Spor dünyasının neresindeyiz?

28.01.2019 - 20:35 | Son Güncellenme: 28.01.2019 - 20:35

Dünyada bugün sözü edilmeğe değer tüm gazete ve televizyonlarının birinci haberinin ne olduğunu biliyor musunuz? (Dünyada derken elbette ki spor dünyasını kastediyorum çünkü bizim dünyamız odur.)

Avustralya Açık Tenis Turnuvası.

Sezonun ilk grand slam’ında yani yıl boyunca teniste yapılacak 4 büyük organizasyonun ilkinde Novak Djokovic şampiyon oldu. Finalde güçlü rakibi İspanyol Rafael Nadal’ı tam anlamıyla ezip geçen Sırp sporcu toplamda 15. büyük turnuva zaferine ulaştı. Bunların 7’sini Avustralya’da kazanarak bu alanda rekorun sahibi oldu. 31 yaşındaki dünya 1 numarasının, 20 şampiyonluğu bulunan Roger Federer’i ve 17 kez bu işi başaran Nadal’ı geçebilecek kapasitesi bulunduğu uzmanlarca belirtiliyor.

Bir önceki gün de Kadınlarda Japon Naomi Osaka finaldeki rakibi Çek Petra Kivitova’yı 2-1 yenerek şampiyon olmuştu.

Bunlarla ilgili haberler, turnuvanın başladığı 14 Ocak’tan bu yana dünya medyasında en geniş biçimde yer alıyor. Ancak bizim spor gazetesi olduğu ileri sürülen yayınlarda bile birkaç sütundan öteye geçemiyor.

Kuşkusuz ki bu işin dünyadaki önemini ve değerini bilen meslekdaşlarımız var. Onların çabalarıyla sözünü ettiğimiz bu yer birazcık daha genişleyebiliyor ama o kadar, daha öteye geçmek mümkün olamıyor.

Dünyada geçerli spor anlayışına sırtını dönmüş bir medyaya sahip olmak elbette ki talihsizlik. Galatasaray’ın aylardır yapamadığı golcü transferini sanki çok önemli bir spor olayıymış gibi haftalarca yayınlayan bir gazetecilik anlayışıyla bir yere varılamayacağı da ortada. Nitekim ülkemizde genel basının da spor gazetelerinin de tirajlarının perişan durumda olduğunu bilmesi gereken herkes biliyor.

Türkiye, 2018 verilerine göre 81.694.850 kişilik nüfusa sahip ve dünyada 19.sırada. Buna karşılık ilk 100 arasında herhangi bir gazetemiz yok. Bunun yarısından daha az nüfusa sahip olduğumuz 1960’lı yıllarda gazete tirajlarının daha yüksek olduğu yolunda rakamlar ortaya konuluyor. Bu, çok hazin bir durum.

1990’da başlayan ister doğru ister yanlış transfer haberlerinin şaşırtıcı tirajlar getirme döneminin kapandığını ne yazık ki göremiyor meslekdaşlarımız. Okur ve izleyicinin elbette ki Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’la ağırlıklı olarak ilgilendiğini ama bunun dışında da gözden kaçırmamak gereken gelişmeler olduğunu göremiyorlar.

Dünyada 800 milyon kişinin izlediği belirtilen Djokovic-Nadal finalinin bizim memlekette de azımsanmayacak sayıda müşterisi var. Bazı spor müdürlerinin ne olduğunu dahi bilmediğini düşündüğüm Snooker maçları Eurosport’ta seyirci rekorları kırıyor. E Spor denilen akım da dalga dalga yayılıyor. Bunun gibi daha bir yığın gelişme konusundaki körlük de haliyle tirajların tıkanmasında etken oluyor.

Olayın içacıtıcı bir yanı da şu: Tenisin dünyada büyük ilgi gören büyük yıldızları ille de çok gelişmiş ülkelerden filan çıkmıyor. Hemen yanıbaşımızdaki, İstanbul’un yarı nüfusuna sahip ülkelerin sporcuları buralarda üst noktalara tırmanıp dünyanın takdirini topluyor. Romanya’nın Simona Halep’i düne kadar dünya 1 numarası idi. Bulgaristan’ın Grigor Dimitrov’u sık sık ilk 10’a girebiliyor. Yunanistan’ın genç Stefanos Tsitsipas’ı efsane Roger Federer’i yendi ve üst sıralara tırmanıyor. Çekya’nın, Belarus’un, Estonya’nın ve öteki bir yığın ülkenin dünya çapında başarılar kazanan tenisçileri var.

80 milyonluk Türkiye ise ilk 100’e herhangi bir sporcusunu sokabildiğinde göklere çıkmış gibi oluyor. Şu anda en iyi durumda olan sporcularımız erkeklerde Cem İlkel 250.sırada. Kadınlarda da Başak Eraydın 189.lukta…

Spor medyasında da bunu irdeleyen, dünya çapında sporcular yetiştirmenin yol ve yöntemlerini ortaya koyup tartışma açan, buna benzer konulardaki toplumsal görevini yerine getiren bir anlayış yok.

Varsa yoksa Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve ötekiler…

Kuşkusuz bu bizim gerçeğimiz. Onlarla ilgili doğru-yanlış her türlü haber, yorum ve değerlendirmeye okur daha çok itibar ediyor.

Bunun anlaşılmayacak bir yanı yok.

Fakat bir de dışarda koskoca bir dünya var. Sporda gerçek gücümüzün ne olduğunu görebilmek için de onlarla yarışmak zorundayız.

Çoğunlukla da nal topluyoruz.

Başta sporların anası atletizm olmak üzere, tenis, yüzme, cimnastik gibi uluslararası yarışmalarda en çok itibar görün, madalya dağıtılan sporlarda hemen hiç yokuz.

Bunda spor medyasının da önemli bir sorumluluğu bulunuyor.

Bu sorumluluğun farkında değilmiş gibi davranmaya kalktığınız zaman da bugün içinde bulunduğunuz duruma düşüyorsunuz.

Dünya sporunun en büyük yarışma alanı olan Olimpiyatlarda sürekli hüsran yaşayıp da hep gelecekte daha iyi olacağımız masallarını dinlemekten yorulmadık mı?

Spor medyası, bugün içinde bulunduğu bataktan çıkış yolunu bile öneremeyecek durumda mı?

O zaman, vah ki vah demekten başka çare kalmıyor…

Senin için hazırladığımız haberler