyuncu da oynuyor. Neden bir türlü bu taktik ve stratejik eksikleri kapatamıyoruz?

Takımlarımızda çok sayıda yabancı oyuncunun oynadığı doğru. Ama yabancıların çoğu kura çekiliyormuş gibi geliyor maalesef ülkemize.

Ligimizdeki her üç yerli oyuncudan ikisi Türkiye'den, biri ise Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinden geliyor. 80 milyondan iki, 5 milyondan bir oyuncu gibi absürt bir durum var karşımızda. Altyapısını Almanya'da almış bir oyuncu olarak bu durumu nasıl açıklıyorsun?

Benim Türkiye'deki kardeşlerim için çok üzüldüğüm şey, kulüplerin altyapıya hiç önem vermemesi. Bunu bir takım için söylemiyorum. Her takımın durumu birbirine benziyor. Kaç tane yetenekli oyuncu var ama kimse bu oyuncularla ilgilenmiyor. Bu oyuncular ne kuvvet ne koordinasyon çalışıyor. "Kuvvet çalışmasını sonra yaparsınız" diyorlar. Almanya'da 10 yaşındayken koordinasyon çalışması yapıyorduk. Ben bugün rahat adam geçmemi ona bağlıyorum. Koordinasyonum karşımdakinden fazla olduğu için yanından atıp geçerken o dönemiyor bile. Türkiye'deki çocuklara da aynı antrenmanları uygulasalar buradan da çok sayıda oyuncu çıkar. Yetenek konusunda bir sıkıntımız yok çünkü. Almanya'da U14 takımında üç fizyoterapistimiz, bir performans antrenörümüz vardı. Türkiye'deki altyapıya bakıyorsunuz, tesislerde kalıyorlar ama doğru dürüst yemek çıkmıyor. Almanya'da 13-14 yaşında henüz adalesi gelişmemiş çocuklara bile fizyoterapistler, masörler bakım yapıyordu. Beni en çok üzen şey ne biliyor musunuz? Almanya'da doğmuş olmama rağmen yabancı gibiydim ve oynayabilmek için bir Alman oyuncudan beş kat daha iyi olmalıydım. Türkiye'ye geldim, açıkçası şoka uğradım. Çünkü burada da oynayabilmek için yabancıdan beş kat daha iyi olmalıyım. Böyle yapacaklarına bizim çocuklarımıza değer verseler keşke. Tabiî bunlar biraz zaman ister ama eğer kendi çocuklarımıza değer verilse Türk futbolu 5-6 sene içinde büyük aşama kaydeder. Herkes bunu konuşuyor ama hiçbir şey değişmiyor.

Türkiye'de unutamadığın maç ve unutamadığın gol hangisi?

İlk golümü unutmam. Geçtiğimiz sezon Trabzonspor'a atmıştım. Profesyonel kariyerimdeki ilk golüm olduğu için unutmam mümkün değil. Bir de bu sezon yine Trabzonspor'a attığım gol var ki onu da unutmam imkânsız. Zaten birkaç tane öyle gol atsam herhalde büyük bir lige giderim.

Trabzonspor'a bu sezon attığın o golü biraz anlatır mısın? Kaleye uzak bir noktada topla buluşuyorsun. Önün kapalı ama ısrarla rakiplerini geçip güzel bir vuruşla golü atıyorsun. Hatta o gol için "Messi golü" benzetmesi yapanlar bile oldu.

Sakatlıktan çıktıktan sonraki ikinci maçımdı ve kulübede otururken, yanımdaki arkadaşlarıma, "Bu maçta hoca beni oyuna alırsa gol atacağım" demiştim. Oyun 0-0 giderken hoca beni çağırdı. Ben de ısınmayı iş olsun diye değil de sanki birazdan oyuna girecekmiş gibi çok sıkı yapmıştım. Hoca çağırınca çok heyecanlandım ve koşarak yanına gittim. İsmail Kartal Hocam bana, "Oğlum topu tut, faul kazan, öne doğru fazla dripling yapma, 0-0 bizim için iyi sonuç" dedi. Ben de ona "Merak etme hocam, bir şeyler yaparım" diye cevap verdim. O pozisyonda topu ayağıma aldığımda, "Hiç kimseye pas vermeyeceğim ve gidip gol atacağım" dedim kendi kendime ve dediğim gibi de yaptım (gülüyor)

Biz bir sezon öncesine gidelim ve Gaziantepspor'da kalıcı bir oyuncu haline nasıl döndüğünü anlatmanı isteyelim. 6 ay oynamayan bir oyuncuyu ertesi sezon kim güvenip de oynattı?

Beni futbolcu yapan hoca Mutlu Topçu'dur. Bana o kadar aşırı derecede güvenmiş, beni o kadar tutmuş ki, bunu şimdi anlıyor ve kendisine teşekkür ediyorum. Aslında bana sürekli kızıyordu ama iyi ki de kızıyormuş. Kamp döneminden sonraki ilk maçta beni oynattı. Bazen ilk on birde yer alıyor, bazen de sonradan oyuna giriyordum. Ama benden hiç vazgeçmediği ve özgüvenimin yükselmesini sağladığı için yüksek bir performansa ulaştım.

Sonrasında takımın başına Sergen Yalçın geldi. O dönemde neler yaşadın?

Ayağımda kist vardı ve ben beş hafta o kistle oynadım. Takımın durumu çok iyi değildi ve ben de fedakârlık yapıp katkı sağlamak istedim. Oysa kulüp doktoru beni "Ayağın kırılacak" diye uyarmıştı. Ona, "Ameliyat olursam iyileşmem ne kadar sürer?" diye sordum, "Üç ay" cevabını verdi. "Peki, oynarken kırılırsa ne kadar sürede sahalara dönerim?" diye sordum; "Yine üç ay" cevabını alınca "O zaman oynayabildiğim kadar oynayayım, kırılırsa da kırılsın" dedim. Oynamaya devam ettim. 4-5 hafta çok iyi gitti. Gol attım, asist yaptım. O sırada Mutlu Hocanın yerine Sergen Hoca geldi. Fenerbahçe maçı öncesi beni yanına çağırdı ve "Ayağında problemin olduğunu duydum, Fenerbahçe maçı zor bir maç. Bu maçta oynama. Bir sonraki Eskişehirspor maçında sana ihtiyacımız olacak" dedi. Ben de hocaya "Fenerbahçe maçında da oynarım, Eskişehirspor maçında da oynarım, bana hiçbir şey olmaz" karşılığını vermiştim. Fenerbahçe maçında oynadım ve 15 dakika içinde ayağım kırıldı (gülüyor). Zaten sonra 1 ay boyunca Sergen Hocayla görüşemedik.

Bu arada büyük takımların transfer listelerinde yer aldın ama Gaziantepspor'da kaldın. O süreçte neler yaşandı?

O dönemde birçok takımın beni istediği yazılıp çizildi ama hiçbir kulüp Gaziantepspor'un istediği parayı vermedi. Ben de fazla niyetlenmedim. Çünkü ayağım kırıktı ve "Bu halimle Beşiktaş'a gitsem ne olacak?" dedim kendi kendime. Büyük takımlara hazır gitmek gerekiyor. Oynayamadıktan sonra gitmenin bir anlamı yok ki. Gaziantepspor'da kaldım, iyileştim, gol attım ama Beşiktaş maçında bir kez daha ayağım kırıldı.

Sakatlık süreci de bir şeyler öğretiyordur adama öyle değil mi?

İlk başlarda o kadar sıkıntı çektim ki vücudumda kurdeşen dökmüş gibi kızarıklıklar oluştu. "Acaba bir daha futbol oynayamayacak mıyım?" diye bir korku kaplamıştı içimi. Çünkü ayağımın üzerine basamıyordum ve bir daha da basamayacağımı düşünüyordum. O dönemde dört ay boyunca televizyondan bile maç izleyemedim. Oynayamadığım için o kadar üzülüyordum ki maç bile izleyemiyordum. Sadece skorlara bakıyordum. Sonra kendi kendime, "Oynayan bendim, iyileşip aynı şekilde oynamaya devam edecek olan da benim" dedim. Annem, babam da yanımdaydı ve bana büyük destek veriyorlardı zaten. Bu sayede iki kırığı çabuk atlattım diyebilirim.

Seninle birlikte futbola başlayan pek çok çocuk futbolcu olamadı. Seni onlardan ayırıp bugün ay-yıldızlı formayı giymeni ve Süper Lig oyuncusu olmanı sağlayan özelliklerin nelerdi?

Çok fazla fitness'a giren bir oyuncu değildim. Ama antrenmandan sonra bir-iki saat sahada kalıp çalışırdım. Çalışırdım diyorsam aslında eğlenirdim. Çünkü topla oynamaktan büyük keyif alıyordum. Sahada pas, frikik, şut çalışıyordum. Hatta altyapı döneminde antrenmandan üç saat önce sahaya gider, arkadaşlarımla maç yapardım. Futbolu o kadar çok seviyorum yani. Benim için top oynamak eğlenmek anlamına geliyor ama aynı zamanda da çalışmış oluyorum. Tabiî en önemli faktör Allah'ın verdiği yetenek ve bugünlere gelmemi de o yeteneğe borçluyum.

Ümit Millî Takım'ın hedeflerini nasıl anlatırsın? İsveç, Belçika, Macaristan, Kıbrıs Rum Kesimi ve Malta ile eşleştiğimiz grupta şansımızı nasıl görüyorsun, içinde bulunduğun kadroyu nasıl değerlendiriyorsun?

Ümit Millî Takım'la bu finallere mutlaka katılmak istiyorum. Kendime bunu hedef olarak koydum. Birkaç senedir hep direkten dönüyoruz. Bu kampta arkadaşlarımızla da konuştuk ve hep birlikte "Yeter artık" dedik. Abdullah Ercan Hocamla da yardımcısı Emre Aşık Hocamla da aram gayet iyi. Bu kadro içinde önde gidenlerden birisi olmak istiyorum. Takımı taşımak ve elimden gelen yardımı yapmak istiyorum.

Ümit Millî Takım, A Millî Takımımızın da kapısı sayılır. Son Moldova maçında çok sayıda genç oyuncu A Millî Takımımızda oynama fırsatı buldu. Sen kendini A Millî Takım için hangi mesafede görüyorsun? Orası için neler hissediyorsun?

Hiçbir mesafe ölçümü yapmıyorum. Fatih Hocam çağırırsa A Millî Takım'a giderim, çağırmazsa da koşa koşa Ümit Millî Takım'a gelirim. Benim için hiç sorun yok. İki tarafta da forma aynı. Tabiî ki A Millî Takım çok önemli. Ama asıl olan A Millî Takım'a gidip gelmek değil, orada kalıcı olabilmek. Her şeyin bir zamanı var ve zamanı geldiğinde inşallah ben de A Millî Takım'ın kalıcı oyuncularından biri olabilirim.

Türkiye'de kendi mevkiinde beğendiğin oyuncular var mı?

Açıkçası Türkiye'de "Bu oyuncu benden çok iyi" diyebileceğim bir oyuncu yok. Ben daha çok genç oyuncuları beğeniyorum. Cengiz Ünder çok iyi bir oyuncu. Yusuf Yazıcı benim mevkiimde değil ama onu da çok beğeniyorum. İzlerken, "Bu adamın dört gözü mü var?" diyorum. Antrenmanda bana bir top atıyor, şaşırıyorum. Çünkü ben topu kontrol etmesini beklerken o pası atıyor. En önemli özelliği adeta bakmadan görmesi ve topu o noktaya atabilmesi. Çevre kontrolü müthiş ve bence her takımda oynayabilir. İrfan Can Kahveci'yi çok beğeniyorum. Sanki 30 yıldır Süper Lig'de oynuyor gibi. Eski takım arkadaşım Oğulcan Çağlayan da beğendiğim oyunculardan biri.

Bundan sonrası için kariyerini nasıl planlıyorsun? Biz 4-5 yıl sonra Orkan Çınar'ı nerede izleyeceğiz?

Bu sene sonu için Türkiye'de kalıp kalmayacağımı bilmiyorum. Avrupa'ya gitme planım var ama bu iş o kadar kolay değil çünkü kulübümle sözleşmem sürüyor. Şu an Gaziantepspor'da oynuyorum ve ilk hedefim takımımın ligde kalabilmesi. Sonrasında her teklife açığım. Yurtdışına gidip orada kariyer yapmak ve sonrasında Türkiye'ye dönmek çok akıllıca bir hareket olur gibi geliyor bana. İspanya Ligi'ne gitmeyi istiyorum. Orada oynanan futbol bana daha uygun geliyor. Emre Çolak da İspanya'da yaptığı çıkışla benim için güzel bir örnek.

Geçtiğimiz sezon Fenerbahçe maçının ardından canlı yayında "Caner abi ayakkabımı yırttı" deyişin unutulmuyor. Çok masum ve naif bir serzenişti. Sonrasında Caner'le bir diyaloğunuz oldu mu?

(Gülüyor) Önce Elyasa ağabeye gösterdim ayakkabımı. O da "Oğlum git göstersene, sana yeni bir ayakkabı alsın" dedi. Bilmiyorum şaka mı yaptı. Ben de böyle şeylerden çekinmem, "Tamam abi" dedim ve canlı yayında o sözleri söyledim. Caner ağabey de sağ olsun bana yeni bir çift ayakkabı gönderdi.

İnsan olarak Orkan Çınar'ı nasıl tarif edersin? Nelere kızarsın? Çabuk küser misin?

Birisi bana bir şey anlatsa onu katiyen kimseye aktarmam. Sır saklarım. Kendi hayrım için kimseyi ateşe atmam. Böyle yapan insanlardan da hiç hoşlanmam. Arkadaşlarının güvendiği bir insanım. Kazanma isteğim çok yüksek olduğu için maç içinde arkadaşlarıma bağırırım ama onlar da benim iyi niyetli olduğumu bilir. (Tam Saha)

Senin için hazırladığımız haberler